Buhurizade Mustafa Itri.. Klasik Türk Müziği’nin temelini oluşturmuş bir büyük bestekar.. Çok yönlü bir Osmanlı aydını, bir dahi.. Öylesine büyük bir bir değer ki, UNESCO, 2012 yılını, “Itri Yılı” ilan etmiş. UNESCO adını anmazsa, 2012, ITRİ YILI’dır demese, belki yine hatırlamayacaktık; adına saygı konserleri, sempozyumlar düzenlemek aklımıza gelmeyecekti.. Acıdır, utanılacak bir durumdur, Yahya Kemalin anlatımıyla, eserleri “gemiler geçmeyen ummanlarda bile çalınan o dahinin" mezarını bile bilmiyoruz.. Yenikapı Mevlevihanesi’nin haziresine defnedildiği bilinir fakat hangi mezardır, bilinmez. (Bu sayfada fotoğrafı görülen Koca Mustafa Paşa’daki mezarın Itri’nin babasına ait olduğu söylenir.)
Dünyanın çeşitli ülkelerindeki müzik müzelerinde Türk Müziği'nin tek temsilcisi olarak yer alan Buhurizade Mustafa Itri gibi bir değerin dün kadrini kıymetini bilememişiz de, bugün biliyor muyuz? UNESCO 2012 yılını "ITRİ YILI" ilan etti. DÜzenlenen etkinliklerin yapıldığı salonları dolduranların dışında kaç kişiye tanıtabildik Itri'yi; kaç kişiye anlatabildik, onun ne denli büyük ve çok yönlü bir dahi olduğunu? Basit bir test yapın yakın çevrenizde, Yahya Kemal'e “Itri” ve "Süleymaniye'de Bayram Sabahı" şiirlerini yazdıran, her bayram namazında büyük bir coşku ve huşu ile okuduğumuz bayram tekbirinin kimin bestesi olduğunu bir sorun bakalım, kaç kişiden doğru yanıt alacaksınız? Ya da hergün elimizden gelip geçen 100 liralık banknotların arka yüzündeki Itri’nin kültürümüze neler kazandırdığını bir sorun, bakalım gereğince tanıyan ve anlatabilen çıkacak mı?
Itri gibi bir değer bir başka iklimde yetişseydi, onun yılı olarak ilan edilen 2012 yılı boyunca her mekan, her eşya onun resimleriyle donatılır, televizyonlarda yapılan programlarla, onun ne çapta bir değer, ne kadar benzersiz bir deha olduğu herkese ezberletilir, hayatını, eserlerini anlatan yüzlerce kitap yazılırdı.  
Itri, Klasik Türk Müziği'ne yeni bir soluk kazandırmış büyük bir müzik adamıdır. Ayrıca, Itri yalnızca bestekar değildir, Buhurizade Mustafa Itri, o aynı zamanda çok yönlü bir araştırmacı, bir botanikçidir; bugünkü anlamda bir gen mühendisidir. Bulabilenlerin büyük bir zevkle yedikleri o ünlü "Mustabey Armudu"nun genetik şifresini Mustafa Itri düzenlemiştir.
Buhurizade Mustafa Efendi'nin "Itri" olarak anılasının nedeni, babasının tütsü malzemesi yapıp satan bir esnaf olmasından mı, yoksa, "Mustabey Armudu" gibi nefis kokulu meyveler ve çiçekler veren bitki genleri oluşturabilmesinden mi kaynaklanmaktadır? "Ona neden Itri denmiştir?" sorusuna, "Babası buhur (tütsü) yapıp satan biri olduğu için" demekle sorunun yanıtını vermiş olmuyoruz. Babası buhurcu olduğu için "Buhurizade" (buhurcu oğlu) diyoruz, tamam da, burada, "Hem 'Buhurizade' hem de Itri demenin ne anlamı var?" sorusu gündeme gelmiyor mu? Bizce o büyük dahiye Itri denmesinin asıl nedeni, onun güzel kokulu meyve ve çiçekler yetiştirebilme yeteneğinden dolayıdır.
