Geçtiğimiz günlerde ABD&İran gerilimine dair soruları yanıtlayan Trump, hem tehdit hem de teklif içeren ifadeler kullandı.

Trump’ın İran’ı hedef alan söylemleri ne anlama geliyor? Devrim Muhafızlarının terör listesine alınmasının altında yatan nedenler ve bölge stratejisine etkileri neler? İran’a yaptırımların bir diğer muhatabı da Türkiye, bölgesel ve küresel ilişkiler anlamında bu durum ne ifade ediyor? ABD&İran gerginliğinde AB’nin sürece etkisi nedir? ABD, İran’a karşı doğrudan bir müdahalede bulunabilir mi? ABD’nin İran’a karşı Ortadoğu’ya daha fazla patriot göndermesi mevcut gerilimi ne yönde etkiler?

Tüm bu başlıkları ve çok daha fazlasını İRAM (İran Araştırmaları Merkezi) araştırmacısı ve Medeniyet Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serhan AFACAN ile konuştuk..

Trump yönetimi ve ekibi İran’a dair sert söylemlerinin ve yaptırımların ana odaklarından birisine İran Petrolünü ve değerli madenlerini koydu. ABD’nin İran Ekonomisinin bel kemiğini oluşturan petrol ve değerli madenlere dair nihai planı nedir? İç karışıklıkları artırarak rejimi zayıflatıp istediği konuma getirmek mi? Yoksa rejimin bu süreç içerisinde yavaş yavaş kendi sonunu hazırlaması mı?

ABD’nin İran’ın petrol ihracatını hedef alması Ağustos 2018’den itibaren devreye sokulan tek taraflı yaptırımların en önemli boyutudur. Buna İran’ın altın gibi değerli madenlere erişimi ve son olarak 8 Mayıs’ta bu ülkenin demir, çelik, alüminyum ve bakırı ihracatı konusunda ilan edilen yaptırımları da eklemek gerekir. Bu sayılanlar dair ABD’nin İran aleyhinde devreye koyduğu yaptırımların birbirini tamamlayan iki amacının olduğu görülmektedir. Bunlardan birisi, gözünü korkutmak suretiyle İran yönetimini en hızlı şekilde yeni bir müzakere süreci için masaya oturtmaktır. İkinci hedefse, masaya oturmaktan geri durması durumunda bu ekonomik yaptırımlarla İran’ı içeride bunaltmak ve yıpratmak suretiyle aynı amaca ulaşmaktır. Zira, daha önceki özellikle de 2015 yılında imzalanan nükleer anlaşma öncesindeki yaptırım deneyimleri Trump’a göre yeterince baskı uygulanması durumunda İran’ın sert koşullara boyun eğeceğini kanıtlamaktadır.

Son yaptırımlarda direkt olarak Devrim Muhafızları Ordusu’nun hedef alınmasının asıl sebebi nedir? DMO’nun İran ekonomisi ile iç ve dış politikasındaki rolü ne boyutta?

ABD’nin İran’ın başat askeri gücü olan Devrim Muhafızlarını yabancı terör örgütleri listesine alması öncelikli olarak bu ülkeyi her alanda kuşatma stratejisinin bir parçasıdır. Diğer yandan, DMO ülkenin iç ve dış politikasında önemli bir güç odağı olduğu gibi İran ekonomisinin de en az yüzde ellisini doğrudan ya da dolaylı yollarla kontrol etmektedir.


İran’ın “Bize petrol sattırılmazsa biz de Hürmüz Boğazı’nı kapatırız” tehdidine dair somut bir adım atması ne kadar mümkün? 

İran’ın yaptırımların süresi durumunda Hürmüz Boğazı’nı kapatabileceği yönündeki söylemlerinin gerçeğe dönüşmesi imkansızdır. Böyle bir adım İran’ı daha güvensiz hale getirebileceği gibi uluslararası hukukun ihlali anlamına geleceği için BM yaptırımlarıyla da karşı karşıya bırakabilecektir 

İran’a uygulanan ekonomik odaklı yaptırımlarda sürecin diğer aktörlerinin Çin, Hindistan, AB, Irak ve Türkiye gibi hem küresel hem de bölgesel güçler olduğunu görüyoruz. Bu süreçte bu güçler ABD hegemonyasına karşı ne kadar direnebilir ya da İran için bu yolu tercih ederler mi?

ABD’nin yaptırım politikaları özellikle de İran’a karşı uygulananlar genelde üçüncü ülkelerin yaptırımların etkisini kayda değer oranda azaltamadığını göstermiştir. Üçüncü ülkeler temel olarak yaptırımlar belirli bir mesafe kat ettiğinde iki ülke arasında müzakere kanalının açılması sürecinde devreye girmiştir. Yeni yaptırımlar için de aynı durum geçerlidir. Türkiye, Çin ve hatta Avrupa ülkeleri gibi prensipte ABD’nin tek taraflı İran yaptırımlarına karşı olan ülkeler dahi yaptırımların etkisini azaltacak bir işlev göremeyecektir. Bu ülkelerin önemi yeni bir müzakere sürecinde ortaya çıkacaktır.

İran yaptırımlarının bir taraftan da muhatabı kendi ülkemiz. İran petrol ve gaz bakımından, bu alandaki en önemli tedarikçilerimizden birisi. Türkiye’nin bu alanda İran’dan alımı bırakması ve kısa sürede yeni tedarikçiler bulması ne kadar mümkün? Bölgesel ilişkilerimiz açısından bu konunun Türkiye’nin bölge stratejisi açısından önemi nedir?

