... Dünden devam
Sayın Denktaş;
Cumhurbaşkanlığı görevini teslim ettikten sonra köşesine çekilip, sessiz sedasız bir emeklilik süreci yaşamadı.
Kendisini aktif siyaseti bıraktıktan hemen sonra, Lefkoşa Köşklü Çiftlikteki çalışma ofisinde ziyaret ettiğimde; bundan sonrası için nasıl bir yol izleyeceğini öğrenmek adına sorduğum sorulara, vermiş olduğu bilgi dolu yanıtlarında:
Yine ‘’Kıbrıs Milli Davasının’’ doğrularını, bu konuda milletçe elde etmiş olduğumuz hukuki kazanımlarımızı, hem adada, hem de Türkiye’de yine millete anlatmaya devam edeceğini, siyasilerin bu konuyla ilgili atacakları her yanlış adıma karşı çıkacağını; bu yanlışların nedenlerini yine Türk Milleti ve Kıbrıs Türk Halkıyla paylaşacağını, özellikle çözüm adına ortaya konulan ‘Birleşik Kıbrıs’ çatısı altında; tek egemenlik, tek devlet, tek kimlik konusunun adada ki, Türklerin sonu olacağının altını kalın harflerle çizmişti.
Sn. Denktaş, bu söylediklerinin son nefesine kadar arkasında durmuştur. Kıbrıs konusundaki engin devlet adamı tecrübelerini paylaşmak adına; AB sürecinde Annan planına karşı ve özellikle 2008 yılından itibaren taraflar arasında yeniden başlayan Kıbrıs Müzakerelerinde yapılan yanlışları Türk Milletine, adada kendi halkına anlatmak için her platformu kullandı.
Asla pes etmedi çünkü o bir direnişçiydi. O müreffeh geleceği için yemin ettiği, bunun için yıllarca çalışıp, çabaladığı vatan topraklarında tüm kurumlarıyla yaşayan devletinin kurucusuydu. O nedenledir ki, köşesine çekilip, emekli hayatı yaşamayı tercih etmedi. K.K.T.C devletinin yaşamsal gerçeklerini halkına ve özellikle Türk Milletine anlatmaya devam etti.
Ama günü geldi! Anavatanım dediği Türkiye’yi yönetenlerden:
‘Kıbrıs davası Denktaş’ın kendi davası değildir.’, ‘Artık Kıbrıs konusunda tavizler vermenin zamanı gelmiştir.’ Cümlelerini duyduğunda çok üzüldü…
Hele, hele dönemin Başbakanı: ‘Git sen kendi ülkende konuş! Davanı git kendi halkına anlat!’ Söylemini işittiğinde; yüreği paramparça oldu ama yanıt dahi vermedi. Çünkü o, anavatanına ve yönetimine sonsuz bir sevgi ve saygıyla bağlıydı.
Annan planı döneminde Kıbrıs Türk Halkının zihnini bulandırmak adına verilen o parlak vaatlere, Kıbrıs Türk Halkına ‘evet’ demeleri için yapılan onca baskıya rağmen, o hep direndi. Halkına ve Türkiye’ye yapılan yanlışları anlatmaya devam etti.
Annan planı döneminde ‘Kıbrıs’ı verelim kurtulalım.’ Diyenlere; o süreçte öylesine bir yanıt verdi ki! İşte aşağıdaki o yanıt, ömrünü bu davaya adayan bir lidere, bir devlet adamına yakışır nitelikteydi:
‘’Ada Yunan’ın olmayacak, bu şerefsizlikse alnıma yazın. Hakkımızı sonuna kadar savunacağız. Hakkını savunmayan insanlığından feragat etmiş sayılır. Eğer illa ver kurtul gitsin derlerse ben vermem. İstiyorsa Türkiye versin, ben vermem…’’ Diyerek.
Bir önceki liderinden, Dr. Fazıl Küçük ’ten aldığı mücadele bayrağını dimdik tutan ve son nefesine kadar da tutmakta kararlı olan büyük bir lider, yılmayan bir dava adamıydı Can Liderim. (BK. Kaynakça-10, Elveda Kıbrıs Ama Bir Gün Mutlaka isimli kitabım)
Rahmetli Denktaş ile ilgili olarak, bugüne kadar çok şey söylendi, yazıldı, çizildi. Hakkında çok kitap yayınlandı. Yaptıklarıyla, yapamadıklarıyla yine pek çok kitaplar yazılacaktır.
Ve O:
‘Karkot Deresinin’ özgürce akan sularında, Saint Hilarion Kalesinin zirvesini selamlayan Toros Dağlarında, Beşparmak Dağlarına kazınan ‘Ay Yıldızlı Bayraklarda, Kıbrıs Türk Halkının ve Türk Milletinin Kalbinde yaşamaya ve batmayan/batmayacak bir güneş gibi Kıbrıs adasında parlamaya devam edecektir…
Sayın Denktaş’la ilgili önemli bir anım:
Öncelikle benim için çok önemli olan şu hususun altını çizmeliyim. Böylesine yüce bir kişiliği, 1974’den beri tanıdığım ama özellikle Cumhurbaşkanlığı döneminden sonra aynı düşünce ve duygu birlikteliği içerisinde zat-ı devletlerinin yanında, daha yakınında olabilmek; benim için büyük bir onur ve gurur kaynağı olmuştur.
Sayın Denktaş ile yaşanmış o kadar çok anım; onun düşüncelerini, yüreğindeki vatan ve bayrak aşkını, Türk Milletine olan sevgisini ve bağlılığını, Atatürk’e olan hayranlığını, inancını, iman gücünü, insan ve doğa sevgisini anlatacak o kadar çok yaşanmış gerçek var ki. Tüm bunların anlatılması için ciltlerce kitap yazılabilir, yazılmış ve yazılacaktır da.
Devam edecek...