Osmanlı’yı sevenimiz de vardır, sevmeyenimiz de. Ancak herşeye rağmen bunu bir ölçü olarak ele alamayız. Yânî böylesi ölçümler ışığında bir takım değerlendirmelere gidemeyiz. Ama gidiyoruz, böylesi hayati hatalar işleyebiliyoruz!... Biz bu hayati hatayı, “Atatürk değerlendirmelerinde de” yapıyor ve istemeden Atatürk düşmanlarının ekmeklerine yağ sürüyoruz ve maalesef gönüllü olarak... Sorarım: Kaç genç değil, her yaştan kaç vatandaşımızın “Atatürk hakkında sağlam bilgisi vardır? Atatürk’ümüzü gerçek çehresiyle bir nebze olsun tanıyabilmiştir?...” Pek azı. O da ya akademisyen veya üst düzey bürokrata mensup olanlar. Millet çoğunluğumuz Atatürk denince içki sofrası, hanımı, sevgilisi vs. gibi magazin düzeyinin üzerine çıkmayan bilgilerle mücehhez’dir. Yânî, en azından fikir yapısını anlatabilecek düzeyde olmayan sıradan bilgiler... Peki bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, Aziz Milletimizin çağdaş bilgilerle donanmış bir seviyeye erişip; güçlü, kuvvetli, milletler sosyetesinde üst düzeyde bulunan ve cihana hükmeden devletler seviyesine çıkabilmesini her daim istememiş ve günümüzde de istemeyen bazı kontrolör güçlerce her zaman baltalanmaktadır!... O iğrenç kontrolör güçler, Osmanlı Türk İmparatorluğu’nun muhteşem dönemindeki kuvvet ve kudretinin yanı sıra, adalet ve vicdan anlayışındaki inanç ve asaletinin nelere kadir olduğuna bizzat şahit olmuş bu materyalist vicdansızlar. Türk Milleti’nin bir şekilde yeniden eski ihtişamlı yıllarına erişebilmesinden son derece korkmakta ve bu sebeple binbir entrika çevirerek, Türk insanını her açıdan zayıf düşürüp, bölük pörçük duruma getirebilme gayretine düşmüşlerdir ki, günümüzde oynanan iğrenç oyunun asıl çehresi de bu noktaya dayanmaktadır. Şöyle bir baktığınız zaman şu hazin tablo ile karşılaşmaktayız: Atatürk hakkında yazılmış eserler içinde en ziyade dikkatleri çeken her daim, yabancıların yazdıkları kitaplar olmaktadır. Yânî bizim öz Liderimiz hakkında bir nebze olsun bilgi sahibi olabilmek için yabancıların kitaplarına müracaat etmek mecburiyetinde kalmaktayız. Çünkü, Atatürk’ümüzü bizlere daha değişik bir çehre ve kısmi düşünce yapısıyla takdim etmeğe çalışmaları, bizleri onların kitaplarını okumaya teşvik etmektedir. Bu Osmanlı Tarihi ile alâkalı kitaplarda da böyledir. Meselâ, bizlerde çoğu kitapta Osmanlılar yerden yere vurulurken, yabancıların yazdıkları Osmanlı’yı adeta tüm muhteşemliği ile yaşatmaktadır denebilir!... Denebilir diyorum. Zira, yabancıların bizlerin ruh yapısına, bizlerin millî duygularına hitap edebilecek bir anlayışa göre hazırlamış olabileceklerine asla ve asla inanmam. Tam tersi Osmanlı ile alâkalı hemen herşeyi tersinden göstermeye ve aslını sadece kendileri için alıkoyduklarından hemen hiçbir şüphem yoktur. Yabancı lisan bilip de eserin orijinalini okuyabilenler, bizim bu iddiamıza kesin iştirak edeceklerdir. Bu durum bizim tarihçi, araştırmacı ve hatta roman yazarlarımız. Batılı meslektaşlarından kabiliyet ve bilgi açısından eksik oldukları için değil. Çoğunlukla “sansür