YAĞMUR TANYILDIZ'ın röportajı için tıklayınız...

“Düşünme(me) Oyunu” ve “Yıldızlara Bakan Çocuk” kitaplarının yazarı SEVTAP AYHAN ile bir araya geldik. Kendisini tanıtmasını istediğimde, “Emekli bir öğretmen olarak kendimi binlerce çocuğun annesi olarak hissettiğimi de rahatlıkla söyleyebilirim” dedi… Güzel bir anne, başarılı bir eğitimci ve ödüllü bir yazarı sizlere de tanıtmak istedim…

C2

Öncelikle sizi tanımak isteriz Sevtap Hanım. Kimdir Sevtap Ayhan? 

İnsanın kim olduğunu anlatması ilk anda ne kadar kolay görünse de çok zor aslında. İnsanlar kendilerini tanıtırken nereli olduklarından, medeni durumlarından, mezun oldukları okullardan ve elbette mesleklerinden bahsederler. Açıkçası bunlar birini tanımak için yeterli değil bana göre. Kimliğinizin pek çok parçası var ve ilk olarak bahsetmek istediğiniz özelliğiniz aslında kim olduğunuza dair önemli bir ipucu. Ben, kendimi anlatırken sevdiğim şeyleri söylemeyi tercih ediyorum. Sevmediklerimden sorulmadıkça bahsetmemeye çalışıyorum. Her şeyden önce üç çocuğumun annesiyim ve bundan büyük bir gurur duyuyorum. Emekli bir öğretmen olarak kendimi binlerce çocuğun annesi olarak hissettiğimi de rahatlıkla söyleyebilirim. Küçük şeylerle mutlu olan ama büyük hayaller kuran; doğayı, dostluğu, edebiyat ve müziği çok seven biriyim. Sakinliği, iyi demlenmiş bir bardak çayı, ağaca konmuş bir kuşu seyretmeyi mutluluk sayarım. İyi bir okurum. İki kitaptan sonra bir yazar olduğumu da söyleyebilirim sanırım.  

Yazmaya nasıl başladınız? Sizi teşvik eden şey neydi? 

Yazmaya lise yıllarında başladım. Okumayı seven pek çok insan gibi ben de işin yazma kısmına çok özenirdim. Neyse ki, lise öğrencisi olduğum 80’li yıllarda Edebiyat öğretmenlerimiz sözlü ve yazılı kompozisyon derslerine çok önem verirlerdi. Yazdığım kompozisyonlar öğretmenlerimin dikkatini çekti. Sonra yarışmalara girmemi sağladılar ve pek çok ödül kazandım. Bu anlamda öğretmenlerime teşekkür borçluyum çünkü onların teşvik ve övgüleri olmasa yazmaya cesaret edemezdim. Öğretmenlik mesleğinden emekli oluncaya kadar geçen uzun yıllar boyunca yazmak adına yapabildiğim tek şey boş bulduğum her dakikayı okuyarak geçirmek oldu. Gizli saklı kıyıda köşede bir şeyler karalamak şeklinde devam etti yazma serüvenim. Aile ve iş hayatını birlikte götürürken, evdeki ve okuldaki çocuklarımla ilgilenirken yazarlık kariyerine giriş yapma fırsatı bile bulamadım. O yıllar koşturduğum, yorulduğum, sürekli bir şeylere yetişmek zorunda kaldığım ama dolu dolu sevdiğim, sevildiğim, emek ve gönül verdiğim, manevi karşılığını fazlasıyla aldığım zamanlardı. Bu sayede yazmak için ciddi bir birikim yapmış olduğumu şimdi anlıyorum. Yazarlık kariyerimin henüz başındayım ve iki romanım var. Ömrüm olursa üretmek anlamında kendimden çok umutluyum. 

“Düşünme(me) Oyunu” nasıl çıktı ortaya? Neler anlatıyor? 