KLASİK TÜRK MUSİKİSİ’NİN TEMEL TAŞLARINDAN BİRİDİR
Buhurizade'yi yalnızca, "Klasik Türk Musikisi için bir dönüm noktası, Osmanlı musikisine derinlik kazandırmış kadim musiki geleneğini devralarak yükselmesini sağlamış bir dahi bestekar" olarak tanımlamak, onu ancak bir yönüyle anlatmak olur ki bu, Buhurizade Mustafa Itri'yi tanımak ve tanıtmak için yeterli değildir. O, Osmanlı'nın, IV. Mehmet Han tuğrasının kullanıldığı çok önemli bir dönemde, İstanbul gibi uygarlıkların ve kültürlerin harman oldukları bir şehirde doğup büyümüştür.
Itri, bestelediği eserleriyle bir çığır açmış, Klasik Türk müziğinin kurucusu olmuştur. Itri’den önceki bestecilerde Orta ve Yakındoğu müziklerinin izleri duymak mümkündür, ama Itri’de bu etkileri duyamazsınız. O kendinden önceki kadim musikiden elbette yararlanmıştır. Fakat, birikimleriyle bir senteze varmış ve kendi üslubunu oluşturmuştur. Klasik Türk Müziği dediğimiz Osmanlı-Türk üslubunun tanımlayıcı renklerini, melodik yapısını büyük ölçüde o saptamıştır. Klasik üsluba bağlı kalmış pek çok bestecide, az ya da çok, onun etkisi vardır. Itrî, Abdülkadir Merâgi ve Hammâmîzade İsmail Dede Efendi'yle birlikte, Türk Müziği’nin gelişimini yönlendiren, kendine özgü bir üslup kazanmasını sağlayan üç önemli besteciden biri olmuştur.
Itri'yi "kadim musiki birikimine her yönüyle vakıf biri” olarak tanımlayanlar, onun, “Hz. Adem'den, Hz. İdris'ten, Hz. Davut'tan,  Pythogaras'ın müzik düşüncesi üzerinden Antik Yunan uygarlığından, Yakub el-Kindi üzerinden Arap/İran ve Müslüman birikiminden, Hz. Mevlana'nın mevlevilik düşüncesi üzerinden Asya kültürlü Selçuklu uygarlığından beslenerek Osmanlı musikisine yön verme yeteneği kazanmış bir deha" olarak tanımlarlar. Buhurizade gibi bir dehayı yetiştiren iklimi, potayı sorgularken, El-Kindi'nin Antik Yunan'dan aktardığı bilgi birikiminin,  musikinin bilimle olan ilişkisini anlatan Pythogaras ve İhvan-ı Sefa'nın, kadim musiki bilgilerinin sentezcisi Safiuddin Urmevi'nin, Herat Okulu ve Molla Cami'nin ve son uçta Hindistan, Türkistan, iran ve Azerbaycan musikisinin sentezcisi Abdülkadir Meragi'nin ve musikinin bilimle olan bağlantısını vurgulayan Hz Mevlana'nın bu iklimin oluşmasına olan katkılarını görüyoruz.
ITRİ ÇOK YÖNLÜ BİR SANATKARDI; BİR BİLİM ADAMIYDI
17. Yüzyıl bestekarlarımızdan olan Itri, tarihin en eski dönemlerinden bu yana dünyanın en önemli ticaret yolları olan İpek Yolu ile Baharat Yolu'nun Avrupa'ya açıldığı kapı olan Anadolu'da, uygarlıkların bir potada eritildiği İstanbu'da doğup büyümüş ve anlışılan o ki, çokiyi bir eğitim almıştır. Hafız Post, Nasrullah Vakıf Halhali, Kasımpaşalı Koca Osman Efendi, Derviş Ömer Efendi gibi dönemin ustalarından ders almıştır. Çağının kaynakları, onun mevlevi olduğunda birleşirler. Mevlevi tekkelerinde okunmak üzere, bir ayin ile bir naat bestelemiştir. Yenikapı Mevlevihanesi'nin o zamanki şeyhi, Câmî Ahmed Dede'ye (?-1671) bağlanmıştır.

