KIBRIS’TA KATİL DEVLETLE ORTAKLIK


Yıllardır biz Kıbrıslı Türkleri, katilimiz olan kişilerle, yani Rumlarla ortaklık kurmaya zorlamaktalar. Ortadoğu’da, aynı dili kullanan, aynı dinden olan, aynı tarihi paylaşan, aynı geçmişe sahip insanlar egemenlik uğruna, yönetim uğruna, özgürlük uğruna birbirlerini boğazlarken, kardeşler birbirlerinin canlarını alırken, bilemediğim hastalıklı beyinler, zorla biz Kıbrıslı Türkleri, yıllarca bize soykırım uygulamış, hayır etmememiz için elinden geleni ardına koymamış Rumlarla, sözüm ona ortak bir devlet kurmak için elden geleni yapmakta.      

 

Bırakın silahlı saldırıları, yoldan aldıkları Türkleri canlı canlı kuyulara atıp üzerlerine sönmemiş alçı dökerek işkence ile şehit etmelerini, ellerindeki her imkanla bizlere soykırım uyguladı Rumlar.  1960-1963 yılları arasında Maliye Bakanlığı Rumların elinde olduğundan, Kıbrıslı Türklerin de kurucu ortağı olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Türk yerleşim bölgelerine bir tek kuruşluk yatırım yapmadılar, Türklerden her tür vergiyi toplamalarına rağmen.


1963-1974 döneminde ise Türk bölgelerine yatırım yapılmasını bırakın bir kenara, Türklerin can korkusu ile terk ettikleri bölgeler yerle bir edildi, adadaki Türk varlığını haritadan silmek için. Baf şehrinde Cami-i Cedid yani Yeni Cami'nin yerle bir edilip, yerine park yeri yapılması gibi… 


Bu soykırım yılları içinde Türkiye'den gönderilen para, yiyecek ve giyecek ile yaşamlarını sürdürmeye çalışan Kıbrıslı Türklerden, gümrük, harç, ücret gibi dolaylı vergilerle para tahsil eden Makarios hükümeti bunların hepsini yine Kıbrıslı Türklerin insanca yaşamlarına katkı koymak yerine, Kıbrıslı Türkleri yok etmek için silaha yatırdı. İşte, Karaoğlanoğlu Şehitliği yanındaki "Açık hava Müzesinde" teşhir edilen silahlar, Kıbrıslı Türklerinden zorla sağılan paralarla gene Kıbrıslı Türklere karşı kullanmak amacı ile alınmış olan silahlardır.


Karaoğlanoğlu Şehitliğine yolunuz düşerse, şehitlikten çıktıktan sonra 1974 Mutlu Barış Harekatında Rum Milli Muhafız Ordusundan (RMMO) ele geçirilen silahların, araç ve gereçlerin sergilendiği "Açık Hava Müzesi"ni de ziyaret edin lütfen.


Kıbrıslı Türklerle Kıbrıslı Rumların ortaklaşa kurdukları Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan günü olan 16 Ağustos 1960 tarihi ile Mutlu Barış Harekatının son günü olan 15 Ağustos 1974 tarihleri arasındaki 14 yılda dünyanın çeşitli kredi kuruluşlarından,  Kıbrıslı Türklerin yüzde 30 oranında kurucu ortağı olduğu 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti'ne Kalkınma amaçlı gönderilmiş paraların, hibelerin ve kredilerin Kıbrıslı Türklere verilmeyen yüzde 30’luk kısmı ile alınmış olan silahlardır bunlar.     


