...Dünden devam

2014 YILININ EN ÖNEMLİ OLAYLARINI ŞÖYLE SIRALAYABİLİRİZ:

 Adına ‘Balyoz Davası’ denen, sonrasında paralel yapının uygulamasıydı diye açıklanan ama ‘ben bu davanın savcısıyım’ söyleminin de unutulmadığı bu süreç sonunda;

 21 Eylül 2012’de 25’i emekli, 23’ü muvazzaf general ve amiral olmak üzere 325 asker ceza aldı.

 Sonunda olan olmuş, ‘darbelerle hesaplaşıyoruz/hesaplaşacağız’ diyerek yeri göğü inletenler, amaçlarına ulaşmıştı!

  Ö dönemi unutmayan hafızalar, şu önemli üç hususu daima hatırlayacaklardı:

 İlk önemli husus; bu süreçte ( o döneme Ergenekon davası tutuklamaları da dâhildir…) ülkemizde öylesine bir hava estirilmiş, öylesine bir psikolojik baskı yaratılmıştı ki! Bırakınız bu tutuklamaları ve dava sürecini konuşmayı, insanlar yaşanan bu olayların etkisiyle şaşkına dönmüşler, yaptıkları özel telefon görüşmelerini dahi sınırlamışlardı. Sanki ülkemizin her köşesi; sorgulamaların, tutuklamaların aracısı, dev bir tele kulak tarafından dinlenmekteydi!

 İkinci önemli husus; Ergenekon ve Balyoz davaları başlar, başlamaz dönemin başbakanının: ‘’Ben bu davanın savcısıyım’’. Ana muhalefet partisi liderinin ise: ‘’Ben de avukatıyım’’ söylemleri olacaktı ki! Her iki söylemde, bu davaların hukuki bir zeminden çok siyasi zemine odaklı olduğunun göstergesiydi!

 Üçüncü ve en önemli husus ise; ‘darbe senaryosu’ oynandığı iddia edilen seminer döneminde, Genelkurmay Başkanı olan kişinin ve aynı dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı olan zatın; ‘Balyoz Davası’ sürecinde yaptığı açıklamalardı:

 İlki: ‘’Kasaptaki ete soğan doğranmaz’’ yorumuyla, ikincisi ise: konuyla ilgili değişik gazetelerde yayınlanmış beyanlarıyla; o süreçte bu önemli davanın dışında kalacaklar/bırakılacaklardı!

 Sonuçta; düzmece olduğu ispat edilmesine rağmen kimi dijital delillerle, TSK’nin o döneminin komuta kademesi adeta yok edilmişti!

 Ama aradan 2 yıl geçmişti ki, hükümet kanadına mensup bir milletvekilinin ‘’Milli orduya kumpas kuruldu!’’ açıklamasıyla; ‘Balyoz davasında’ yeni bir süreç başlayacaktı…

 En nihayetinde ‘paralel yargının’ yerini; ‘vicdanı hür ve bütün’ yargı almış, Balyoz davasının yeniden incelenmesi kararı çıkmıştı.

 3 Kasım 2014 tarihinde bu yeni süreç başladı.

 4 yıl önce silah arkadaşları, birer, ikişer tutuklanıp ceza evine konulur ve ağır hapis cezalarına çarptırılırken; bu sürecin dışında kalıp konuşmayan/konuşturulmayan o iki önemli isim;

 ‘Asrın en büyük hukuki haksızlıklarından biri olarak tarihe geçen Balyoz davasında’ tanık olarak ifade verdiler.

 Verilen ifadeler sonucunda, bu dava sonuçlanmamış olsa da; ‘gerçek hukukçuların da ortak kanaati doğrultusunda’ hukukun çökmüş olduğu ifade edilmiştir.

 Aslında bu dava daha önce siyaseten de çökmüştü…

 Ya geride kalan 4 tutukluluk yılı ne olacaktı?  Dört duvar arasında geçen 4 uzun yılın hesabı nasıl verilecekti?

 Karanlık, soğuk, ıssız, hasret dolu yalnız geceler. Ana, baba, eş, çocuk, torun sevgisinden mahrum ıpıssız bir mahkûmiyet.

 Hem de haksızcasına.

 Suç ve ceza kavramlarının yerle bir edildiği bir dava…

 Evet, bu dava hukuken çökmüş, gerçeklerin belgesi ve sesi; davaya esas tüm delilleri yok hükmüne sokmuştur.

 Şimdi geriye bir tek şey kalmıştı..!

 Bu kumpası kuranlar mutlak surette ortaya çıkarılmalı, dava sürecinde rol alanlarla birlikte yargılanmalı ama hepsinden de önemlisi; yaşatılan o ayıplı sürece, verilen ‘paralel cezalara’ rağmen diz çökmeyen, o zulüm döneminde şehitler verip ama onur ve gururlarından asla ödün vermeyen bu kahraman askerler, en kısa zamanda aklanmalıydı.

 Ama bu da yetmezdi; devletçe, milletçe her birisinden özür dilenmeliydi. Bugüne değin bu yapılmadı. Kim bilir? Belki yıllar sonra ‘tarihin unutmaz hafızası’ bunu yapar diye düşünüyorum!

Devam edecek...