Düşünme(me) Oyunu, ilk romanım, bir kendinle yüzleşme hikayesi anlatıyor. Bilirsiniz, çocuklar büyük bir sorun yaşadıklarında bazen o durum hiç olmamış gibi davranırlar. Duygularını açıkça ifade etmek yerine başka davranış ve tutumlarla aslında ne kadar üzüldüklerini anlatırlar. Kitabın baş kahramanı Fabula, bir çocuğun başına gelebilecek en kötü olayı yaşadıktan sonra olanları unutmayı seçiyor ve düşünmeme oyunu oynamaya başlıyor. Dikkatini çiçeklerine, kitaplarına ve topladığı eski eşyaları onarıp dönüştürmeye veriyor. Roman boyunca Fabula’nın zihninde dolaşıyor, onun hayata ve insanlara karşı geliştirdiği tutumu, aksiliğini, içe kapanık hallerini anlamaya çalışıyoruz. Bir de Fabula’yı, hatırlamak zorunda olduğu acı gerçekle yüzleştirmek üzere bekleyen fantastik bir karakterimiz var. Heros, gizemli bir şekilde adeta zaman yolculuğu yapmış gibi Fabula’nın yalnız kalmak için altında oturduğu bir ağaçtan düşüveriyor. Fabula, Heros’u geldiği Çok Çok Uzak Kasaba’ya geri götürmek ve annesiyle kavuşturmak için uğraşırken unutmayı seçtiği acı anılarıyla yüzleşiyor. Çünkü bazen mutlu olmanın en iyi yolu hüzünlerimizle barışmaktan geçer. Hikâyeyi öncesinde bir kısa öykü olarak yazmıştım ve açıkçası o haliyle beni çok tatmin etmemişti. Sonra Tudem Roman Yarışması tesadüfen karşıma çıktı. Hikâyemde roman potansiyeli gördüğüm için şansımı denemeye karar verdim ve yirmi gün kadar kısa bir sürede tamamladım. Jürinin takdiriyle birinciliğe değer görüldü ve ikinci baskıya girecek kadar okuyucudan ilgi gördü. Düşünme(me) Oyunu, ilk romanım olduğu için bende apayrı bir yeri var ve bana çok şey öğretti. Bir sonraki romanda daha emin adımlarla ve çok daha cesur konulara değinme cesaretini kesinlikle Fabula’nın hikayesinden aldım, diyebilirim. 

Düşünmeme Oyunu

Peki, “Yıldızlara Bakan Çocuk”? 

Yıldızlara Bakan Çocuk, okuma yazma dahi bilmeyen Yola adında küçük bir kızın hayatı sorgulaması aslında. Tapınmayı, sınıfsal farklılıkları, yoksulluğu, emek sömürüsünü, sevgiyi, sevgisizliği ve daha pek çok şeyi Yola’nın zihninden, onun gözleriyle görüyoruz. Roman, bir bakıma çocuklar adına büyüklere çekilmiş bir protesto. Kötü işler yapıp iyi sonuçlar bekliyor, üstelik çocuklarımızın bizi örnek almasını istiyoruz.  Kendi çocukluğunu unutmuş ama bir şekilde çocuk kalmış bencil ebeveynleriz bir çoğumuz. Yetişkinler olarak, her zaman ve kolaylıkla kendi hatalarımıza bahaneler buluyoruz. Oysa bizim hatalarımızın bedelini ödemek zorunda kalan çocuklar, yaşadıklarına bir anlam vermekte gerçekten zorlanıyorlar. Eğer yeryüzünde mutsuz çocuklar varsa, ki milyonlarca olduğunu biliyoruz, bunun tek sebebi biz büyüklerin yapıp ettikleridir. Kitapta anlatmaya çalıştığım şey neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda çocuklardan çok fazla şey bilmediğimiz aslında.  Merhametin yapıcı üçüne karşın, merhametsizliğin ne denli yıkıcı olabileceğini gösteren duygu yüklü bir hikâye, diyebilirim Yıldızlara Bakan Çocuk için. 

Yıldızlara Bakan

Çocuklar için yazmak sizi mutlu ediyor mu? Aranız nasıl çocuklarla? 

Bir öğretmen ve üç çocuk annesi olarak çocuklarla aram oldukça iyi diye düşünüyorum ama bunu bir de onlara sormak gerek. Şaka bir yana, çocuklara yazmak harika ve bir o kadar da zor. Porselen dükkanına girmiş bir fil gibi hissediyorum bazen kendimi. Aman bir şeyi kırmayayım dökmeyeyim diyerek tedirginlikle yazıyorum. Çünkü çocuklar için yazmayı istediğim şeyler ne beni ne de çocukları mutlu edecek meseleler. Daha çok madalyonun karanlık tarafından yazdım şu ana kadar. Ama aydınlığı tanımak için biraz karanlıkta kalmak gerekiyor. Çocuklar için çok eğlenceli, bol maceralı romanlar da yazarım bir gün umarım. Şimdilik kendi çocukluğumda anlam vermekte zorlandığım bazı olayları, olguları ele almaya; çocuklara zor meseleleri tartışmaya açmaya çalışıyorum. Edebiyatın bir işlevi de bu sanırım. Okurlara mutluluklarının ya da mutsuzluklarının başkalarınınkinden daha çok olmadığını, iyi ve kötünün birbirini var ettiğini, ümidin her zaman var olacağını anlatabildiysem ne mutlu bana. 

Bir gün bir sürpriz gelir mi? Bir romanla ya da şiir kitabıyla çıkar mısınız karşımıza? 