Bu inceleme gezisi esnasında bu ateşli silahların, zırhlıların, tankların, topların, tüfeklerin, havanların ve diğer askeri silahların kime veya da kimlere karşı kullanılmak üzere, kimin parası ile satın alındığını düşünün, beyninizin içinde bir beyin fırtınası yaratıp sorgulama zinciri kurun. Yıllardır bizi her tür baskı yöntemi ile ortak bir devlet kurmaya zorladıkları Rumların, yani katillerimizin, bizler Kıbrıslı Türkleri yok etmek için aldıkları ve acımasızca bize karşı saldırılar başlattıkları 21 Aralık 1963 tarihi ile egemenliğimizi ve özgürlüğümüzü kazandığımız Mutlu Barış Harekatının bitim tarihi olan 15 Ağustos 1974 arasındaki dönemde yoğun bir şekilde ve de kalleşçe bizlere karşı kullandıkları silahlardır bunlar. Tek bir hedefleri vardı Rumların bu tarihler arasında, “Türkleri yok etmek.”


Ben gerçekten şimdi anlayamıyorum, Cumhurbaşkanımız niçin bu katillerle Dört Rum’a Bir

Türk oranında nüfus anlamasını kabul etti. İleriki yıllarda gene nüfus çoğunluğu olduklarına güvenip bizlere saldırmalarına zemin hazırlamak için mi?


Niye katillerimizin adına “Dört Özgürlük” denen, ada içinde serbestçe “Dolaşım, Yerleşim, İş Kurmak ve Çalışmak” önerisini kabul etti. Kontrolsüz bir şekilde KKTC topraklarına yerleşsinler ve ellerine fırsat geçince topluca bize saldırabilsinler diye mi?


Neden Türkiye’nin garantörlük hakkının kaldırılması ile TSK’nın adadaki varlığının son bulmasını kapısını araladılar, Rumlar bizleri keserken ve katlederken, aynen 1963-1974 döneminde olduğu gibi kimseler müdahale edemesin diye mi?   

 

Ben Rum lider Anastasiadis ile KKTC Cumhurbaşkanı Akıncı arasında varılan, güvenliğimizi tehlikeye atan bu ve benzeri mutabakatların hiç birini, kim ne derse desin asla kabul etmiyorum… 


Önce VATAN’ın notu:

Kıbrıs’ta sürdürülmekte olan toplumlar arası görüşmelerin ne yönde geliştiğini görebilmek açısından, İlk gençlik yaşlarından itibaren bir mücahit olarak TMT saflarında elde silahla, sonraki yıllarda bir bilim adamı olarak elde kalemle Kıbrıs Türkü’nü her platformda savunmuş olan Prof. Dr. ATA ATUN’un “Garantörlüğümüzü Kendi Elimizle Yıktık” (17.12.2*16) başlıklı yazısını da, yukarıdaki değerlendirmesiyle birlikte okumanızı öneririz:

 
http://www.oncevatan.com.tr/garantorlugu-kendi-ellerimizle-yiktik-makale,37460.html


GARANTÖRLÜĞÜ KENDİ ELİMİZLE YIKTIK

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasında yer alan Garanti ve İttifak Anlaşmasını, Türkiye’nin Garantörlüğünü ve Uluslararası kurallara göre adada bulunan Türk Silahlı Kuvvetlerinin varlığı konularını göz göre göre, bilinçsizce dürttük ve zedeledik.


Daha geçen yılki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin bitmesinden birkaç hafta sonra resmi ağızdan “Garantiler Tabu değildir” açıklaması ile güya ileriye doğru bir adım attığımızı zannederek kendimize fena bir gol attık. Benim kişisel değerlendirmeme göre büyük bir politik ve stratejik hata oldu bu açıklama. Aynen “Bayram değil, seyran değil, eniştem beni niye öptü” ile aynı mantıkta ve eşdeğerdi maalesef.

Yıllar önce biz Kıbrıslı Türkler soykırıma uğradığında Batı dünyasının bizlere attığı politik kazıktan sonra Kıbrıs Cumhuriyeti’ne el koyan Rumlar, 1 Mayıs 2004 tarihinde Avrupa Birliğine kabul edilirken 16 Ağustos 1960 tarihinde resmen yürürlüğe giren Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını, içeriğinde Türkiye’nin garantörlüğünü barındıran Ek I, Garantiler ve İttifak Anlaşması ile birlikte, Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını olduğu gibi kabul etmişti. Günümüzde halen, 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası, Avrupa Birliği müktesebatı içinde Birincil Hukuk olarak yer almakta. 

