İnsanlık bugün müthiş bir travma yaşıyor. İçinde bulunduğu gel-git ler nefes aldırmayan bir amanla insanlığın ense kökünde ..En ufak ferdinden en yaşlısına kadar travmanın ağır baskısı inanılmaz bir şekilde kendini hissettiriyor. Yaşam enerjisi dediğimiz haslet dip yapmış durumda. Bana dokunmayan yılan yüz milyonlar yaşasın felsefesi maalesef hakim bir durumda. Ferdiyet algısı ve egoizm karşı tarafı yok hükmünde kabul ediyor. Varlığımızın aktif ruhu olan enerji  karşıya devamlı şekilde menfi rüzgârının anaforu gibi esip duruyor. İçinde bulunduğumuz ,zaruretten yaşadığımız kan dökücü asır, bizi mutlak tesiri altına aldı. Ölüm ve kanlı olayları o kadar benimsedik ki bahçeden koparılmış bir çiçek dahi bizlere o kadar acı vermiyor. Onlarca asırların birikimi bir kültürün, yaşamın derinliğinden gelen bir hayat felsefesine sahiptik. Koca ,dev çınarlarımız vardı .Bir sözü yüzlerce kitap hacminde değer taşıyan mücevherlerimiz vardı. Abide şahsiyetler, ulu kişilerimiz vardı ;bizlere yol-yordam öğreten hayatın, yaşam  zevkini  bir hap halinde bizlere sunan.
Atasözlerimiz vardı paha biçilemeyen ,hayatın özünden çıkarılmış ilahi nefesler gibi.
Zamanın derinliğinden süzülen bu müthiş toplum ,savaşta inanılmaz cengaver barışta bir güvercin kadar narin olan bu insanlar arasından  öyle  insanlar yetişti ki sözleri birer sırlı  tohumlar olup bugün her birisi bir çınar hükmünde ışık ve dal saldı.
Bir Mevlana ile aşk ve Hakikat deryasını yaşadık:
“ Aşkın sırları kime görünürse, artık onun varlığı kalmaz. 0 sevgili de yok olur. Yanan bir mumu güneşin önüne koy! Sonra dikkat et, bak; o mum güneşin ışığı içinde nasıl yok oluyor? Güneşin önüne koyduğun mumun nûru, hem yoktur hem de vardır. Eserleri de öyle; hem yoktur hem de vardır. İşte şu beden ateşi de, ruhun nurun da tıpkı böyledir. Bu ateş hem vardır, hem de yoktur. Sonra hayatımızı idame ettirdiğimiz bize sonsuz miktarlarda ikram edilen her lezzetin O’ndan gelen birer ikram olduğunun farkına vardık ,Şirazi ile: “Padişah sofrasında bir derviş bana şunu söyledi: "Hangi sofradan doyarsan doy, rızkı veren Allah'tır."
Boşa yaratılmadığımızı bir inanç bir tefekkür bir gayeye dönük olarak varlık ve muhatap olduğumuzu ve bu yaratılış hikmetinin gereği  bir takım imtihanlara tabi tutulacağımızın hikmetinin  Hasan Basri Hz.lerin sözünde demlenmiş gördük :
“ Kişinin kadrinin ve kıymetinin varlığı, üzüntülere, bela ve musibetlere sıkıntılara sabretmesiyle ortaya çıkar.
Sabredenlerin, sabırdaki azimleri sebebiyle iyilikleri; yani sabır, tevekkül, kanaat ve sakinlik, yumuşaklık gibi güzel huyları artar.
Böylece olgunlaşan insanın kalp aynasındaki kirler, cevherin hâlis hale getirilmesi gibi temizlenir.”
Sadi Şirazi bu güzel huyları benimsemeyen ruhun hangi seviyelere düşeceğini bizlere :
“İnsana nefsin hakim oluşunun temeli, arzulara, isteklere uymaktır. Arzu ve heveslere uyma galip gelince kalbi kararır. Kalp kararınca can sıkılır, can sıkılınca huy kötüleşir.” İfade ediyor.
Bu derinlemesine insan ruhuna nüfus eden güzide pırlanta parçalarını folklorik unsurlar ve dizeler tarzında değerlendirecek insanlar olabilir. Zaten insan denen muammanın çözülemeyişin altında yatan gerçek de bu zaten. Öyle ki bazen mutlak manada tasdik ve tebrik ettiği bir algıyı/anlayışı bazen mutlak manada red ve terk edebilir ;bu yüzden yine Sadi Şirazi insanı tariflerken .
“Yek katre-i humast ve hezar endişe” diye ifadelendiriyor .Yani: ”İnsan tek damla kan bir yığın endişeden ibaret! ”evet aynen öyle.
Çünkü sosyal bir varlık olan insanoğlu devamlı kendi si gibi mutlak aciz olan bir varlığın sözlerine bakmış ve kendi kendini aldatmıştır.
Feridüddin-i Attar Hz’leri :
“  Selamette kalmak isteyen, bütün halkın dedikodusundan yüz çevirir. “diye elimize altın bir anahtar veriyor.
Sümbül Sinan Hz.leri ise:
Allah size uzun uzun sormayacak "Siz dünyada iken ben hep sizinleydim, siz kiminleydiniz?" diye bir ışık uzatıyor..
Ama bu nadide takıları aklımıza asarken Hacı Bayram Veli’nin :
“Öfke, iyi düşünmeyi daraltır, yanıltır.
Hiddet ve kin, hakikatleri gören gözleri kör eder.” düsturunu
Şair Hafız’ın :
“Cihan sûret bakımından hoş bir gelindir, fakat
Kim onu kabul ederse kendi ömrünü ona mehir verir” dizelerini unutmamız gereğini salıklar.
Bu yüzden aşk sofrasın müdavimlerinden olmaktan hiç vazgeçmeyeceğiz. Yine Şirazi’den kelâm eylersek :
“Nice kuvvetli, nice üstün akıllar vardır ki, aşkın havası onları mağlup etmiştir. Çünkü sevda aklın kulağını büktükten sonra, akıl bir daha baş kaldıramaz..!”
Bir de sözün sultanı Mevlana’dan dem tutarsak :
“Âşık olmak demek, nur gelen tarafa pencere açmaktır.
Çünkü gönül, gerçek dostun yüzü ile aydınlanır, nurlanır..”
Bu hoş sedalarla gönüller yıkanır, akıl beslenirse insan ne olmaz. İnsan da travma egoizm ve bencilliğin bir damlacık kiri kalır mı?
Bizler yine sözün hakikatini; hakikat aleminin ,gönüllerin gerçek biricik efendisi ve sultanı Efendimiz sav. ile noktalamış olalım.
“Akılca en mükemmeliniz, Allah'tan en çok korkanınızdır.!”
“Bütün insanlar günah işler, fakat günah işleyenlerin en hayırlısı, tövbe edenlerdir.!”
“Müslümanların derdini dert edinmeyen onlardan değildir.!”
“Dünyanın belâ ve fitneden başka hiçbir Şeyi kalmadı.!”
En kalbi saygılarımla..