Öncelikle, şiir benim ayak basmaya cüret edemeyeceğim çok özel bir alan. Şiir öykünün; öykü romanın süzülmüş halidir denir. Şimdilik öykü ve romanda kendimi geliştirmek istiyorum. Yetişkinler için bir öykü kitabı yazmayı gerçekten çok istiyorum. Aslında aktif olarak yazıyorum ama öykülerimi henüz kendime beğendiremiyor; o uzak, sisler içindeki öykülerin peşinden koşup duruyorum. Yetişkinler için bir roman ise öykü kitabından çok daha önce gelecek gibi duruyor.  İlginç bir şekilde Düşünme(me) Oyunu ve Yıldızlara Bakan Çocuk romanlarımın hatırı sayılır bir yetişkin okuyucu kitlesi oluştu. Bana sosyal medyadan ulaşarak kendileri için bir roman yazıp yazmayacağımı soruyorlar. Beklentilere karşılık vermek niyetindeyim açıkçası. 

Örnek adlığınız yazarlar var mıdır?  

Üslubuna, edebi kimliğine, üretkenliğine çok saygı duyduğum birçok yazar olsa da bunu örnek almak şeklinde düşünmüyorum. Doğrusu, örnek alma ya da bir diğerinin yolundan gitme gibi durumları yazar açısından sağlıklı bulmuyorum. Edebi değeri olan bir eser, yazarın kendisi olabildiği ve hatta kendini var ettiği durumlarda ortaya çıkıyor. Bir başkası gibi yazmak istemem ama okunduğunda benim tarafımdan yazılmış olduğu anlaşılacak eserler üretmeyi çok arzularım. Diğer taraftan, yazmak için çok okumak da şart. Edebiyatçıların en çok beslendiği alan elbette yine edebiyat. Bazen okuduğum bir kitabın etkisinden çabucak çıkmak isterim çünkü beni etkisi altına almasından, hissettirmeden üslubuma hâkim olmasından korkarım. Güzel bir şarkının dilinize dolanması, zihninizde çalıp durması gibi düşünün. O yüzden, güzel kitapları okur, yazarlarını takdir eder ve kendi boş sayfama döndüğümde onları unutmaya çalışırım. Yine de eserlerini keşke ben yazmış olsam diyeceğim iki yazar ismi vereyim; Yaşar Kemal ve Anthony Burgess. 

Peki, başucu kitabınız var mı? 

Başucumda daima bir kitap bulunur. Biri bitince yerini bir diğeri alır mutlaka. Okuyamadığım günlerde bile orada beni bekleyen bir kitabın varlığından mutlu olurum. Yani, tek bir başucu kitabım olduğunu söyleyemem ama defalarca okuduğum bazı metinlerden bahsedebilirim. Mesela Ursula L. Guins’in Omelas’ı Bırakıp Gidenler öyküsünü aklıma düştükçe tekrar tekrar okumaktan çok keyif alırım. Şule Gürbüz’den rastgele sayfaları karıştırmaya bayılırım. Yaşar Kemal’in İnce Memed’ini, Gabriel Garzia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlığını çok defa okumuşluğum vardır. 

Her iki kitabınız ile ödül aldınız. TUDEM Edebiyat Birincilik Ödülü’nün sahibisiniz. Başarılı kadınlarla gurur duyuyorum her zaman… Siz neler hissediyorsunuz? 

Yazdığınız bir kitabın ödül alması kuşkusuz çok teşvik edici ve memnuniyet verici. Eserin basılması, tanınması için de büyük bir kolaylık sağlıyor. Yıllarca işin okur kısmında kalmış ve olgun yaşında yazmaya başlayan bir kadın olarak daha yolun başında iki kitap iki ödül sahibi olmaktan çok mutlu ve gururluyum açıkçası. Geç kalmamışım, hissi veriyor bu durum bana. Daha çok yazmak ve ardımda birçok kitap bırakmak istiyorum.   

Yeni projeleriniz var mı? 

Şu an üzerinde çalıştığım kitapları tamamlamak önceliğim. Daha sonra yetişkinler için bir öykü kitabına odaklanacağım. Resim çizmeyi çok sevdiğim için kendi çizimlerimle yayınlanacak bir çocuk kitabı da hayallerimin arasında. Çocuklarla atölye çalışmaları yapmak ve onların öykülerini kitaplaştırmak gibi bir proje de hedeflerim arasında. 

Sohbetiniz için çok teşekkür ederim. Son olarak neler söylemek istersiniz? 

Her şeyi hızla ve kaydırarak tükettiğimiz, durup birkaç sayfa okumaya zaman bulamadığımız bir dönemde bir yazarı ve kitaplarını sayfalarınıza taşıdığınız için asıl ben teşekkür ederim. Okurlara da gönül dolusu sevgilerimi iletiyorum sizin aracılığınızla. Hoşça ve kitapla kalın.