Tarih ve toplum en az siyaset kadar önem arz eder. Çünkü Devletin en dayanak mekanızması şüphesiz ki sağlam siyaset ve güçlübir hafıza belleğine sahip olabilmektir. Toplumlar için hafıza ise, tarihtir. Yani tarih, diğer bir tabirle tarih bilgisi; enerjisini o milletin geçmişinden, köklerinden alarak geleceğini aydınlatan bir el feneri gibidir. Ünlü tarihçi Bernard Lewis: “Tarihini bilmeyen toplum hafızasını kaybetmiş insan gibidir.” derken, İngiliz devlet adamı Churchill: “Ne kadar geriye bakarsanız, o kadar ilerisini görebilirsiniz” demektedir. İşte bu yönüyle ilmin kendini bilmek tanımına, (Hazreti İbrahim ateşe atıldığında ona su taşıyan bir karınca zihniyetiyle) hizmet etmek üzere yazılmış bir eserdir. Bu kitabı okuduğunuzda, her sayfasında kendinizi, atalarınızı ve kadim köklerinize giden ışıklı yollar bulacaksınız. Zira, kitabın içeriğinde anlatılmaya çalışılan ‘’İlk Dünya Savaşı’’ denilecek kadar büyük ve etkili olan bu olaylar silsilesi muhakkak ki vuku bulduğu Avrupa ve Orta Doğu devletlerini etkisi altına almış ve birçok devletin yıkılmasına yol açtığı gibi aynı zamanda da kurulmasının dolaylı veya doğrudan nedeni olmuştur. Orta Çağ Tarihi’nin (375-1453) en önemli olgularından ve dünya tarihinin kırılma noktalarından biri olarak Haçlı Seferleri (1096-1276)’nin, karmaşık bir yapıyı içerdiği de dikkate alınarak disiplinler arası çalışmalar ile incelenmeleri ve günümüz siyasi yapısının saptırıcı etkilerinden de özenle uzak durularak ele alınmaları gerekir. Haçlı Seferleri, görünürde iki farklı medeniyetin doğal bir çatışması ve Hıristiyanların kutsal sayılan Kudüs’e ulaşarak burada bulunan Hz. İsa’nın kabrini Müslümanların elinden kurtarma girişimi olarak lanse edilse de esas amaç; Anadolu’yu işgal ederek boğazlara kadar ilerlemiş olan Türk akınları ile Avrupa arasında sadece zayıflamış, güçsüz Bizans (Doğu Roma 395-1453)’ın olduğunun farkında olan papalığın bu tehlikeyi önleme yolundaki çabalarıdır. Üzerinden yüzyıl geçen Haçlı Seferleri’nin, Yakın Doğu halkları tarafından algılanma biçimi ile Batılılar tarafından algılanma biçimi muhakkak ki farklıdır. Bu mukayesede Yakın Doğuluların, Haçlıları işgalciler olarak görmelerine mukabil Haçlılar, Batılıların tarafından bakıldığı zaman ise ‘’kahramanlar’’ olarak görülmektedir. Bu kitapta işte bu Haçlı Seferleri’nin dikkat çekici yönleri ele alınmıştır.
