YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

“Artı On Sekiz” ve “Varla Yok Arası” kitaplarının yazarı BİRKAN BUDAK ile bir araya geldik. Şu sıralar yeni romanını yazmaya başlayacağının müjdesini de veren Budak; “Kitaptaki karakterlerin ruhlarının aklımda yer etmesi onların artık bağımsız olmalarına yol açıyor ve onlar yaşıyor konuşuyor, ben yazıyorum” dedi…

 

 Öncelikle aldığınız ödüllerden dolayı tebrik ediyorum. Bu ödüller yazarlık kariyerinizi nasıl etkiledi ve size nasıl hissettirdi?

Bir söyleşiye davet edildiğimde ve bazen dostlarla sohbetlerde konusu açılırsa “ödüllü” diye bir sıfat ekliyorlar yazar olmamın yanına. Fakat ben bilhassa doyum namına bir şey hissetmedim. Elbette ki memnun oldum böyle takdirler görmekten ama ruhum daha fazlasında. Bir o kadar da gözüm yok hiçbir şeyde.

“Artı On Sekiz”in ilk cümlesi “kuru gürültünün yüzyılı 21. Yüzyıl ve bir laf kalabalığı yapan da bendim” şeklinde başlıyor. Çarpıcı bir giriş açıkçası. Bu cümlenin arka planında neler var?

Bir distopyayı yaşıyoruz. Tam şu anı ve olup bitenleri birine etraflıca anlatsa bir diğeri, anlaşılır ne denli bir kurgusallıkta yaşanıldığı. Dehşet verici bir tüketimin ve vurdumduymazlığın, aynılaşmanın ve itaatin, cılız ve muallak duyguların yüzyılı… Üstelik müthiş bir epistemik şiddet ve bilgi kirliliği mevcut. Hem yanılgıya yani toplumsal algının değişimine ve yönlendirilmesine sebep oluyor hem de yarı aydın gibi “kuru gürültü” ve tehlikeli bir güruh yaratıyor. Ancak diyalektiği görmezden gelmeyip bu sistemin yani kapitalizmin de kendi doğurduğu antagonizmalarla nihayet bulup değişeceğini bilmek gerek. Mesele her sistemde bir şekilde süre gelen köle efendi, serf derebey, işçi patron diye farklı isimlerle değişmeyen hallerinin nihayete ermesinde. Çünkü esas olan şu ki her şey hatta aşk bile sınıfsaldır. Aksi ucube kitaplarda ya da filmlerde mümkün.

Bahsettiğiniz aşkın sınıfsallığı hakkındaki düşüncelerinizden konuşalım isterim biraz…

Aşkın sınıfsallığını, ekonomi politik yanından daha geniş bir bağlamda anlıyorum. Buna dair zaten yazılıp çizilenin öte berisini konuşmayalım. Bu sınıfsallıklardan bir örneği güzellik nezdinde verebilirim. Aşk yani tutku olmayan bir ilişkide, en azından birinin ilişki için aciz çabası bazen onu cezbetmeyen karşı tarafın estetiğinedir. Çiftler birbirini ne denli arzularsa o denli ilişkide işler yolundadır. Zira şehvet kör edicidir. Şayet güzellik takdire şayansa muhatap tarafından her şey daha kabul edilebilirdir. Güzellik bir sınıfı temsil eder burada. Hamam böcekleri sevecen renklerde olsaydı aynı ürperti olmazdı belki de. Yalnızca renkle bile oluşan bir sınıfsallık... Erkeklerin birlikte olmalarına zerre ihtimal olmadıkları halde güzel bir kadına karşı fazla kibarlaşması ve toleransı güzellik sınıfına bir hürmettir. Hormonları aksini mümkün kılmaz çünkü. Dolayısıyla ekonomi politik açıdan sınıfsallığa ters düşen zengin oğlan fakir kız tezatlığı, kızın güzelliğiyle ortadan kalkar işte.

Yüzyıla dair eleştirilerinizle bu söyledikleriniz arasında nasıl bir ilişki var peki?

Ekran, başparmağı ve odaklanmış gözler... Bu hipnozun sürmesi yani bireyin ekranda daha çok kalabilmesi için tasarlanmış bir algoritmayla serotonin, dopamin vesaire seviyesi arttırılıyor. Son yıllarda oldu bu ve muazzam bir değişim yaşandı eli sözüm ona akıllı telefon tutan insanlarda. Bu dijital dünyanın yapaylığına ve yavanlığına, duyguyu alaşağı eden yanına saatlerce hicvetmek mümkün. Ancak bu ilişkiyi güzellik nezdinde yaklaşarak açıklamam gerek. Örneğin sosyal medyadaki profillerde kişi genelde varını yoğunu paylaşır ama paylaşmasa da neredeyse her zaman bir sınıfsallık sezilir. Böylesi ekonomik boyutuyla olur ve para zaten sınıfsallığın temelidir ancak güzelliği/yakışıklılığı da keza bir sınıfa layıktır. Görünüşe bakılıp notu verilir içten ve ona takınılacak kayıtsızlık ya da ilgi belirlenir. Genel mahiyetteki birçok ahlaki tartışmaya konu olacaksa da bu durum daha fazlası vardır. O ise güzel olduğunun farkında olan güzel bir kadının bir adama olan tavrında saklıdır. Kadın adama istediği gibi davranacak olsa yeridir. Güzeldir çünkü hepsi bu. Adamsa buna mecburmuş gibi davranır.

Felsefi düşünceleriniz yanında birkaç tane de hayatınıza dair soru sormak istiyorum bu röportajda. Gündelik yaşamınız nasıl geçiyor? Bildiğim kadarıyla sık sık seyahat de ediyorsunuz.

Yalnızca yazarlığı meslek olarak sürdürmem mümkün olmadığından ihracat işi yapıyorum. Akşamları ise bazen dostlarımla görüşüyorum. Onun dışında mütemadiyen evde yalnız müzik, film ve edebiyat ile vakit geçiriyorum. Yalnızlığın tadına vardığımı düşünüyorum. Ayrıca dediğiniz gibi farklı ülkelere seyahat ediyorum birkaç ayda bir. Eskiden bu gezilere öğrencilik vesile olmuştu. Şimdi ise işim gereği… Hem dünyanın dört bir yanından çevrem oluyor hem de yeni yerler görme ve güzel bir değişim fırsatı oluyor.

Son olarak okurlarınızın da merak edeceğini düşündüğüm bir soruyla bitirelim isterim röportajı. Yeni bir kitap ne zaman gelecek ve türü ne olacak?

Bir roman daha geliyor Yağmur Hanım. Net bir tarih vermem hak verirsiniz ki mümkün değil ancak en azından birkaç yıl sonra gelecektir diye düşünüyorum. Çünkü olay örgüsü hayli detaylı. Üstelik kitaptaki karakterlerin ruhlarının aklımda yer etmesi onların artık bağımsız olmalarına yol açıyor ve onlar yaşıyor; konuşuyor ben yazıyorum. Dolayısıyla kitabın sonu da yazarken belli olacağa benziyor. Bu ise ne zaman tamamlayacağıma dair bir fikir bile veremememe sebep oluyor. Daha yazmaya başlamadım da zaten. Roman henüz taslak halinde… Ayrıca sevgili Yağmur Hanım, ilginiz için size ve Önce Vatan Gazetesi ailesine de teşekkür ederim.