İsrail ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY), Akdeniz’de Münhasır Ekonomik Bölge (MEB) belirleme anlaşmasını imzaladı. MEB, 1982 Milletlerarası Deniz Hukuku Sözleşmesi’nde belirtildiği üzere, kıyı devletlerinin 200 millik alanda deniz yatağı, toprak altı, diğer deniz ürünleri ile akıntı ve rüzgar gibi konularda egemen haklarının bulunduğu alandır. İki kıyı arasındaki mesafe 400 milden az ise bu durumda orta hat metodu uygulanır. Sınırı komşusu kıyıdaş ülkeler ile kıyılardaki eğimler, çıkıntılar, adalar gibi düz olmayan şekiller sebebiyle ilgili devletler MEB anlaşmaları yaparak tereddüde yol açabilecek hususlarda mutabakata varırlar. Karadeniz’de MEB ile ilgili kıyıdaş devletlerin yaptıkları anlaşma bulunmaktadır. Başta balıkçılar olmak üzere denizin ekonomik kaynaklarından istifade etmek isteyen kıyıdaş ülke vatandaşları ile dış yatırımcılar açısından üzerinde mutabık kalınmış MEB haritasına ihtiyaç duyulmaktadır. İsrail ile GKRY bu anlaşmayı imzalamışlardır. Haritada görüleceği üzere İsrail sahillerinin hemen karşısında Kıbrıs bulunmaktadır. Bununla beraber aynı bölgede Türkiye’nin dışında Lübnan ve Suriye’nin de söz hakkı bulunmaktadır. Hatta böyle bir anlaşmada Mısır’ın da bulunması gerekmektedir. Kıbrıs’ta egemenlik hakları ile ilgili geçerli olan Londra ve Zürih sözleşmelerinin yerine yenisi yapılmamıştır. Bu sözleşmelerin kurduğu düzen Rumlar tarafından yıkılmış, Türkiye 1974’de bu sözleşmelerin verdiği yetkiyle müdahale etmiştir. Bugüne kadar tarafların mutabık kalacağı bir düzen kurulmamıştır. Türkiye’nin bu yoldaki yarım asra yaklaşan hukuk mücadelesi, Kıbrıs Rumları, Yunanistan ve batılı devletlerin oldu-bittileriyle aşılmak istenmektedir. Bu oldu-bittilerin önemli bir halkası 2004 Annan Planı ile gerçekleşti ve GKRY, bütün adanın “meşru yönetimi” olarak AB’ne katıldı. Bu plan çerçevesindeki referandum ve vaatler ile Türkiye oyalandırılırken, GKRY egemenlik iddiaları konusunda bir safhayı geçti. Kıbrıs sahillerinden itibaren Doğu Akdeniz’in kaynakları konusunda ciddi bulgular sözkonusudur. Rum kesiminin bunları işletme ile ilgili önceki teşebbüsleri Türkiye’nin savaş gemisi göndermesiyle engellenmiştir. İsrail’in daha önce bu yöndeki teşebbüsleri Türkiye’nin diplomatik uyarıları ile son bulmuştu. Anlaşmayla sonuçlandığı belirtilen son gelişmeler için de İsrail uyarılmıştı. Egemenlik konusu ihtilaflı olan GKRY’nin doğrudan Türkiye’yi de ilgilendiren bir konuda üçüncü bir ülke ile yaptığı sözleşme sakattır. Benzer sakatlık Lübnan açısından da sözkonusu olup, tepkisini dile getirmiştir. Bununla beraber Lübnan, Kıbrıs’ta egemenlik hakları konusunda taraf değildir. Böyle bir anlaşmadan sonra İsrail yetkililerinin “biz anlaştık, Türkiye buna saygı duymalıdır” şeklindeki beyanatı, bir diplomatik şarlatanlık veya küstahlık olarak değerlendirilebilir. Mesela “Kıbrıs’taki egemenlik sorunu konusunda Türkiye’nin pozisyonunu biliyoruz. Kıbrıs’ta bilfiil bir Rum yönetimi mevcut olup İsrail’in de kendisine ait çıkarları bulunmaktadır” yollu vaziyeti idare etmeye çalışan beyanat yerine, adeta GKRY’nin sözcüsü gibi bir üslubun çok daha farklı anlamı bulunmaktadır. İsrail’in ortalığı karıştırarak süreci yönetme becerisi konusunda başarısı bilinmektedir. Burada Türkiye’nin de süreci doğru tanımlayarak pozisyonunu güçlendirecek hukuki ve siyasi materyalleri iyi tespit edip kullanması gerekmektedir. “Yeni bir sorun” çıkarmama kaygısı her şeyi kaybetmeye götürür. Siyasi güç, bir aşamadan sonra hukukileşebilmektedir. GKRY bunun hesabını yapmaktadır. Ancak Türkiye’nin problemi siyasi güçsüzlükten çok gücünü değerlendirip kullanabilmesi ve süreci yönetebilme ile ilgilidir. Kıbrıs’da, savaş sonrası ateşkes anlaşması imzalanmış, fakat kalıcı barış tesis edilmemiştir. Dolayısıyla egemenlik hakları belirsizdir. Türkiye, kalıcı anlaşma yapmak için her meşru yolu kullanmaktadır. Rumların istediği ise adada Türk varlığını yok sayan bir anlaşmadır ki bu kabul edilmeyecektir. Siyasi bakımdan olduğu gibi ekonomik bakımdan da Yunanistan zor günler geçirmektedir. Türkiye, fırsatçı politikası izlemediği halde, GKRY’nin son hamlesi aslında İsrail’le yaşanan sorunları kendi hesabına tahvil etme stratejisidir. İsrail’in tutumu ise bu ülke ile ilişkilerin geleceği konusunda çok daha düşündürücüdür. Sözleşmelerden doğan hakları diplomatik yollarla, gerektiğinde siyasi ve ekonomik yaptırımlarla korumak en doğal hakkımızdır. Gerektiğinde askeri tedbirlere de başvurmak egemenlik haklarımızın bir parçasıdır. İsrail-GKRY anlaşması, sadece KKTC ile Türkiye’nin haklarını ihlal etmeyip, diğer bölge ülkelerini de yok saymaktadır. Böyle bir anlaşma hukuken yok hükmündedir.