Itrî beş padişah dönemi gördü. Sultan IV. Mehmed zamanında tanındı. Huzurda düzenlenen fasıllara hanende olarak katıldı. Bestelediği benzersiz eserlerle padişahlardan büyük ilgi ve yakınlık gördü. Yakınlık gördüğü bir başka devlet adamı da, şiirleri ve müzik sevgisiyle tanınan Kırım Hanı I. Selim Giray'dı (1634-1704). Murat Bardakçi’nın yayınladığı bir belge, onun Osmanlı sarayında maaşlı bir müzisyen olarak çalıştığını göstermektedir. Bu arada not düşelim; Sultan IV. Mehmet ile aynı sofrada yemek yerken, önüne konan altın tabağın kapağını kaldırdığında içinin mücevherle dolu olduğunu gördüğü ve padişah’ın ellerine sarılıp, “Hünkarım ben bu iltifata layık değilim” dediği, padişahın da dahi bestekara, “Ne yapayım ki sarayımda sana verilebilecek bundan değerli mücevherler yok” dediği bilinen bir hikayedir.
NEVA KAR’I MUSİKİMİZİN ABİDE ESERLERİNDEN BİRİDİR
Itri’nin Neva makamındaki Kar’’ı, melodik yapısı, makamsal geçkileri ve orjinalliği ile, Klasik Türk Müsikisi’nin abide eserlerlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Kar’ın sözleri, İranlı Hafız Şirazi’nindir. Nefi’nin dizeleriyle bestelediği Segah makamındaki “Tut-i mucize guyem, ne desem laf değil” halk arasında en tanınmış bestelerinden biridir.
Itri’nin çoğu büyük formatlı dini eserlerlerinin yanı sıra, çok sayıda küçük formda şarkı, türkü köçekçe gibi eserleri vardır, ama notaya alınmadığı için kayıptır. Itri’nin Segah makamındaki Bayram Tekbiri, Segah Salat-I Ümmiye’si, Maye Cuma Salatı, Dilkeş-Haveran Gece Salası, Rast makamındaki “Nat-I Mevlana” Segâh Mevlevi Ayini yalnızca ülkemizde değil, bütün İslam Alemi’nde sevilerek okunmaktadır.
Itrî’nin bestelediği Râst Nâ’tı bir şaheserdir. Peygamber sevgisinin, Mevlevi inancının benzersiz bir şekilde anlatıldığı bu Râst Nâ’t, cami musikisi gibi, saz eşliğinde okunmaz. Bir özelliği de tek sesle okunmasıdır. Eseri okuyana Nâ’t hân denir. Musiki tarihimizde İsmail Dede Efendi’nin Mevlevîhane’de Itrî’nin Nâ’tını okumakla ünlendiği yazılıdır. Güftesi Mevlana’ya ait olan Itri’nin Râst Nâ’tı, üç asırdan bu yana, bütün Mevlevî âyinlerinin başında mutlaka okunur. Güftesi Farsça olan bu esere ‘Nâ’tı Mevlânâ’ da denilir.
Rauf Yektâ Bey Nat-ı Mevlana’yı anlattığı bir makalesinde: ‘ Mevlevîler dönmeye başlamazdan evvel, mutrıbhane denilen mahfilden bir derviş ayağa kalkar, bir Nâ’t okurdu. Klâsik Türk musikisinin repertuarı içinde, manevi ve ruhani hissiyatı tasvirde, bundan ileri gitmiş başka bir parça gösterilemez,’ demektedir.
