İbrahim Güray AYTEKİN Özel haber araştırma

Tarikatlarda hırka iki türlü giydirilir. İlki mürit tarikata intisap etmeye karar verdiğinde şeyh efendi tarafından giydirilen irade hırkasıdır. Diğeri ise henüz bir tarikata intisap etmemekle birlikte sufilerin hallerinden ve ahlakından nasiplenme ümidiyle giyilen muhip hırkasıdır.

Teberrük hırkası da denilir. İyilerin giydiği hırkayı giyerek iyilerden olma ümid edilir. Bunların yanı sıra tarikata girmeye niyetlenenlerin giydiği tövbe hırkası, seyr u sülûkunu tamamlayan dervişlere giydirilen ve irşad hırkası, hilâfet hırkası, icâzet hırkası da denilen velayet hırkası, şeyhin tövbe hırkasından sonra ve irade hırkasından önce tâlibe uygun gördüğü tasarruf hırkası da vardır. Tarikatlara göre giyme zamanları ve biçimleri değişir. Bir de sema hırkası vardır ki bu sema ve zikir meclislerinde giyilir. 

Hırka-i Şerif, Peygamber Muhammed'e ait olduğuna inanılan ve Hırka-i Şerif Camii'nde bulunan hırka. Peygamber’in miraca çıkarken üzerinde bulunduğu ve vasiyeti üzerine Ali ve Ömer tarafından Veysel Karani'ye verildiği rivayet edilir.

Hz. Peygamberin iki kişiye hırkasını çıkarıp verdiğini biliyoruz. Bunlardan birine bizzat kendisi giydirmiş iken diğerini kendisi giydirmemiş, giydirmek üzere kendisine göndermiştir. Kendilerine Hz. Peygamber tarafından hediye edilen bu hırkalar, sahiplerinin vefatından az sonra anlatılacağı üzere bir şekilde İstanbul'da buluşmuşlar. Birbirleriyle karıştırılmasın diye de birine Hırka-i Şerif, birine de Hırka-i Saadet adı verilmiş.

Hırka-i Şerif Yemen'den sadece Hz. Peygamberi görmek için Medine'ye gelip göremeden dönen Veysel Karani'ye Hz. Peygamberimiz tarafından gönderilen hırkadır. Veysel Karani'yi Veysel Karanî yapan ise annesinin sözünü dinlemesi ve ona sadık olmasıdır. 

Attar'ın anlattığına göre Veysel Karani deve çobanlığı yaparak ve hurma çekirdekleri toplayıp satarak geçimini sağlarmış. Yani devrinin garibanlarından. Hırkasının sarayda değil de bir camide saklanmasının hikmeti bu olsa gerek. Veysel Karani, Müslüman olduktan sonra hakkında çok şey dinlediği ve görmeden âşık olduğu Hz. Peygamberi görmek için Medine'ye gitmek ister.

Ondaki Hz. Peygamber sevgisi okadar büyüktür ki çok az kimsede bulunur. Uhud Savaşı'nda Resûlullah'ın bir dişinin kırıldığını öğrenince, Peygamberin dişi kırıldıysa benim dişim de kırılmalı der ve hangi dişinin kırıldığını bilmediği için tüm dişlerini kıracak kadar sever.

Veysel Karani gitmek ister ama bakmak zorunda olduğu bakıma muhtaç yaşlı bir annesi vardır. Annesinin kendisini bırakmasına rızası yoktur ama Veysel Karani de Peygamberi görmeyi çok istemektedir. Kapısına kadar gidip görüp hemen döneceğine söz verince anne yüreği bu, dayanır mı, peki oğlum der, madem çok istiyorsun git, ama sakın bekleme, gör ve çabucak dön, diye tembihleyerek izin verir. Veysel Karani hemen yola çıkar ve Medine'ye gelir. Ancak Resûl-i Ekrem o gün evde değildir ve akşama kadar da gelmeyecektir. Veysel Karani de annesine söz vermiştir, bekleyemez ve Peygamberimizi göremeden Yemen'e döner.

Hz. Peygamber kapısına kadar gelip annesine söz verdiği için kendisini beklemeden dönen bu güzel insana verilmek üzere hırkasını Hz. Ömer ve Hz. Ali'ye verir. Hz. Ömer'in halifeliği döneminde Medine'ye gelen Veysel Karani çok hürmet görür ve Hz. Ömer kendisine emanet edilen hırkayı sahibine teslim eder.

Hırka-i şerif Genç develerin boğazlarının altındaki tüylerden dokunmuştur. Sekiz parçadan oluşur. 1,20 cm uzunluğundadır. Bej renktedir. Cam kapaklı gümüş bir sandık içerisinde saklanmaktadır.

Veysel Karani evlenmediği ve evladı da olmadığı için bu hırka, ölümünden sonra kardeşi Şihâbeddîn el-Üveysî’ye geçmiştir. 1500 yıllık bu kutsal emanet, bugün Karani’nin torunları tarafından korunmaktadır.

Kutsal emanete sahip olan Üveys ailesi, Irak ve Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde ikâmet ettikten sonra burada sık sık meydana gelen çarpışmalar nedeniyle Ziver el-Üveysî zamanında Kuşadası’na göç ederek burada Hacı Lolo mahalline yerleşmişlerdir. 

Aile uzun müddet ziraatla meşgul olmuş ve aşiret halinde yaşamıştır. Sahip oldukları emanet nedeniyle bu aileye saygı gösterilmiş ve kendilerine "hırka-i şerif şeyhleri" adı verilmiştir. Aile, 1600'lü yılların başlarında Sultan I. Ahmed’in isteği üzerine İstanbul'a gelmiş ve reisleri olan Şükrullah el-Üveysî'nin Fatih civarında kiraladığı evde Hırkâ-i Şerif halkın ziyaretine açılmıştır. Bu evin yetersiz kalması sebebiyle I. Abdülhamid, günümüzde Hırka-i Şerif Camii avlusunda kalan mekana bir oda inşa ettirmiştir ve Hırka-i Şerif, söz konusu odada 1780’den itibaren sergilenmeye başlanmıştır. 

Ziyaretlerin yoğunlaşması sebebiyle bu oda da yetersiz kalınca, 1811 yılında, zamanın padişahı Sultan Mahmudû Adli tarafından oda yeniden düzenlenmiştir. Daha sonra bu oda da yetersiz kalmış, Sultan Abdülmecid, 1847 yılında Hırka-i Şerif Camii’ni yaptırmıştır. Günümüzde halen Hırka-i Şerif Camii'nde sergilenmektedir ve 1500 yıllık bu kutsal emanetin sorumluluğu, Karani soyundan gelen şahıslara aittir. 

1980'lerde, Fatih Müftüsünün emri ile hırka alınmak istenmiş fakat uzun uğraşlardan sonra aile tekrar Hırka-ı Şerife sahip olmuştur. Veysel Karani'nin 57. kuşaktan torunu olan Haşim Köprülü'nün eşi Nuriye Köprülü'nün 2005 yılı Kasım ayındaki vefatından sonra, kızı Gülay Köprülü bu görevi üstlenmiştir. Hırka-i Şerif, her yıl Ramazan ayının on beşinden Kadir gecesine kadar öğlen ve ikindi namazları arasında ziyarete açılır