Nazım’ın ödediği bedel Yazar olmak öyle sanıldığı kadar kolay ve eğlenceli bir iş değildir. Düşüncelerinizi söylemek ve kağıda dökmek uğruna ailenizi, para kazanma hayallerinizi, gece uykularınızı bazen de çok sevdiğiniz ülkenizi terketmek zorunda kalabilirsiniz. Yani şimdiki bir takım yazarlar gibi elinize kağıda kalemi almaya başlayınca kendinizi bu alemin kralı zannederseniz ya bir süre sonra unutulursunuz ya da ti’ye alınmaya başlarsınız. Oysa gerçek yazarlar bir yandan yazma işinin ateşininde kavrulurken diğer yandan da toplum tarafından dışlanmayı, vatan haini olmayı, sürgün edilmeyi göze alırlar. Ve onlar için tüm bu sıkıntılar önemli değildir. Önemli olan yazabilmek ve yazdıklarıyla yaşam perdesinin arkasında bir iz bırakıp ölümsüz olmaktır. Nazım Hikmet Ran bütün büyük yazarlar/şairler gibi çok sıkıntı çekti, büyük mücadeleler verdi ve haksız yakıştırmalara uğradı. Nazım gibi Tolstoy’da Dostoyevski’de Henry Miller’da, geçen haftalarda kaybettiğimiz Nobel ödüllü yazar Harold Pinter’da önce yazar olma ve yazarlık yapma yolunda büyük acılar çektiler. Henry Miller’in henüz tanınmadığı günlerde para kazanabilmek için mezar kazıcılığı yaptığı okuyanları tarafından bilinir. Keza Harold Pinter’ın ilk yazdığı oyun eleştirmenler tarafından yerle bir edilmişti. Bundan sonraki yazarlık yolculuğunda da toplumsal olaylara kayıtsız kalmayarak Nobel Ödülü’nü aldıktan sonra ABD Başkanı George Bush ve İngiltere Başbakanı Tony Blair’in Irak’la ilgili olarak savaş suçlarından yargılanmalarını istemiş ve bazı çevrelerden tepki almıştı. Nazım Hikmet’te “Vatan haini” ilan edilmesine karşın ülkesinde yazarlık yapmaya olan hasretini “yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiyem’de Türkçemle yasak” cümlesiyle dile getirmiştir. Fakat, bir yazar olarak sadece yazmayı değil düşündüklerinin arkasında olmayı da bildiği için “ölümsüz” olmuştur. Bunun için Nazım’a 58 yıl sonra geri verilen vatandaşlığının sadece siyasi arenada bir anlamı olabilir. Çünkü Nazım zaten Türk vatandaşıydı. Bunu kimse “iadeyi itibar” meselesi olarak düşünmesin. Nazım Hikmet her zaman itibarlı bir yazardı. Bu yüzden hiçbir koşul altında düşündüklerini söylemekten vazgeçmemiştir. Ve ülkesine de “özde bağlı” olduğunu da şiirleriyle gayet açık bir şekilde anlatmıştır. Nazım Hikmet, Türkiye’de değil de başka bir ülkede yaşasaydı yine aynı muamele ile karşılaşır mıydı? Sorusunu şöyle cevaplandırmak mümkün olabilir. Zaman geçip ülkelerin sınırları değişse de yazar olana, düşündüğünü kitlelere anlatan kişiye bakış açısı değişmemiştir. Yetenekli kişiye, gerçek yazara/şaire kapılar her zaman zor açılır. Elini taşın altına koyan insana çoğu zaman “yürekli” yerine “deli” yakıştırması yapılır. Bunun için Nazım büyük şair’dir ve bunun bedelini de ülkesinden ayrı kalarak ödemiştir. Şimdi geç gelen bu “ Yurttaşlık hakkı” belki verilen mücadelenin başarıyla sonuçlanması adına mutluluk verici olabilir. Fakat Nazım Hikmet Ran’ın gördüğü tüm baskılara rağmen, ülkesini ve halkını her şeyin üstünde tutan tavrına karşı verilen bu hak, son derece gecikmiş bir karar olarak tarih sayfalarındaki yerini alacaktır. Büyük şair Nazım Hikmet, her zaman ülkesini temsil eden ünlü bir şairdi, ölümsüzlüğü sayesinde de Türkiye’yi temsil etmeye devam edecektir.