Almanya’nın Stratejik garantörünün Amerika Birleşik Devletlerinin olduğu AB’nin Birincil Hukukunda yer aldığı gibi, Türkiye’nin de 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Garantörü olduğu aynı kıstaslarda ve eşit geçerlilikte 1 Mayıs 2004 tarihinden beridir AB’nin Birincil Hukuku içinde yer alıyor. Zaten dönemin AB Komiseri Olli Rehn de 2009 yılının Ocak ayında yaptığı resmi açıklamada, Türkiye’nin Kıbrıs Cumhuriyetinin garantörü olmasının AB’nin kurallarına ve müktesebatına aykırı olmadığını belirtmişti.      

Müzakere ekibimizin, ikide birde “AB üyesi bir ülkenin garantörü AB dışından bir ülke olamaz” ve “Garantörlük kavramı 21. Yüzyılda geçerliliğini kaybetmiştir” diyen Rumların oyununa geldikleri kesin. Belli ki hiç araştırma yapmışlar. Avrupa Birliği ile Rumlara müzakerelerde yapıcı gözükmek için de seçimin hemen sonrasına “garantiler tabu değildir” mesajını vermiş, arkasından da Türkiye’nin garantisini konuşmaya başlamışlar.

Şimdi müzakere heyetinin Garantiler konusunda geldiği aşama 15 yıllık bir geçiş döneminden sonra Türkiye’nin, Kıbrıs adası üzerinde olan garantisinin tekrar gözden geçirileceği ve kaldırılabileceği şeklinde. 

Garantileri tartış ve 15 yıla bağla, nüfus oranını ilelebet kalacak şekilde 4 Rum’a 1 Türk olarak kabul et, KKTC topraklarının beşte birinden fazlasını Rumlara iade etmeyi onayla, tazminatla kapatılabilecek toprak konusunda mülkiyetin sahipliliği hakkı olarak ilk sözün ve kararın 1974 yılında 6 yaşında olan bir çocuğa kadar geri gidebileceğini kabul et, binlerce Türk ailesinin göçmen olacağının altyapısını oluştur, 4 özgürlüğün uygulanabileceğinin, yani Rumların çalışmak, yerleşmek, mülk edinmek ve iş kurmak için KKTC’de yaşayabileceklerinin altına imzanı at, Kıbrıslı Türklerin yegane hayatta kalma garantisi olan Türk Silahlı Kuvvetlerinin Kıbrıs adasından ayrılmasını onayla ve 60 bin Rum’un bize göre Türk Devleti, Rumlara göre Türk Eyaleti içine yerleşmesini tasdikle ve bunun adını da “Müzakereler iyi gidiyor” koy!

Güzel hoş da, bütün bunlardan sonra dünya ve Türk tarihine “Yıllarca kan ve gözyaşı döküp, göçmenliği en acı bir şekilde yaşadıktan sonra kurmayı başardığı devletini lav edip, üzerinde yaşadığı topraklardaki egemenliğini de çöpe atıp bir başka milletin boyunduruğu altına, azınlık olarak girmeyi kabul eden halk” olarak geçmeyi acaba hangimiz kabul edeceğiz ve nasıl kabul edeceğiz, gerçekten çok merak ediyorum. 2004 yılındaki “Annan Planı” döneminde yaşadığımız gibi gene ABD ve Avrupa Birliği, Dolarları ve Euroları KKTC’de  saçarak ajanları vasıtası ile aramızdaki hainleri satın alıp, aptalları, kaypakları ve akılsızları kandırmaya çalışacaklar, KKTC’yi tarihin karanlıklarına gömmek ve Kıbrıs adasını Rumların hakimiyeti altına sokmak için…