cenaplarına” muhatap olmamak için öyle davranmakta ve fakat bazıları da, isteyerek malûm yolu seçmektedir... Meselâ, bir Ord. Prof. İsmail Hakkı Uzunçarşılı merhum’un, Osmanlı İmparatorluğu tarihini dile getirmiş olan emsalsiz eseri ki, “Kanuni’ye kadar gelen” VI. ciltten müteşekkil bu muhteşem çalışmadan istifade edilerek nice eserler verilebilir. Çoğunlukla sözü dahi edilmez. Hadi canım oradan demeyin. Bilhassa yeni nesillerin çoğunluğu hemen, hemen varlığından dahi haberdar değildir ve bunların arasında çoğunluğu teşkil eden yüksek tahsil talebeleridir. Nitekim, tarihi konularda görüşmek isteğiyle evime teşrif eden nice yüksek tahsil talebesinin merhumun eserlerinden hemen hiçbirini okumamış olduklarını esefle müşahede etmiş durumdayım. Ancak bunun tam aksi, yabancı yazarlardan olanlarla, bizdeki “kılıç-kalkan” edebiyatını, sözde Osmanlı tarihi diye bizlere sundukları bazı, lise düzeyinin de altında kalan kitaplar hakkında hemen hepsinin de en azından malûmatı var diyebilirim!.. Böyle konularda ekseriyetle şöyle buyurmaktadırlar: (Efendim, tarih kitaplarımızda akıcı bir metot kullanılmadığı için, gençler sıkılmaktadırlar vs.) İleri sürülen bu gerekçe doğru mudur!... Asla değildir! Çünkü, kitabı sıkıcı hâle getiren, kullanılan usul değil. Doğrudan seçilen: “Hamaset edebiyatıdır” ve gençleri sıkan da budur. Yabancı eserleri de bu sebeple her daim tercih edilmekte ve “başucu kitabı” olarak değerlendirilmektedir. Bir başka örnek: “Bizans Tarihini” A’dan, Z’ye yazan hem de en mükemmel şekilde yazan, gayet değerli akademisyen ve tarihçilerimiz var. Meselâ, bu değerli insanlarımızdan ikisinin eser adları ve kimliklerini aşağıdaki satırlara geçiyor ve soruyorum: Bizlerin böylesine değerli tarih hocalarımız var iken niçin onların varlıkları çoğunlukla bilinmez. Bizans tarihi üzerine uzman iki değerli hocamızın iki eserinin serlevhaları ile kendi adlarını aynen geçmeyi bir borç biliyorum. Zira, bilinmeleri yânî, bilhassa yeni nesillerimiz tarafından değerlendirilmeleri, yarınların Türkiye’si açısından elzemdir inancındayım!... “BİZANS DEVLETİ TARİHİ” Yazan: Prof. Dr. Fikret Işıltan. Saygıdeğer Hocamız, Bizans tarihi hakkında bizlere gayet zengin bilgi aktarmışlar ve dolayısıyla, bilgi dağarcığımıza, Bizans ile alâkalı bir çok bilgi aktarılabilmiştir. Gelelim İsmail Tokalak Hocamızın, (“BİZANS-OSMANLI SENTEZİ”) gayet değerli eserine. Bizans kültüründen Osmanlı’ya neler geçmiş ve dolayısıyla, bizlerden Bizans, kültürümüz açısından neler almış. Bütün bunların cevaplarını gayet hacimli eserinde bulabilirsiniz. Biz ise, Bizans hakkında gerçek bilgilere ihtiyacımız olmasına rağmen, oradan, buradan kapma safsata bilgilerle donanmış ve iğrenç sekse hitap eden sahnelerle donanmış ve böylece muazzam reklamlarla sinema ve TV’lerimize aktarılmıştır... Niçin böyle yapılmıştır? Şunun için yapılmıştır: (Türk Milletinin kültür seviyesi “ilk okul bilgisinin dahi altında kalması için yapılmıştır.) Bu sebeple, hangi millet kimdir? Kimlerden oluşmuştur? Dost mudur, düşman mıdır; dost ise hangi sahada