1000’den fazla bestesi olduğu söylenen Itri’nin bilinen diğer eserleri, Rast Darb-ı Türkî Naat ve Sofyan Tevşih, Nühüft Durak; Nühüft İlahî, Nühüft Tevşih, Nevâ Kâr, 2 Pençgâh Beste, Hisar Devr-i Kebir Beste ve Aksak Semai, Mâhûr Ağır Aksak Semai, Rehavî Berefşan Beste, Buselik Hafif Beste ve Yürük Semai, Segâh Ağır Semai, Segâh Yürük Semai, Bayatî Çember Beste, Bestenigâr Darb-ı Fetih Beste, Dügâh Hafif Beste, Isfahan Zencir Beste ve Ağır Aksak Semai, Nikriz Muhammes Beste, Râhatu’l Ervah Zencir Beste, Irak Aksak Semai, Rast Aksak Semai, Nühüft Aksak Semai,  Acemaşiran Yürük Semai,  Rehavî Peşrev, Nühüft Peşrev ve Saz Semaisi’dir.
ITRİ, AYNI ZAMANDA HATTATTIR
Itrî aynı zamanda tâlîk yazıda çok nefis istifleri olan bir hattattır. Edebiyat ve hat öğretmeni, Siyahî Ahmed Efendi'dir (?-1697). Yazdığı tâlik yazı örneklerini, Hâfız Post'un güfte derlemesinde görmek mümkündür. Neyzen olduğu da söylenir. Saz eserleri bestelemesi, ney ya da başka bir saz çaldığını gösterir. Çağının kaynaklarında, kuramsal bilgilerinin çok üstün bir düzeyde olduğu kayıtlıdır.
Itri'yi vitrine çıkaran, bestekarlıkta gösterdiği üstün başarılardır. Fakat o yalnızca bir musiki adamı değil, çok yönlü bir bilim adamıdır. Çünkü, udun mucidi olan Farabi'nin de belirttiği gibi, musiki fizik ve matematikle yakından ilgilidir. Her nota belli bir titreşim sayısıyla kendi kimliğini ortaya koyar. Musikinin temeli olan ritmler de doğrudan matematikle ilişkilidir. Itri bir müzik dehası, Itri bir gen mühendisi, Itri bir hattat, Itri bir neyzen, Itri bir semazaen, herşeyden çok Itri, segah makamında bestelediği bir Bayram Tekbiri ile, İslam Alemi ikliminde yaşayan milyonlarca Müslüman’ın birbirini din kardeşi coşkusuyla kucaklamasını sağlayan bir toplum mühendisidir.
Aşağıda, Itri'nin bir musiki adamı olarak ne kadar üstün bir değer olduğunu anlatan Yahya Kemal'in iki şiirini veriyoruz. Beyatlı'nın “ITRİ” şiiri ile “SÜLEYMANİYE'DE BAYRAM SABAHI" birbirlerini tamamlayan ve ikisi de ITRİ’nin bestesi olan Tekbir'in ruhlarda yarattığı ilahi coşku ile yazılmıştır.
ITRİ
(Rıfkı Melûl Meriç'e)

Büyük Itrî'ye eskiler derler,
Bizim öz mûsıkîmizin pîri;
O kadar halkı sevkedip yer yer,
O şafak vaktinin cihangîri,
Nice bayramların sabâh erken,
Göğü, top sesleriyle gürlerken,
Söylemiş saltanatlı Tekbîr'i.

Tâ Budin'den Irâk'a, Mısr'a kadar,
Fethedilmiş uzak diyarlardan,
Vatan üstünde hür esen rüzgâr,
Ses götürmüş bütün baharlardan.
O dehâ öyle toplamış ki bizi,
Yedi yüz yıl süren hikâyemizi
Dinlemiş ihtiyar çınarlardan.

