İçinden geçtiğimiz nazik atmosferin tesirinden olsa gerek ,konuştuğunuz her kelime /cümle farklı anlamlar yüklenerek farklı bir köşeye çekilebilmekte.
Bilerek ya da bilmeyerek.
Yüksek debili zengin bir enginliğe sahip olan dilimiz bu çekime müsaade edebilmekte ,bu yüzden :“kaş yaparken göz çıkarmak “her zaman olası.Siyaset denen arenada çok daha dikkatli kullanmamız gereken hazinemiz hiç şüphesiz dilimiz, dilimizin döktüğü inci cevher sözlerimiz..!
Derviş koca Yunus :”Söz ola kese savaşı söz ola kestire başı /söz ola agulu aşı bal ile yağ ede bir söz..”buyurmuş.
Dil insanı abad da eder berbatta.
İnsanlığın varoluşundan bugüne değin öfkemizi,nefretimizi,sevgimizi aşkımızı hep bu kutsal nesne dilimizle kelâm eylemiş ifadelerimizi arz etmişizdir.
Çünkü yegane iletişim aracımız kelam/söz.
Muhatabımızı ya gül bahçesine davet edip bülbül olmuşuz ya ateş çölünde alev.
Bu yüzden duygularımızın söze dönüştüğü tek kaynak ,ruhumuzun yansıdığı tek ayna hiç şüphesiz dilimizin altında saklı duran nazik hazine dilimiz /sözümüz .
Nasıl sermayemizi hâr vurup harman savuramıyor onu en kutsal ortamlarda dahi gözümüzden sakınarak kullanıyor isek ondan daha büyük bir hazine olan inci/güher sözümüzü  daha  çok korunmaya layık bilmeliyiz. Yani sözümüz özümüzdür kısacası.Güzel Türkçemizin kelamın-sözün en güzelini en güzel örneklerle anlatabilen bir dil olduğunu gönül rahatlığıyla ifade edebiliriz. Söz gönülde saklı olduğunda insanın esiri iken lafa dönüştüğünde insan onun esiri olur. Bir kıssa ile örnek vermiş olalım :”Vaktiyle bir yerde bir kral yaşar imiş.Bu kral bir gün rüya görür ;lakin anlamlandıramaz..Haber verdirir en bilge rüya yorumcularına ..Yorumculardan biri tabir eder: Sayın Kralım der”Sizin adınıza çok üzüldüm sizin dışınızdaki bütün eş/dost hısım akrabalarınız sizden önce ölecek ! ve siz çok üzüntüler içerisinde günler geçireceksiniz ! “der..Zaten morali bozuk kral ;götürün şunu vurun kellesini diye emir buyurur.!
Bir başka âlim,bilge güngörmüş bir rüya tabircisi ise ;
rüyayı dinledikten sonra ;”Haşmetli kralım gördüm ki rüyanız çok derin anlamlı şahsınız adına çok bereketli bir rüya;Zat-ı şahaneleriniz bütün aile efradından daha uzun ve bereketli bir ömür sürecek!”der..Kralın bu tabir çok hoşuna gider ve yorumcuya bir hayli lütufta bulunur. 
Her iki tabirci de manalar ve maksatları aynı olmakla beraber ;netice farklı olmuştur.Birinde dilden bal akarken diğerinden zehir akmıştır  o kadar.?!
Söyleme sanatının güzelliğinden bir elif.
Yine bir başka rivayette ise :Davud (a.s) Lokman Hekimden bir koyun keserek en iyi iki parçasını getirmesini ister. Lokman Hekim ona kestiği koyunun dil ve yüreğini götürür. Aradan birkaç gün geçince Davud (a.s) yine Lokman Hekimden bir koyun keserek bu sefer en kötü yerini getirmesini ister. Lokman Hekim yine koyunun dili ve yüreğini götürür. Davud (a.s) bunun hikmetini sorunca, Lokman Hekim şöyle cevap verir: " Bu ikisi iyi olursa bunlardan daha iyisi, kötü olursa da daha kötüsü bulunmaz" der. Yani bu dünyadaki hayatımızı " kalp yazar, dil okur." Sözlerimiz ilim, irfanımızı ya da noksanımızı ortaya serer.” Bu deyişler bizim medeniyetimizin incileridir. Yüce Allah sözün faziletini yaratılış mucizesinde ne güzel göstermiş,Rahman suresinde :“insana beyanı/söz söyleme hürriyetini-kabiliyetini” öğretti.” Söylemenin yanında dinlemeninde hikmetini :”insana iki kulak, bir ağız vermiş". Olarak ifadelendiriyor.Sözlerimiz ok gibidir, ağızdan çıktıktan sonra bir daha geri dönmez.
Kişi sözü söylemeden önce ona hakimken, söyledikten sonra ona mahkum olur. Söylenen sözün manası kadar, yerinde söylenmesi de önemlidir. Yerinde söylenen söz ciddi etkiler yaratır. 

Önemli olan her sözü her yerde değil, anlayanların bulunduğu yerde söylemeyi bilmektir.  "Her sözün vakti, her nüktenin yeri vardır. Dilsizin dilinden ancak anası anlar." Sözü anlayabilmek içinse, göz ve kulaktan çok kalp ve gönül lâzım. Kalpten çıkan söz, kalbe ulaşır, ağızdan çıkan söz ise kulak duvarına çarpar, bir türlü aşamaz. Sözü dinleyen de, söyleyen kadar önemlidir. Satıcının güzelliği, alıcıdan gelir. Kalpten gelen söz, girecek bir gönül mutlaka bulur.
 Eşrefoğlu Rumi şöyle der:"Dil dudak debreşmeden, sözden anlayan gelsin!"
 Bu, tüm insanlığın özlemidir;tabi ağırlıklı olarak siyasi insanlarımızın!
Namık Kemâl için şöyle bir hikaye anlatırlar. Rivayete göre Magosa'da zindandayken yanına bir mahkum gelir. Üstad şiirler yazar ve yazdıklarını zindan arkadaşına okurmuş. O da bu şiirleri ağlayarak dinlermiş. Namık Kemâl de bu durumdan çok etkilenir, "ne kadar duygulu ve hassas insan" dermiş. Hatta dışardaki arkadaşına şöyle bir mektup yazmış: " zindandayım, ama çok mutluyum. Çünkü burada beni anlayan birine rastladım. Ben söylüyorum o ağlıyor, o ağlıyor ben söylüyorum."
Namık Kemâl, bir gün zindan arkadaşına "ben şiirlerimi okudukça, sen hep ağlıyorsun, neler hissediyorsun bana anlatır mısın? Diye sorar. Zindan arkadaşı Namık Kêmal'e "sen yazdıklarınıokudukça sakalın sallanıyor. Ben de sakalın sallandıkça köyümdeki keçimi hatırlıyorum. Onu çok severdim, özlüyorum " diye cevap verir.
 Mevlana’nın buyurduğu gibi , "Siz ne anlatırsanız anlatın, anlattıklarınız karşınızdakinin sizi anladığı kadardır.”
Siyasilerimiz umarım birgün bu makaleyle karşılaşır da nasiplenir mi acaba?!
En kalbi saygılarımla..