Değerli Okur:

‘’Kırılmadık Ne Kaldı?’’ adıyla hazırlamış olduğum bu kitabımın son bölümünde; 2023 ve hatta 2071 yılını hedefleyerek ülkemizi ‘’Yeni Türkiye’’ kavramı içerisinde türlü açılımlarla dönüştürmenin planlandığı, demokratik ‘parlamenter yönetim sistemimizi bekleme odasına’ alındığı söylemleriyle; ülke yönetimini Türkiye’ye has başkanlık sistemine taşımanın hesabının yapıldığı,

 Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının önderliğinde, milletçe kazanılan İstiklal savaşı zaferi sonrasında kurulan Cumhuriyetimizin kuruluş yıllarında yaratılan ekonomi mucizesini görmezden gelerek adeta yok sayıldığı ülkemizde ne yapıldıysa sanki 2002 yılından sonra yapılmış gibi söylemlerle siyaset yapanlara cevap olması açısından; öncelikle Cumhuriyetimizin kurulduğu 1923 yılında, Osmanlıdan nasıl bir miras devralındığına bakalım…

Sonra da; Genç Türkiye Cumhuriyetinin ilk 15 yılında Atatürk’ün önderliğinde milletçe yarattığımız, ‘Çılgın Türkler Mucizesini’ özet olarak anlatalım:

Cumhuriyetimizin kuruluş döneminde Osmanlı İmparatorluğundan devralınan mirasa kısa bir bakış:

Yıl 1923…

“Ülke nüfusumuz 13 milyon civarında, 10 milyondan fazlası köylerde yaşıyor, köy adedi 40 bin olup, sadece iki bininde okul vardı.

 Tarım; karasaban ve bir çift öküzün sırtında, traktör yoktu. Hayvancılık yoktu. Mevcut hayvanlar hastalıktan kırılıyordu, tıpkı o dönemde yaşayan insanlarımız gibi..!

 Çünkü yoksulluk ve yokluklarla mücadele eden milletimiz verem, tifo ve frengi gibi salgın hastalıklarla boğuşuyordu.

 Ülkemizde doğan her iki bebekten biri ölüyordu. Toplam 337 doktorumuz, 60 eczacımız, olup; diş doktoru hiç yoktu! Ebe sayısı sadece 136 idi. Ortalama insan ömrü ise; sadece 40 yıldı!

 İstiklalimizin bedeli, sadece kanımızla, canımızla ödenmedi! Çünkü ülkemizi işgal eden düşman; denize dökülmeden önce vatan topraklarını terk ederken, ülkemizi baştan aşağı yakıp, yıktılar. Binlerce bina yanıp kül oldu, binlercesi hasarlıydı…

 Ülkemizde Osmanlıdan ne kaldıysa geriye; limanlar, madenler, demiryolları. Tamamı yabancılarındı. Ne karayolları vardı, ne barajlar, ne de fabrikalar…

 Osmanlıdan Cumhuriyete miras kalan fabrika sayısı sadece dörttü..! Hereke’de ipek fabrikası, Feshane’de yün, Bakırköy’de bez, Beykoz’da ise; deri fabrikası…

 Elektrik sadece İstanbul, İzmir ve Tarsus’ta vardı. Otomobil sayımız sadece 1490 adetti. Sanata baktığımızda; henüz içine tükürülmemişti! Çünkü ne tiyatro, ne müzik, ne spor, ne resim, ne de heykel vardı!

Günün saat hesabı bile farklıydı! Kimisi Alaturka Zi saati kullanıyor, kimisi ezani saati esas alıyordu.

Alaturka saatte güneşin battığı an 12:00’yi, Zi saate göre ise; güneşin en tepede olduğu an saat 12:00’yi gösteriyordu…

Zamanın göstergesi ise; kimine göre Hicri, kimine göreyse Rumi idi! Açıkçası halkın hepsi aynı zaman dilimindeydi ama farklı ayların, farklı günlerini yaşıyorlardı!

Kullanılan ölçüm birimlerimizde çağdaşlıktan uzaktı! Ağırlığımız dirhem ve okka ile tartılıyor! Mesafelerimiz ise arşın, kulaç ve fersah ile ölçülebiliyordu!

Toplam nüfusun okuryazarlık oranı erkeklerde yüzde yedi, kadınlarda ise; binde dörttü. Ülkede toplam 4894 ilkokul, 72 ortaokul, 23 lise vardı. Liselerimizde kayıtlı kız öğrenci sayısı 230 idi. Tek üniversitemiz vardı! O da Darülfünun…

 600 yıl boyunca içinde ağırlıklı olarak Arapça, Farsça, Fransızca, İtalyanca kelimelerin bulunduğu Osmanlıca konuşulmuştu…’’ ( Kaynakça – 13 )

Pekiyi, Osmanlı’dan böyle bir miras devralan Genç Türkiye Cumhuriyeti Devleti; kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde 1923 sonrasında ilk 15 yılda, Milletçe nasıl bir mucize gerçekleştirmişti?

Savaştan yeni çıkmış ülkemizin, neredeyse birkaç kuşak insanının, özgürlük ve istiklali uğruna seve, seve hayatını feda ettiği vatan topraklarımızda; eşi benzeri olmayan bir başarı öyküsü yaratılmıştı. Hem de o yıllarda dünyada yaşanan ekonomik ve siyasi buhranlara rağmen.

Gerçekten de bu tarihi süreçte yaşanan, gerçekleştirilen her ne varsa; tam bir Çılgın Türkler mucizesiydi…