Merhaba Mehmet Bey, Yarım Elma dizisiyle tanıdık sizi, ardından birçok sevilen dizinin ekibinde yer aldınız. Kars’ta doğmuşsunuz. Orada mı büyüdünüz?
8 yaşına kadar orada büyüdüm. Babam memurdu. Sonra İstanbul’a geldik. Öğrenim hayatıma İstanbul’da devam ettim.
Hikayesi olan bir meslek yapıyorsunuz. Bir nevi hikaye anlatıcısısınız. Sizin hikayeniz nasıl başladı?
Benim hikayem Bakırköy meydanında başladı. Liseyi yeni bitirmiştim. Henüz bir meslek seçimim yoktu. Bakırköy meydanında bir afiş gördüm. Ataköy Folklor Eğitim Merkezi diye bir yerdi. Tiyatro kursu ilgimi çekti ve gittim. Çok atılgan bir çocuk değildim. Hatta yıllar sonra lisedeki arkadaşlarım arayıp, “sen nasıl seçtin?” diyenler oldu. O dönemler kişiliğin de inşa edildiği yaşlar… O süreçte, gideceğim yolun burası olduğunu düşündüren şeyler yaşadım. Kendimi kendime kanıtladım.
Zor bir dönem miydi?
Çok zordu. Ailemin bu durumu kabullenmesi çok uzun bir süreç oldu.
90’lı yıllarda oyunculuk heyecanı duymak nasıl bir duygu?
Çok güzeldi. Şimdiki dönemde doğsaydım, bu kadar heyecanlı olacağımı sanmıyorum. Özel kanallar yeni yeni açılmaya başlamıştı. O dönemde oyunculuğu seçmendeki en büyük etken tiyatroydu. Çok saf bir duygu olduğu için hala o duyguyu içimde hissediyorum. Şuan baktığımda, oyuncu potansiyeli çok fazla ama amaçları şöhret olmak.
Bugün birçok şey değişti. Konservatuarlar bile bir bir kapandı. Hangi dönemin oyuncularını daha şanslı buluyorsunuz?
Her dönemin şanslı oyuncuları var. Oyunculuk için çok güçlü bir motivasyonun olması lazım. 90’larda tiyatro festivalleri olurdu. Bizim dönemimizdeki oyuncular hiç kaçırmazdı. O zaman imkanlar daha çoktu, ulaşabiliyorduk. Şuan her şey paralı bir sisteme döndü. Bir kişi oyunculukla ilgili bir metod öğreniyor. Kurs açıp, eğitim veriyor. Bu sistemle para kazanıyor. Eskiden böyle bir şey yoktu. Festivallerde oyuncular seçilirdi.
Oyunculuk atölyelerini yaralı buluyor musunuz?
Bu eğitimciye ve katılanlara bağlıdır. Atölyeler kısa bir süreyi kapsar. Bu süre zarfında ne kadar bilgi aktarılır, ona bakmak lazım. Bunun net bir getirisi olacağını düşünmüyorum. Oyunculuk uzun bir süreç; 24 saatlik bir iş. Zihninin her yerinde seni meşgul eder. Atölyelerde de bir şeyler öğrenilir ama uzun vadede bunları denemeden göremezsin.
Oynadığınız roller arasında sizi en çok derinden etkileyen bir karakter var mı?
Hepsi etkiliyor; ama profesyonel bir iş yapıyoruz. Oynadığım rollerin içinden çıkamadığım olmadı. En son oynadığım “Dayton” dizisinde çok etkilenmiştim. Oradaki savaş, insanların maruz kaldıkları işkenceler, şu ana kadar oynadığım diğer karakterlere göre daha çok etkilendim.
Tarihi bir süreci mi anlatıyorsunuz?
Evet… Biz gerçek görüntüleri de izledik. Zaten bu süreci birebir anlatsak kimse izleyemezdi. Çok çarpıcı, insanın onurunu kırıcı bir süreçmiş.
Bu savaş 3 bine yakın insanın ölümüyle sonuçlandı. Tarihin en acı olaylarından biri ve siz bu hikayenin bir parçası oldunuz. O döneme gitmek nasıl hissettirdi?
Çok kötüydü. Bir çıkışınız yok. Sette de bunu çok hissettik. Ruh halimizi çok etkiledi. Bunu yaşayanları düşündüğümde, çok büyük bir acıyla karşı karşıya kalıyorsun. Hiçbir suçun, günahın yokken, komşularının ithamıyla, et aldığın kasabın sözleriyle sonu bilinmez bir yola giriyorsunuz. Ortada bir savaş yok. İnsanlar ayakkabılarını bile giymeden, terlikleriyle evden çıkarılıyorlar.
Son olarak sizi Yalı Çapkını dizisine girdiniz. Biraz oradaki rolünüzden bahseder misiniz?
Bir Prof. Doktor karakterini oynuyorum. Tatlı bir karakter… Klasik bir profesör değil. Birkaç bölüm seyirciyle buluşacağız; ama rolüm devamlı değil. Çok güzel bir set ortamı var. Daha öncesinde Mert Ramazan Demir ve Çetin Tekindor’la aynı projelerde oynamıştım. Yine onlarla bir arada olmak çok güzel.
Aynı zamanda tiyatroda yapıyorsunuz. Yeni sezonda sahnelenen bir oyununuz var mı?
Pandemiden sonra yapmıyoruz. Şu anda çok fazla bir şey yapmak istemiyorum. Tiyatro Pera’da birçok alternatif tiyatrolarda oynadım. Beni çok etkileyen bir metin gelirse, o zaman tekrar sahneye çıkabilirim. Şuan durmak istiyorum. Pandemi benim heyecanımı kırdı.
Son yıllarda popülerlik medya dünyasının tam ortasına yerleşti. Instagram, sosyal medya sinema ve televizyonu ele geçirdi. Bu popülerizmin getirilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bana çok uzak bir dünya. O dünyanın içine girmeyi istemek lazım, çalışmak lazım. Zaten “pop” olan bir şey dönemliktir. Bir süre dikkat çeker; ama sonra kaybolunur. Benim kimseye kanıtlamak, göstermek gibi bir çabam yok. Sosyal medyanın gerçekliğiyle, insanın kendi gerçekliği arasında çok büyük bir fark var. Sosyal medyada herkes kendisini çok tatlı, mutlu gösteriyor. 24 saatlik storylerde insanlara tavsiyeler verip, kendi hayatını düzeltemeyen insanlarla dolu bir dünya.
Şöyle bir geçmişe dönüp baktığınızda sizi en çok mutlu eden an nedir?
Oğlumun doğduğu gündü. Babalık, tarif edilemez bir duygu. Bir çocuğun doğacağını biliyorsun, sonuçta sen de doğmuşsun, ama senin kanından, canından biri doğunca, o ana şahit olmak mucize gibi.
Şuan bulunduğunuz yerden memnun musunuz?
Hiç memnun değilim. Birçok şey daha iyi olabilirdi. Daha adaletli bir toplumun içinde yaşasaydık, hayal ettiklerimizi hayata geçirebilirdik.
Yarın uyandığınızda, tuttuğunuz ilk dileğin gerçekleşeceğini bilseniz, ne dilerisiniz?
Bunu hiç düşünmemiştim. Kendimle ilgili bir şey dilemezdim. Herkesin etkilenebileceği, o iyi dilekten faydalanabileceği toplumsal bir şey dilerdim.