Mûsıkîsinde bir taraftan dîn,
Bir taraftan bütün hayât akmış;
Her taraftan, Boğaz, o şehrâyîn,
Mâvi Tunca'yla gür Fırât akmış.
Nice seslerle, gök ve yerlerimiz,
Hüznümüz, şevkimiz, zaferlerimiz,
Bize benzer o kâinât akmış.

Çok zaman dinledim Nevâ-Kâr'ı,
Bir terennüm ki hem geniş, hem şûh:
Dağılırken "Nevâ"nın esrârı,
Başlıyor şark ufuklarında vuzûh;
Mest olup sözlerinde her heceden,
Yola düşmüş, birer birer, geceden
Yürüyor fecre elli milyon rûh.

Kıskanıp gizlemiş kazâ ve kader
Belki binden ziyâde bestesini,
Bize mîrâsı kaldı yirmi eser.
"Nât"ıdır en mehîbi, en derini.
Vâkıâ ney, kudüm gelince dile,
Hızlanan mevlevî semâıyle
Yedi kat arşa çıkmış "Âyîn"i.


O ki bir ihtişamlı dünyâya
Ses  ve tel kudretiyle hâkimdi;
Âdetâ benziyor muammâya;
Ulemâmız da bilmiyor kimdi?
O eserler bugün defîne midir?
Ebediyyette bir hazîne midir?
Bir bilen var mı? Nerdeler şimdi?

Öyle bir mûsıkîyi örten ölüm,
Bir tesellî bırakmaz insanda.
Muhtemel görmüyor henüz gönlüm;
Çok saatler geçince hicranda,
Düşülür bir hayâle, zevk alınır:
Belki hâlâ o besteler çalınır,
Gemiler geçmiyen bir ummanda.
Yahya Kemal Beyatlı
***********************
SÜLEYMANİYE'DE BAYRAM SABAHI                                                                                                                          Artarak gönlümün aydınlığı her saniyede
Bir mehâbetli sabah oldu Süleymâniye`de
Kendi gök kubbemiz altında bu bayram saati,
Dokuz asrında bütün halkı, bütün memleketi
Yer yer aksettiriyor mavileşen manzaradan,
Kalkıyor tozlu zaman perdesi her an aradan.
Gecenin bitmeye yüz tuttuğu andan beridir,
Duyulan gökte kanat, yerde ayak sesleridir.
Bir geliş var!.. Ne mübârek, ne garîb âlem bu!..
Hava boydan boya binlerce hayâletle dolu...
Her ufuktan bu geliş eski seferlerdendir;
O seferlerle açılmış nice yerlerdendir.
Bu sükûnette karıştıkça karanlıkla ışık
Yürüyor, durmadan, insan ve hayâlet karışık;
Kimi gökten, kimi yerden üşüşüp her kapıya,
Giriyor, birbiri ardınca, ilâhî yapıya.
Tanrının mâbedi her bir tarafından doluyor,
Bu saatlerde Süleymâniye târih oluyor.
Ordu-milletlerin en çok döğüşen, en sarpı
Adamış sevdiği Allah`ına bir böyle yapı.
En güzel mâbedi olsun diye en son dînin
Budur öz şekli hayâl ettiği mîmârînin.
Görebilsin diye sonsuzluğu her yerden iyi,
Seçmiş İstanbul`un ufkunda bu kudsî tepeyi;
Taşımış harcını gâzîleri, serdârıyle,
Taşı yenmiş nice bin işçisi, mîmâriyle.
Hür ve engin vatanın hem gece, hem gündüzüne,
Uhrevî bir kapı açmış buradan gökyüzüne,
Taa ki geçsin ezelî rahmete ruh orduları..
Bir neferdir, bu zafer mâbedinin mîmârı.
