Mürşit, yol gösteren, kılavuzluk eden. Amaca ulaşmak için kullanılan araç, vasıta. Bu kavram tasavvufi literatürde bir karakterin üzerinden somut hale gelmiştir. Tasavvuf terminolojisinde Mürşit hakikati: ilim sahibi, ilmi ile amel eden, amellerindeki ihlası korumak suretiyle İslam’ın muradına ulaşmış kul, kemalat kazanmış mümindir. Bu hâli korumak için aidiyetin, ubudiyetin hakkını vermiş olduğuna kanaat edilir. Ve seyri suluk ile manevi makamları kat etmiştir. Ulviyeti(yüceliği) tamamen takvadan almış, yani Allah’tan almıştır. Ayetler ve hadislerle bu durum açık bir şekilde ortaya konulur. Salihlerden, Sıddıklardan, Muttakilerden, Muhsinlerden, Velilerden bahsedilir. Kurtuluşa eren bir taife, sınıf, bir zümrenin varlığına işaret edilir. Tanımların kahir ekseriyeti bu minvaldedir. 

         Ehli-sünnet anlayışında, tasavvuf kültüründe, mürşit tanımını yaparken bu anlamın kapsamını verebilecek durumdaki kelimeleri kullanmak gerekir. Hususiyetle tasavvuf lügati ile bildirmek elzemdir. Yoksa sosyal tabir, toplumsal tasvir, konuya dar bir çerçeve çizmekten öteye gidemez. Mürşit mefhumu sade sosyolojik değildir. Bir din sosyolojisi terimi olarak mürşit, “Rehberlik yapan, kendisine intisap etmiş kişileri manevi sırları kavrama ve marifet elde etme konusunda yönlendiren kimse. Tarikat disiplini içinde önemli makama sahip kimse. Geleneksel toplumlarda sosyal bir statü.” M. Ali Kirman, Din Sosyolojileri Terimleri Sözlüğü, s.160)

       Tasavvufi çizgisinin dışında mürşit tanımları da vardır. Genel ifade ile kılavuzluktur, istikamet göstericiliktir. Fakat bu kavrama umumun açık tanımlarını yapıp bırakmak, sadece o tanımlara bakmak tasavvuf ilmine ilgi duyanlar için yetersizdir. Hiçbir şekilde ifadesini bulmuş olamaz. Cemiyetin tabiri, sosyolojiktir. Bundan ibarettir. Bilimseldir, bilim için kabul edilir. Sosyal sahadaki karşılığından ise içtimaiyat ile iştigal eden istifade eder.  Fakat müridin bundan istifadesi yoktur. Tasavvufta Mürşit, sosyal meselelerin çok daha ötesinde muhteviyata sahiptir, yeri geldiğinde bireysel sorunlarla(müridin sorunları) iç içedir. Mürit için mürşit istifade kaynağıdır. Maneviyat tasarrufu ve rehberliği ile müritte ibadet iştiyakının diri kalmasını sağlar. Bu istifade olarak ifade edilen en önemli konudur.         

            Özellikle bazı gruplar içerisinde bu kavramla ilgili söylenen alelade sözler, halk katında çok fazla yanlış anlaşılmalara neden oluyor. Tasavvuf ilminde Mürşit, en genel tabir ile bir hakikatin tezahürüdür. Ama bir hakikat bazen bir bütün olarak anlaşılamayacak vaziyet taşır. Tasavvuf terimleri de bu şekildedir, ilmi alt yapının varlığı şarttır. Hatta kimi mevzuların parçalanarak, kısım kısım anlatılmasını icap ettirir. Mürşidin mahiyeti de böyledir.

           Mürşit, İslam’ın maksadının ve muradının tezahürü, ete kemiğe bürünmüş halidir.  Bizim de kastımız, İslam’ın maksadına bir çerçeve çizebilmektir. Bunca tekrarlarımız, dilimize dolayıp durdurmamız, çırpınıp da anlatamayışımız; bu maksadın etrafında gezebiliyor fakat mahiyetini tam veremiyor olmamızdandır. Çünkü insan hakkıyla anladığına tercüman olur, olmalıdır. Bu yüzden tekrarlarımız acziyetimize ifade oluyor. Bahsi edilen bu mevzuda bunca tekrara düşmek acziyeti bize yakışır. Sadece, vazife bilinci ile konuşuyoruz. Duam şudur, Mürşit gibi bir şahaneye yakıştırılmaya çalışılan ne kadar lekeli ifade varsa buna karşı, âcizin, müdafaa gayreti tükenmesin, bitmesin. 

            Mürşit, Allah’a ulaştıran, O’nun güzel yolunu sevdiren, Allah’ın kul için belirlediği hedeflere eriştiren vasıtaların tamamıdır. O halde mürşit deyince hemen aklımıza Kuran’ı Mübin gelmeli. Ve Peygamber gelmeli. Mürşidi Ekber; Allah’ın elçisi, resulü ve kitabıdır. Yani en büyük mürşit Kuran ve sünnettir. 

