Ölüm gerçeğinin biçimlendirdiği hayatlarımız.

Ölüm, kimi insanlar için hayata daha fazla anlam katmanın nedeni olurken, kimileri için ölümü düşünmek bile korku tüneline girmek gibidir. Ölüm korkusuyla geçirilen işkence dolu günler ve bitip tükenen anlamsız hayatlardır. Kimileri için acıların son bulduğu kurtuluş. Kimileri için ölüm bir yok oluş, bir bitiş ve ebediyen hiç olmak. Kimileri için ruhun bedendeki varlığına son verme ve sonsuz hayata göç etmedir.

Bir Ayet; “her bir canlı, ölümü tadacaktır elbette” der.
Felsefi açıdan ölüm; varlığın bütün olanaklarını yitirişidir.
İnsan yaşamının zamanını yitirmesi, Artık rüyaların olmadığı bir uykudur.

Bir An İçin Varsayalım ki

Bir an düşünelim ne istersek her şey var, istediğimiz tüm maddi şeylerimiz var ancak etrafımızda tek bir insan yok, ya da kimsenin aklında değiliz, umurunda değiliz. Yalnızız. Bizim tanıklık ettiğimiz hiç kimse yok, hiç kimsede bize tanıklık etmiyor…

Artık hiç kimsenin hayalinde yaşamadığını anladığı an, o insan gerçekte ölür. Yaşamın anlamı, bizim birilerine, birilerinin de bize tanıklık etmesidir. İnsan yaşamında var olan her şeyi birileriyle paylaştığı, yardımlaştığı anlattığı ve onlarda oluşturduğu olumlu etkileri hissettiği zaman hayat anlam kazanır.

Bu İnsanın yaşama bağlanışının var oluşunun en önemli boyutudur. Çünkü insan bedensel olduğu kadar ruhsal ve sosyal bir yaratıktır.
SAHİP OLMAK ya da OLMAK
Eğitim kurumları rehberlik servislerinde görev aldığım dönemlerde öğrenci ve ailelerinin, “o bölümden mezun olunca sahip olacağımız diplomanın getirisi nedir, benim çocuğum nasıl iyi bir meslek sahibi olur, nasıl daha çok para kazanabilirim?”  Benzeri sorularıyla sık karşılaşırdım.

     
Bu sorulardan anladığımız “eğitim, daha çok şeye sahip olabilmenin,  muhtaç olmadan yaşayabilmenin, işsiz kalmamanın bir aracıdır” düşüncesidir.
Benim çabam ise insanları biraz farklı kulvara çekmeye çalışmaktı.     

O kulvarda alacağı eğitimle kişi kendini tanısın, kendini olabileceğinin en iyisi olabilme yolunda olanaklar yaratsın, yaşamı tanısın, fırsatların farkına varsın, insan kendini başarsın, yarışacağı kişi kendisi olsun, kendi versiyonunun en iyisi olsun, bu sorumlulukla dünyaya geldiğini fark etsin.

Her ne iş olursa olsun; kendisi olabileceği seveceği ve severek yapabileceği iş, onun en üretken olacağı iştir.

Piyasa odaklı yaklaşımlar yerine, insanın özeline odaklı ve sahip olmak yerine, olmayı temel alan yaklaşımdı asıl olan. Aslında onların kaygılarına da bir anlamda hak verirdim çünkü işsizlik sorununun arttığı dönemlerde insanlar ne olmak istediklerine göre seçim yapmaları onlar için lükstü. 

Her şeye rağmen en mutlu, başarılı ve güçlü olanların sevdiği işi severek yapanların olduğuna şahit oluruz.
Hayatın anlamının sahip olmak değil de, olmak olduğunu kavrayabilen insanların ölüm konusunda da rahat oldukları görürüz.

Ölümden önce ve sonra, eserleriyle ışık olanlar yaşamdan aldıkları haz ve doymuşluk hissi sayesinde  ölümü çok da düşünmediklerini gözlemleriz.

Onların yazdıkları kitapları, ürettikleri eserleri ve yaşadıklarına dair bıraktıkları izleri yetiştirdikleri çocukları onları unutulmaz yapar.    

Ölümden sonrada hatırlanacağının bilincinde olarak hiçlik duygusu içine girmezler, ölümden ürkmezler. Kendilerini gerçekleştirdikleri, kendileri oldukları bu dünyada hayatın anlamını bulmuşlardır.

Bu sayede onlar eşyalara değil de, amaca endeksli anlamlı yaşamlarında mutluluğun ne olduğunun tanımını çok iyi bilirler. Yalnızlık çekmezler. Yaşadıkları maskesiz hayattır. Kendileri olurlar.

Kendisi olmayı kendisini yaşamayı değil de sahip olmayı hayat amacı görenler içinse ölüm,  sahip olunan tüm şeylerin hiç olmasıdır.

Bilinçaltları bir hiç uğruna yaşadıkları izlenimini verir onlara.

“Bu Dünya yalandır” derler sıklıkla. Yaşadıkları dönemde maskelerinin hiç çıkarılmaması, sahte dostluklar ve gerçek yalnızlıklar yaşanır.    

Makam mevki daha çok para pul eşyaya sahip olmayı önemseyenler için ölüm kıyametin kopması, dünyanın sonudur. Sahip olmak için verilen uğraşların bir anda boşa gitmesidir, korkudur, paniktir ve ölüm düşüncesi işkence olmaya başlar.

Uğruna bir ömür harcayarak biriktirdiği eşyalar onları temsil etmez, dünya malı dünyada kalır, kefenin cebi yoktur, bu dünya yalandır.     

Sahip olmayı hayatlarına çok da anlam katmadığını deneyimleyenler yaşadıkları boşluk duygusunu daha çok ışıltı, daha çok haz veren işler ilişkiler ve daha çok bağımlılıklar peşinde koşarak dindirmeye çalışırlar.   

Ölüm, sahip olma peşinde olanlar için sondur bitiştir, korkudur ve paniktir.