Ulu mâbed! Seni ancak bu sabah anlıyorum;
Ben de bir vârisin olmakla bugün mağrûrum;
Bir zaman hendeseden âbide zannettimdi;
Kubben altında bu cumhûra bakarken şimdi,
Senelerden beri rüyâda görüp özlediğim
Cedlerin mağfiret iklîmine girmiş gibiyim.
Dili bir, gönlü bir, îmânî bir insan yığını
Görüyor varlığının bir yere toplandığını;
Büyük Allah`ı anarken bir ağızdan herkes
Nice bin dalgalı Tekbîr oluyor tek bir ses;
Yükselen bir nakaratın büyüyen velvelesi,
Nice tuğlarla karışmış nice bin at yelesi!
Gördüm ön safta oturmuş nefer esvaplı biri
Dinliyor vecd ile tekrar alınan Tekbîr`i
Ne kadar saf idi sîmâsı bu mü`min neferin!
Kimdi? Bânisi mi, mîmârı mı ulvî eserin?
Taa Malazgirt ovasından yürüyen Türkoğlu
Bu nefer miydi? Derin gözleri yaşlarla dolu,
Yüzü dünyâda yiğit yüzlerinin en güzeli,
Çok büyük bir iş görmekle yorulmuş belli;
Hem büyük yurdu kuran hem koruyan kudretimiz
Her zaman varlığımız, hem kanımız hem etimiz;
Vatanın hem yaşayan vârisi hem sâhibi o,
Görünür halka bu günlerde teselli gibi o,
Hem bu toprakta bugün, bizde kalan her yerde,
Hem de çoktan beri kaybettiğimiz yerlerde.
Karşı dağlarda tutuşmuş gibi gül bahçeleri,
Koyu bir kırmızılık gökten ayırmakta yeri.
Gökte top sesleri var, belli, derinden derine;
Belki yüzlerce şehir sesleniyor birbirine.
Çok yakından mı bu sesler, çok uzaklardan mı?
Üsküdar`dan mı? Hisar`dan mı? Kavaklar`dan mı?
Bursa`dan, Konya`dan, İzmir`den, uzaktan uzağa,
Çarpıyor birbiri ardınca o dağdan bu dağa;
Şimdi her merhaleden, taa Bâyezîd`den, Van`dan,
Aynı top sesleri birbir geliyor her yandan.
Ne kadar duygulu, engin ve mübârek bu seher!
Kadın erkek ve çocuk, gönlü dolanlar, yer yer,
Dinliyor hepsi büyük hâtırâlar rüzgârını,
Çaldıran topları ardınca Mohaç toplarını.
Gökte top sesleri, bir bir, nerelerden geliyor?
Mutlaka her biri bir başka zaferden geliyor:
Kosova`dan, Niğbolu`dan, Varna`dan, İstanbul`dan..
Anıyor her biri bir vak`ayı heybetle bu an;
Belgrad`dan mı? Budin, Eğri ve Uyvar`dan mı?
Son hudutlarda yücelmiş sıra dağlardan mı?
Deniz ufkunda bu top sesleri nerden geliyor?
Barbaros, belki, donanmayla seferden geliyor!..
Adalar`dan mı? Tunus`dan mı, Cezayir`den mi?
Hür ufuklarda donanmış iki yüz pâre gemi
Yeni doğmus aya baktıkları yerden geliyor;
O mübârek gemiler hangi seherden geliyor?
Ulu mâbedde karıştım vatanın birliğine.
Çok şükür Allaha, gördüm, bu saatlerde yine
Yaşayanlarla beraber bulunan ervâhı.                                                                                         Doludur gönlüm ışıklarla bu bayram sabahı.
YAHYA KEMAL BEYATLI
***********************
Yahya Kemal'e böyle şaheser şiirler yazdıran değerlerimize sahip çıkmazsak, kültür coğrafyamızın giderek çoraklaşmasına neden oluruz ki bu, toplumun ruh sağlığını olumsuz etkileyen pekçok psiko-somatik hastalığın doğmasına neden olur.