dostluk duymaktadır? Düşman ise, hangi mesele dolayısıyla bizlere düşman olmuştur? Bütün bunlar hakkında hemen hiçbir bilgimiz yoktur?... Dahası: Dostluk nasıl başlar, nasıl biter. Hasımlık nasıl zuhur eder, nasıl son bulabilirse, onu da bilmeyiz!... Çünkü hemen her ülke için hayati olan bu bilgiler, bizim dağarcığımızda hemen, hemen hiç yer almamıştır!... Bize göre: (Bir biz varız. Bir de düşmanlarımız!) Ne var ki, böyle olunmasına, çok katı saplantılarla hareket edilmesine rağmen, yine de (radikal) çıkışlar yapabilmekte ve bir Fransız “Araştırmacı ve Siyaset adam”, “Alphonse de Lamartine’”in yazdığı OSMANLI TARİHİ kitabını basıyor ve hemen herkesin okuyabilmesi için, tirajı yüksek bir gazete tarafından (kupon karşılığı) ücretsiz dağıtıyoruz. Eser nasıl bir fikir yapısının ürünüdür? Bizlere ne verecek, neleri belleğimizden silip, atacaktır? Bunların hemen hiç birine cevap veremem. Zira, eseri henüz okumuş değilim? Ancak, “Ermeni Meselesi”nin ardında Fransa’nın da yer aldığı: (Adana’nın pamuğuna bizim ihtiyacımız var.) diyerek bir takım seri işgallere girişen ve de Pay-ı Taht İstanbul’un da işgaline iştirak eden, Çanakkale’deki müttefik armadası içinde savaş gemileriyle yer alan, yine Fransa olmamış mıdır!.. Günümüze gelince, Emperyalist Devletlerin teşvik ve maddi yardımlarıyla beslenen Ermenilerin “Taşnak, Hınçak” vs. fırkalarının rahat hareket etmelerinde hiç şüphesiz yine Fransa’nın birinci derecede rolü vardır. Buna rağmen Fransız’ın fikir yapısı, yânî Osmanlı’yı değerlendirme açısından onun fikir yapısı, ayrı bir itibar görmekte ve değerlendirilmede ondan hayranlıkla söz edilmektedir!... Deniyor ki: İmparatorluğa çok farklı bir pencereden bakılıyor: (Fetihler, Seferler, İsyanlar, Entrikalar, Pişmanlıklar, Padişahlar ve Harem yaşantısı. Akıcı bir roman üslubuyla kaleme alınmış...) Görülüyor ki, bilhassa Harem Hayatı zikredilmiş. Çünkü okuyucunun Harem hayatını özellikle okuması ve de “çok kadınlı olmanın” özelliklerini öğrenmeli ve böylece Atalarının Harem hayatını da öğrenerek, İmparatorluğu hakkında genel kültürünü(!) genişletmeli!... Ben, yabancıların yazdıklarını okumayalım demiyorum. Asla bağnaz değilim! Ancak bizim tarihçilerimizin geri plânda kalması, canımı sıkıyor hepsi bu. Ve lâkin, sıkılmasına yetiyor da artıyor denebilir!... Nasıl sıkılmasın ki: Padişahlarımız ve Atatürk’ümüz hakkında muhtelif eserler veren, yer yer övgülerle büyüklerimizi adeta ayyuka çıkaran yabancı yazarlar ki, bizlere her daim methiyelerle takdim edilmektedirler ve de ne gariptir ki, bunların çoğunluğunu “İngiliz ve Fransızlardan” müteşekkildir. Yânî, Muhteşem İmparatorluğumuzun yoklara karışmasında birinci derecede rol oynamış olan devletlerin yurttaşlarındandır. Meselenin bu yönü hiç mi hiç düşünülmemektedir?!... Düşünebildiğimiz zaman, yabancı yazarların eserlerini daha iyi değerlendirebileceğiz. Saygılarımla mutlu tatiller diliyorum efendim. İnşallah bir daha ki makalemde buluşabilmek dileğimle, Hz. Allah’a emanet olun efendim. Not: Bu makale, (9 Ocak 2011 Pazar günü yazılmıştır.)