ÖNCE  VATAN  İLLE  DE  VATAN

Muhsin  BOZKURT

     Bazı partilerimiz sanıyorlar ki, kendileri iş başına gelirse ortalık süt liman olur. Polis, nahoş / istenmeyen olaylarla karşılaşmaz.

     Dış dünyada saygın bir yerimiz olur. İçte bir başka türlü barış rüzgârları eser.

     Sokaklar sâkinleşir. Meydanlar boşalır. Olaylara sahne olmaktan çıkar. Vatandaş daha rahat bir nefes alır. Daha huzurlu günler gelir. Ne yeşil sahalarda itişme kakışma kalır. Ne mecliste kavga gürültü kopar.

     Asıl önemlisi bölücü faaliyetler durur. Menfi kıpırdanmalar biter.

     Öğrenci hareketleri kesilir. İşçilerin memnuniyetsizlikleri giderilir. Kadın ve çocukların orda burda boy göstermeleri; daha doğrusu onları öne sürmeler sona erer.

     Çünkü bahsi geçen kimi partilerimiz, sanıyorlar ve içtenlikle inanıyorlar ki; bütün sıkıntıların başı devletimiz ve kendi resmiyetimizdir. Bu yüzden özellikle onları suçluyor ve suçlu buluyorlar.

     Onlara göre polisin sert tutumu, askeriyenin müstağni / siyasetten uzak vakur duruşu, bürokratların tavrı; bütün sıkıntıların baş sebebidir.

     Zannediyorlar ki, kendileri iş başına gelirse, kendileri iktidar olursa; bütün olumsuzluklar; sihirli değnek dokunmuşçasına kaybolup uçar gider.

     Memleket rahat bir nefes alır. İnsanlar korkusuzca gezer tozar. Vatandaşlara işte ancak o zaman birbirine karşı daha bir emniyet gelir. Daha bir güven oluşur.

     Ana babalar bile daha rahat nefes alır. Çocukların akıbeti meçhullük taşımaz.

     İç istikrar sağlanır. İç ekonomi canlanır. Üretim çoğalır. İhtiyaçlar daha iyi karşılanır. İhracat imkânı artar. Kısaca Türkiye, maddî manevî yönden tam olarak düze çıkar.

     Bu güzel düşüncelerle propaganda yaparlar. Genel seçimlere girer ve kazanırlar. Hükümet olur, iktidarı ele alırlar.

     Halk heyecanlanır. Tüm umutlarına ancak bu iktidarla gerçekleşeceğine bütün kalbiyle inanır. Son bir sabırla beklemeğe başlar. Söylenenlerin bir bir yerine  getirilmesini bekler. İktidar da bütün samimiyetiyle işe koyulur. Vâdettiklerini yerine getirmek için kolları sıvar.

          Aradan epey zaman geçer,

          Ümitler, bir bir suya düşer.

          Halkın bekleyişi sürer,

          Beklentisi devam eder.

          Fakat yavaş yavaş elde sabır,

          Dökülmeye başlar sapır sapır.

          Bekleyiş umutsuzluğa kayar,

          Muntazır oluş, olur intizar.

          Olur hükûmet, lâkin olamaz iktidar.

          Olursa da, dış güçlerin istemi kadar.

          Tüm iyi niyet ve gayrete rağmen,

          Bir türlü sonuç alamaz tamamen.

          Olan biten karşısında kalır şaşkın,

          Anlar ki, kimi işler kendini aşkın.

     Ne bir türlü piyasa canlanır. Ne de halkın yüzü güler. Hayat yine pahalı, geçim yine zordur.

     İşi olan, işten olup bunalıma düşmekte. İş bulamayan, buhran içinde kıvranmaktadır.

     Dış politikada ise, hükûmetin çaldığı bütün kapılar yüzüne kapanmakta. İsteklerin sonu bir türlü gelmemektedir.

     Her vesileyle yapılan toplantı ve yürüyüşlere; bölücü ve yıkıcılar hemen sızıyor. Her fırsatta yıkıcı, bölücü terör estirici afişleri açıyor. Güya bayraklar sallandırıyor. Bölücü sloganlar atıyor. Dünyaya mesajlar saçıyor.

     Akıllarınca dış müdahalelere zemin hazırlamak istiyorlar.

     Nitekim görünüşe bakılırsa, her şey lehlerine. AB uyum yasaları; kendilerine bütün bu imkânları -ne acıdır ki- sağlıyor.

     Kısaca devlete; vatan meydanlarında kafa tutuyorlar.

     Son âna kadar ağırbaşlılığını muhafaza eden, kendini bırakmayan, kendine hâkim olan polis; ister istemez olaylara müdahale etmek, karışmak zorunda kalıyor. Çünkü iş çığırından çıkmış daha doğrusu çıkarılmış, amacından saptırılmış oluyor teröristlerce.

     Fakat ne hazindir ki, sonunda kötülenen, suçlanan ve yıpratılan yine polis oluyor. Suç onun üstüne yıkılıyor.

     Aslında istenen de, zaten bu: Polis yılsın, polis gerilesin, polise yılgınlık ve gevşeklik gelsin. Görevini yapamaz olsun.

     Olsun ki, AB ve ABD’yi arkalarına alan hıyanet ocakları dumanlarını tüttürebilsin. Böylece vatanı karanlık bulutlar bürüsün.

     Sonunda vatan bölünsün. Onlar da ersin murâda. Tabii kalırlarsa şayet meydanda. Çünkü ava giden, aynı zamanda avlanır da.

     Ve anlaşılıyor ki, bütün iyi niyetler, tüm anlayışlı davranmalar, kanunî düzenlemeler, tehlikeli sonuçlara yol açacak değişiklikler. Hattâ -istenmese de- devleti çökertmeğe zemin hazırlayacak adımlar atılması; aç canavar hükmündeki iç dış tehditleri frenlemiyor.

     Yapacakları kötülükleri engellemiyor. İç dış mihraklar için, caydırıcı rol oynamıyor.

     Tam tersine onlara: “Hel min mezid?” / “Daha yok mu?” dedirtiyor.

     Asla istekleri son bulmuyor. Bölücü, yıkıcı faaliyetlerini sekteye uğratmıyor. Çünkü aç canavara muhabbet / sevgi göstermek; onun iştahını daha da kabartıyor. Üstelik dönüp bir de diş kirası istetiyor.

     Öyleyse iç didişmeleri bir yana bırakmalı. Devlete sahip çıkmalı. Milleti aziz ve asil bilmeli. Vatanı mübarek tanımalı. Her kabahati kendimizde ve birbirimizde aramamalı. Milletçe kenetlenmeli. Elele vermeli.

     İki yüzlü, hattâ çok yüzlü resmî Batı’nın hatırı için, birbirimizin hatırını kırmamalı.

     Açıkça Türkiye ve Türk Milleti’ne karşı çifte standart uygulayan ahlâksız bir siyaset güden Batı’nın gerçek çehresini görmeli.

     Suçu birbirimize atmaktan vazgeçmeli. İçimizdeki bölücü ve yıkıcıların oyunlarına zinhar gelmemeli.

     Olaylara Batı’nın Avrupa’dan üfleyerek, Türkiye’de oynattığı kimi aydın, kimi yazar çizer takımı ve hattâ kimi politikacı kişilerin gözüyle bakmamalı. Onları, onların kulağıyla işitmemeli.

          Demeli önce vatan, ille de vatan.

          Asla bizden olamaz, bizi aldatan.

     (10. 03. 2005)