Evet vaziyet böyleyken, İsrail’in bölgede ki ABD-İran yakınlaşmasına karşıt hamle olarak Hristiyan dünyasının ve özellikle Avrupa’nın desteğini almak için türlü adımlara başvurduğu da bilinmektedir. Hatta İsrail Başbakanı Netanyahu’nun da geçtiğmiz günlerde ki İtalya ziyaretinde özellikle Papa’yı ziyaret etmesi ve görüşmesi de bu bağlamda ele alınabilir. Netanyahu’nun 20 yıl sonra Papa’yı ziyaret eden ilk İsrail Başbakanı olması da tam da bu zamanda tesadüf olmasa gerek! Yapılan görüşmelerde İran’ın nükleer çalışmalarının ele alındığı söylenmiştir.
Günümüzde açıkça görülmektedir ki bir zamanlar birbirini kıran Hıristiyan-Yahudi ikilisi, Kitab-ı Mukaddes adı altında ittifaka giriyor. Yani İsrail’in karşısında artık bir Roma tehdidi yoktur. Vaziyet böyleyken, İsrail tehdidi, Müslüman coğrafyada giderek artmaktadır. İsrail 1948 yılında kuruldu ama kurulduğu gün dahil günümüze kadar çevre ülkeleriyle savaş halinde bir devlet. 1948, 1967 ve 1973 yıllarında çıkan savaşları bir hatırlayınız; İsrail başta Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’la hep savaştı... Bakınız İsrail haritasına, çevresinde neredeyse savaşmadığı ülke kalmadı İsrail’in. Bu savaşlar yeni toprak işgalleri için bir zemin hazırlamış olsa bile, İsrail bu savaşları daha ne kadar sürdürebilir? Bugüne kadar yapıldığı gibi, İsrail’in bu savaşları artık sürdürebilmesi mümkün görülmüyor. Çünkü doğrudan savaş, gün gelir İsrail’i bölgede müşterek hedef haline getirebilir ve 1187’deki Selahaddin Eyyubi’nin yaptığı Hıttın savaşı gibi bir savaş çıkabilir, cihad olgusu güç kazanıp, bırakın işgal edip genişlemeyi, İsrail’i kendi topraklarını koruyamaz hale düşürebilir. Bu noktada, bölgedeki Müslüman ülkelerin topyekûn bir savaşa girerek İsrail’i yok etmeye çalışması, en büyük endişe olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle İsrail doğrudan açıkça bir cepheye girmiyor, Müslüman-Yahudi savaşına yol açmak istemiyor. Bu nedenle İsrailoğulları yeni stratejiler aramaktadır.
Günümüzde açıkça görülmektedir ki bir zamanlar birbirini kıran Hıristiyan-Yahudi ikilisi, Kitab-ı Mukaddes adı altında ittifaka giriyor. Yani İsrail’in karşısında artık bir Roma tehdidi yoktur. Vaziyet böyleyken, İsrail tehdidi, Müslüman coğrafyada giderek artmaktadır. İsrail 1948 yılında kuruldu ama kurulduğu gün dahil günümüze kadar çevre ülkeleriyle savaş halinde bir devlet. 1948, 1967 ve 1973 yıllarında çıkan savaşları bir hatırlayınız; İsrail başta Mısır, Ürdün, Suriye, Lübnan ve Irak’la hep savaştı... Bakınız İsrail haritasına, çevresinde neredeyse savaşmadığı ülke kalmadı İsrail’in. Bu savaşlar yeni toprak işgalleri için bir zemin hazırlamış olsa bile, İsrail bu savaşları daha ne kadar sürdürebilir? Bugüne kadar yapıldığı gibi, İsrail’in bu savaşları artık sürdürebilmesi mümkün görülmüyor. Çünkü doğrudan savaş, gün gelir İsrail’i bölgede müşterek hedef haline getirebilir ve 1187’deki Selahaddin Eyyubi’nin yaptığı Hıttın savaşı gibi bir savaş çıkabilir, cihad olgusu güç kazanıp, bırakın işgal edip genişlemeyi, İsrail’i kendi topraklarını koruyamaz hale düşürebilir. Bu noktada, bölgedeki Müslüman ülkelerin topyekûn bir savaşa girerek İsrail’i yok etmeye çalışması, en büyük endişe olarak ortaya çıkıyor. Bu nedenle İsrail doğrudan açıkça bir cepheye girmiyor, Müslüman-Yahudi savaşına yol açmak istemiyor. Bu nedenle İsrailoğulları yeni stratejiler aramaktadır.
Netice itibari ile, Ortadoğu’da, İran-İsrail eksenli derin bir hesap var. ABD, İran ve İsrail; hala Ortadoğu siyasetinin üç büyük ve derin oyuncularıdır. Türkiye’nin ise oyuncu olmasına izin verilmiyor. Aslında İsrail ve İran uzun yıllar birbirlerine karşı sözde düşman tavrı ile yaklaşarak kendi halklarını dış düşman metaforu üzerinden diri tutmuştur. Ancak son zamanlarda bu etki kırılmaya ve deşifre olmaya başlamıştır. İki ülkede bu strateji sayesinde bölge ülkeri üzerinde danışıklı dövüşlerine devam etmiştir. Bu danışıklı dövüş özellikle Türkiye’ye karşı büyük bir Operasyonun da temelini oluşturmuştur. Günümüzde bariz bir şekilde İrancı ve Anti-İrancı grubun kavgaları ülkeyi bir hayli yıpratmaktadır. Bu sayede İsrail ve İran’ın bölge yayılmacılığı artmış ve Türkiye büyük bir kann kaybetmiştir. Suriye konusunda da İsrail’in yaptığı son açıklama niyetleri belli etmişti aslında. Çünkü İsrail bölgede El-Kaide gibi radikal İslamcı örgütler yerine, Beşşar Esad’ı tercih edeceğini söylemiştir. Bu bir nevi İsrail’den İran’a bir şirinlikti… Türkiye’de ise dış politika zaafları devam ettikçe iki ülkede Türkiye üzerinde ki en önemli kartı yani Terör kartını açıktan oynamaya başlayacaktır. Pkk’nın son dönemde hem İran’dan hem de İsrail’den yoğun bir destek aldığı bilinmektedir. Pkk’nın üst düzey yöneticileri son dönemde İsrail ve İranlı yetkililerle önemli görüşmeler içindeler. Türkiye ise Pkk elebaşısı Apo gibi son kullanma tarihi geçmiş kişilerin sözünde hayallere kapılıp gitmektedir. Terör olayları aldığım bilgiler çerçevesinde önümüzdeki dönemde bir hayli artacağa benziyor. Türkiye acilen önlem almalı ve ülkede ki İsrail-İran yayılmacılığına son vermelidir.
Dış Politikada Türkiye, İsrail-İran yayılmacılığına acilen karşıt bir strateji üretmelidir, yoksa Ortadoğu’da bırakın Türkiye’nin gücünü, sözü bile olamaz. Dış Politikadaki kırılmalar için artık önlem alınmalıdır. Bu arada son dönemde ki Türkiye-Ermenistan görüşmeleri ile ilgili de kısaca şunu söylemek lazım: İsrail’e Gazze şartı koyan Türkiye’nin Karabağ sorunu çözülmeden Ermenistanla iyi ilişkiler kurmasını beklemek en hafif ifadeyle naiflik olur.
Ve son söz:’’ Derin Düşünmeyen Devletlerin Yüksek İdealleri Olamaz’’