        “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytan mıdır?” Bu söz tarikat çevrelerinde sıklıkla zikredilir. Eğer Müslüman kişi mürşidin manasını hakkıyla bilmezse buradan tasavvufu bir tenkit, bir tekfir merkezi gibi algılar. Buradaki tehlike büyüktür, vebal büyüktür. Yani demeli ki bir söz her kişi için hakikate pencere olamaz birçok yerde perde olur. Onun için her şeyi, her yerde söylemek mubah değildir.  “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır.” Bu cümle üzerinden tüm mesele izaha muhtaç olmuştur. Denilebilir ki bunu söyleyen kişiye bunun izahı vacip olmuştur. “Mürşidi olmayanın mürşidi şeytan mıdır?”. Burada mürşitten kasıt sadece bir şahıs ise yani bir kul ise kuvvetli ihtimalle kastedilen budur. O halde mürşit, şeytanın karşısında konumlandırılmış olur. Mürşit, şeytan karşısına konumlandırılmış ona rahmani vasıflar atfedilmiştir. Şeytan ne kadar Allah’ın yolundan kulunu alıkoymak istiyorsa,         ( Bakara Suresi, 168. ayet: Ey insanlar, yeryüzünde olan şeyleri helal ve temiz olarak yiyin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Gerçekte o, sizin için apaçık bir düşmandır. Bakara Suresi, 208. ayet: Ey iman edenler, hepiniz topluca "barış ve güvenliğe (Silm'e, İslam'a) girin ve şeytanın adımlarını izlemeyin. Çünkü o, size apaçık bir düşmandır.) Kamil mürşitte onun aksine kulun Allah’ın yolunda olmasını ister. O halde Kamil olan mürşidin en temel vasfı Allah yolunun sevdalısı olmasıdır. Sevdalısı olduğu bu yolda kendini sevenlerinin de olmasını arzu etmektedir. 

          Şeytan ve taifesinin apaçık bir düşman olarak bildik, işittik, şerrinden rahmanın korumasına sığındık. Şeytan, isyankârdır, mühlet verilenlerdendir. Rabbimiz Kuranı Kerimde birçok yerde bundan bahsediyor. Araf Suresi, 16. ayet: Dedi ki: "Madem öyle, beni azdırdığından dolayı onlar(ı insanları saptırmak) için mutlaka Senin dosdoğru yolunda (pusu kurup) oturacağım." Araf Suresi, 17. ayet: "Sonra muhakkak önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Onların çoğunu şükredici bulmayacaksın." Araf Suresi, 18. ayet: (Allah) Dedi: "Kınanıp alçaltılmış ve kovulmuş olarak oradan çık. Andolsun, onlardan kim seni izlerse, cehennemi sizlerle dolduracağım." İnanıyoruz ki merhamet, rahmet, keremi âlemleri kuşatan Rabbimiz, kullarını dünyada, berzahta, ahirette yalnız, çaresiz bırakmamıştır. İlim ve tefekkür gösteriyor ki birçok kez yolumuza mürşitleri çıkararak bizi cehlin karartısından, marifet ışığıyla kurtarmak istemektedir. 

          Aleniyet ortada, hüküm ortadadır. Dost, düşman bellidir. Bu keskin ayrımı ortaya koymadan, bize bildirmeden, tekrar ettirmeden yani mürşitlerini(yol göstericilerini) bize yardımcı kılmadan bizi sorgu sahasına çekeceğini söylemek onun adil isminin inkârı, dolayısıyla onun inkârı olacaktır. O halde mürşit, Allah’ın armağanıdır. Mürşit, salikin(sulk yolunda, zikir yolunda giden) kulun yardımcısıdır. Mürşit, bu yolda salikin mesafe alabilmesine engel olacak nefsi hastalıkları hedef alır. Terbiye, ıslah edilmemiş nefis ise şeytanın silahıdır. Onu, insanın(Âdemin) aleyhine kullanır. 

            Şeytanın insanı İslam yolundan alıkoyabilmek gibi bir çaba ile yine insanda olan nefsi bir silah gibi insana karşı kullandığı biliniyorsa; kamil mürşidin reisliğinde tarikatın icrası müridin nefsini şeytanın elinden kurtarmak çalışmasıdır. Böylelikle Rızayı ilahinin tecellisi mümkün olacak, insanda kemalat inkişaf edebilecektir. 

         Fahr-i Kainat s.a.v. Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Muhammed’in nefsini elinde bulunduran Allah’a yemin olsun ki, hiç şüphesiz Allah Tealâ’nın en sevdiği kulları, Allah’ı kullarına, kulları da Allah’a sevdirenler, yeryüzünde hayır ve nasihat için dolaşanlardır.” (Beyhakî, Şuabü’l-İmân, nr. 409).

      Bu bilinenler şüphe bırakmayan bir hakikatle yüzleşmemizi ısrarla bildirir. İstikamet belirleyici manevi kalp ise ona kim tesir etmeli?