Türkiye ham petrolünün yarısından fazlasını İran’dan ithal ediyor ve TÜPRAŞ başat olarak bu petrolü rafine etme kabiliyet ve teçhizatın sahip. Bu nedenle Türk yetkililer ABD’ye bu durumu açıklamaya çalıştıklarını belirttiler. Ancak, ABD ile başka alanlarda da gerilim yaşayan Türkiye’nin İran dosyasından hatta petrol ithalatından dolayı yeni bir gerilim kalemi açmaya isteği yok. Bu nedenle, her ne kadar ABD ile müzakereler devam etse de Türkiye kaynaklarını revize ve maksimize etme yaklaşımı çerçevesinde özellikle Irak üzerinden petrol ihtiyacını karşılama yoluna gidecektir. 

BD-İran gerginliğinde bu sürecin emniyet sübobu olarak işlev gören AB’nin karşılıklı bu restleşmelerden sonraki yeni bir anlaşma sürecine dair üstlenebileceği rolü ne olabilir? 

AB, ABD’nin anlaşmadan çekildiği Mayıs 2018’den beri İran’ı anlaşmada tutmak, ki İran’ın aksi yönde gerçek bir iradesinin olduğunu düşünmüyorum, ve yeni bir anlaşma zemini oluşturmak için bazı girişimlerde bulunduğu ortada. Ancak, AB hiçbir zaman bu anlamda çok gayretli bir inisiyatif ortaya koymamıştır. AB, Avrupalı şirketlerin ABD yaptırımlarına maruz kalmaksızın İran’la ticaret yapmasını sağlama konusunda dahi ortaya kayda değer bir başarı koyamamıştır. Aylardır konuşulan Özel Amaçlı Ödeme Sistemi (Special PurposeVehicle) INSTEXT adıyla somut bir yapıya getirilmiş ancak bunda geç kalındığı gibi henüz İran açısından kayda değer bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Ne var ki AB’nin gerilimin daha fazla tırmanmaması ve yeni bir müzakere kanalının açılması için önemli olduğu da aşikar. Bu nedenle, İran’ın 8 Mayıs 2019’da, 60 gün zarfında kendi menfaatlerini sağlayacak bir önerinin getirilmemesi durumunda zenginleştirilmiş uranyum ve ağırlaştırılmış suyu yurt dışına satmayı durdurmak gibi yollara başvuracağını açıklaması Avrupa’dan sert tepki görmüştür. Zira Avrupa ülkeleri, özellikle Fransa, İngiltere ve Almanya, İran’ın ima yoluyla dahi olsa nükleer kapasite edinimini gündemine almasını kabul etmemektedir. İran da Avrupa’nın yeni bir anlaşma sürecinde oynayacağı rolün farkında olduğu için gerilimi artırmak istemeyecektir. Önümüzdeki günlerde İran’la Avrupa ülkeleri arasında temasların artması ve ABD Başkanı Trump’ın müzakere çağrısını yenilediği de düşündüğünde arabuluculuk girişimlerinin ivme kazanması, ki en son Japonya da bu işlevi görebileceğini açıkladı, son derece olasıdır. 

Trump’ın İran konusundaki dış politika ekibine bakıldığında İran konusunda çok sert tedbirler alınmasının gerektiğine değinen kişilerden oluştuğunu görüyoruz. Hatta İran’a direkt müdahale yanlısı oldukları da biliniyor. İran’ın bu ekiple yeni bir anlaşmaya oturması ne kadar mümkün?

Öncelikle İran herhangi bir ABD yönetimi ile masaya oturabilir, bunu bir tespit etmek gerekir. İran açısından önemli olan iki temel husus vardır: kullanılan dil ve vaat edilen kazanımlar. Trump’ın son dönemlerde İran’a karşı daha önce kullandığı tehditkâr ve hakaretamiz dili terk ettiği düşünüldüğünde müzakere zemininin oluşabileceği anlaşılmaktadır. Bu noktada konu olası kazanımlardır. İran 2015 tarihli anlaşmadan daha köklü maddeler içeren bir anlaşmaya imza atacaksa çıkarlarının söz konusu anlaşmada olduğundan daha net şekilde koruma altına alınmasını da bekleyecektir. İran açısından mevcut ekonomik baskıyı uzun vadede kaldırmak imkansızdır ve her ne kadar görüşmelerin bugünden yarına başlayacağını söylemek afaki olsa da çok geçmeden diplomatik kanalların daha net şekilde işleyeceği barizdir. 

Tüm bu adımlardan yola çıkarak; Trump’ın Asıl Amacı rejimin bu süreçte yıpranması ve kendi istediği çizgiye gelerek yeni bir anlaşmaya oturması mı? Yoksa direkt olarak Rejim Değişikliği’ne giden süreci başlatmak mı?

Trump’ın İran politikasının nihai gayesi belirsizliğini koruyor ancak bu Trump’a has bir durum değil ve 1979’dan günümüze hemen her ABD yönetimi İran konusunda benzer belirsizlikler içeren hamlelerde bulundu. Mevcut durumda, Trump’ın İran’a en azından ABD eliyle bir rejim değişikliğine gitme düşüncesine sahip olduğunu düşünmüyorum. İlk soruya verdiğim cevapta olduğu gibi ortada daha kompleks bir hesap bulunuyor. Bana öyle geliyor ki Trump açısından devrilerek başka bir rejimle ikame edilmiş İran İslam Cumhuriyeti’ndense varlığını koruyan ancak ABD açısından “sıkıntı” oluşturmayacak bir İran İslam Cumhuriyeti daha arzu edilir bir opsiyondur.