Bilindiği üzere Büyük Selçuklular 1096-1276 yılları arasında vukûu bulan Haçlı Seferlerine Türkiye Selçukluları (1075-1308) kadar gereken hassasiyeti gösterememiştir. Bbunda en belirgin husus ise devletin içerisinde olduğu taht kavgaları ve de tarihin belki de en büyük belası sayılabilecek olan Batınîlik terörü idi. Kurucusu Hasan Sabbah’ın harîkûlade teşkilatı gerçekten de Büyük selçuklu Devletîni çok zor durumlarda bırakmakta idi. Birçok devlet adamının da öldürüldüğü bu terör taraftarları adeta devletin başındaki en büyük dert idi. Özellikle Muhammed Tapar (1105-1118), bu durumu şöyle dile getirmektedir: “Devletin içerisine düştüğü Haşşaşîler büyük sorundur, öyleki onlarla savaşmak küffârla savaşmaktan daha önemlidir.” Bu sözün altındaki anlama bakacak olour isek ne kadar zor bir sürecin devletle başbaşa kaldığını bizlere özetlemektedir. Genele manada ise kitapta yer alan Haçlı Seferlerine bakacak olur isek Sebeb ve Sonuçları itibariyle şu şekilde ifade edebiliriz:
• Kutsal yerleri ele geçirmek,
• Kluni Tarikatının çalışmaları Doğu’nun ilkelerinin zenginliği,
• Avrupa'daki içine düştüğü sefalet,
• Müslümanların ticari alandaki üstünlüklerine karşın siyasi alandaki karışıklıklar,
• Senyör ve Şövalyelerin serüven arzusu,
• Müslüman Türklerin Anadolu'yu almalarına karşın Bizans'ın kışkırtması,
• Haçlı Seferlerine Papalığın kışkırtmasıyla, Fransa, İngiltere, Almanya, Bizans Macar ve Napoli Krallıklarının hep beraber katılması düşüncesi idi.
Yüzbinlece insanın kanı döküldü. Türklerin haçlı ordularını kazanması İslam Alemi için önemli kazançtır. İslam Âleminin çok büyük kaybı olmuştur. Şehirler tahrib edilmiştir. Avrupalılar doğuda geçici birtakım başarılar elde ettiler. Latin kırallıkları kurdular.
Sonuç olarak; son sözlerimizdeşu şekilde hülâsa etmemiz herhaldeki yanlış olmayacaktır; bizler Türk Milletî olarak 1096 tarihinde başlamış olup bu Haçlı Seferlerini taa 21. yüzyılda bile izlerini yani köklerini nasıl bugünlere saldığını net bir şekilde görüyor oluşumuz çok manidar olduğu kadar pek şaşırtıcı da değildir. Çünkü insanlar geçmişlerinden ders çıkaramaz ise geleceklerinde başlarına nelerin gelebileceğini kestirmeleri çok zor olacaktır. Bizlerin bu konuda oldukça hassas olması gerekmektedir. Zira o günleri (geçmişimizi), anlayamayan, iyi özümseyemeyenler bu günde neler oluyor neler bitiyor anlayamazlar. Çünkü tarih geçmişten günümüze kadar uzanır ve aslında pek bir de değişim göstermez. Hataya düşmek ise bilinçsizliktir, şûursuzluktur. Eğer hepimizin vicdanı muhâkemesî var ise kendimize şu soruyu sormalıyız: Atalarımız gerek coğrafyaları gerekse de kutsal din İslâmiyetî nasıl koruyup muhafaza ettiklerini, ülkesinde yaşayan farklı ırk ve milletlere nasıl aidiyet duygusuyla sahip çıktığı? ...Bilinse ve özümsense muhakkak ki bu gün İslâm coğrafyası ne de ülkemiz dış mihrakların oyununa gelir ne de tarihten tokatını yer!..
Bu kitabı okurken işte tamamıyla bu konular iyi tahlil edilerek çözümlenebilecektir. Bu arada yayınevi bu eseri basmakla yazarlar (Arda DENİZ - Koray KAMACI) kadar büyük bir rolgörevi üstlenmiştir. Özellikle genç yazarlara sağlanan bu imkan hem ulusumuz açısından milli bir bütünlüğü göstermiş hem de tarihe olan sahiplik duygusunu gözler önüne sermiştir. Buradan IQ KÜLTÜR SANAT YAYINCILIK Yayınevi imtiyaz sahibi Adem Bey'e teşekkür etmek büyük bir içtenlik olacaktır.
Unutmayalım ki; üzerinde bu gün yaşadığıumız bu topraklar yağmurdan çok kanla yıkandı!…
Kitabı alıp okumak, hiçbir şey kaybettirmez; ama çok şeyi kazandıracağıysa kesindir.