İnsan fenomenin varlığı; sonra barınıp beslenip hayat bulduğu şehir, sonra akıl çerçevesini ördüğü bilgi yığınağı kültür, ruhun sükûneti medeniyet ve bu aktif algılardan süzülen süslenmiş ironi parçacıkları...
Medeniyet kavramının can bulduğu, şehirli olma aidiyetinin mensuplarına, bir hediye ölçeğinde bahşedildiği, insan ve kültür arasında korelasyonun en yüksek seviyede olduğu asude belde İstanbul..
Tarihsel süreç içerisinde: Medeniyet /“din” /kültür ve şehir bağlamında üçlü öğenin yapı taşını oluşturan İstanbul,
Antik Yunan sermayeli şehir devleti Bizans'ın ,Doğu Roma İmparatorluğu ,Bizans ve İslam yürekli Osmanlı Türk Medeniyeti'nin başkentliğini yapmış İstanbul..
Tarihte başka bir benzeri olmayan üç büyük imparatorluğun kültür abidesi sembolü olan payitaht.!
Din merkezli oluşu ,stratejik coğrafik konumu, natürel doğal /tabiat güzelliği bu olağan üstü kenti, tarih her zaman ayrıcalıklı kılmış ve hep cazibedar bir merkez olarak konumlandırmıştır.
Bu yüzden İstanbul'u anlatım dilini ayırt etmek zorundayız.Kutsiyet atfetmeden ancak metafizik örgülü bir lisan içre olma zorunluluğumuz var..Çünkü, İstanbul sadece kendine has medeniyetler ve eşsiz kültür dilinin imgelerinde gizli değil..Bağlı olduğu klasik imparatorluk dillerinin çok üstünde birleşik bir kültürün de yegane koruyucusu konumunda.
Tarih içerisindeki ışıltılı görkemini ifade etmeye, belki teatral bir dil tekniği kullanmayacağız ama ; soylu ve İstanbul’a has/özel ifadeler kullanmaya özen göstereceğiz..Görkeminin sadece tarihin muhteşem gelişmelerinden/seyrinden değil, aynı zamanda tarihi olağanüstü zenginleştiren ve tarihe muhteşem mimari çeşnisiyle apayrı bir medeniyetler manzumesi kattığını da biliyoruz.
Mevcut medeniyetler halkaları incelendiğinde ;Antik Yunan ,Bizans ve Doğu Roma kültürlerinin yansımaları olan ikon eskizlerine ,kaligrafilerine -faydasız ve anlamsız heykellerine-,muhteşem yer altı sarnıçlarına ,bir Ayasofya gibi abidevi sanat eserine karşılık ; ecdadımız mensubu bulunduğu medeniyet hazinesinin teşvikiyle ; kutsal kabul ettiği mekanları , gökkuşağı armonisi sunan ipeksi vitraylarıyla,kubbeleri çepeçevre saran altın işlemeli hat yazılarıyla sırrı hâlâ çözülemeyen muhteşem gül kurusu, lale motifli çinileriyle ve duvarları bitişik yaptığı minik saray görünümünde kuş yuvalarıyla ,eşsiz iç ve dış tezyinatıyla İstanbul’a has yüksek mimariyi ve birlikte gelen engin kültürü birkaç kat yukarıya taşıyarak tarihe hizmeti esas bilmiştir.Hele Sultan Fatih’in Ayasofya içerisindeki ikon eskizlerini silmeyip, üzerlerini ince bir sıva ile örtmesi kültür ve medeniyet adına bir ileri görüşlülüğün zirvesi diyebiliriz.
Şehir ,medeniyet ,kültür ve insan algısında İstanbul, maziye ait kültürü, mazinin görünmeyen sisli dehlizlerine terk etmez.Parçalanmış eski değil, mevcut bütünün üzerine yenilenmiş bir iç donanım ve estetik ekleyerek mevcut güzelliğini daha da artırır.Buna en güzel misal, yaşı binlere dayanmış hatta daha eski olan ibadethanelerin vakur ve hizmet eden duruşlarıdır.Fiziki manada yaşlanmak onları yalnızlığa değil, tam tersine birikim ve cemaatleşmeye götürmüştür.Bu durum insanla kültür arasında korelasyon ya da İstanbul’a özgü muhteşem bir kaotizmin var olduğu ilişkisidir.İstanbul ve kültür paradigmasının nasıl şeffaf ve saydam kaldığının da en bariz bir göstergesi de sayabiliriz.
İstanbul’a kutsiyet izafe etmiyoruz,ontikleştirmiyoruz.Hak ettiği bir bağlamda belki kısmen metafizik bir dil kullanmaya özen gösteriyoruz..Çünkü İstanbul gerçek kaftanını “”Kostantin birgün elbet fethedilecektir ;Onu fetheden komutan ne büyük bir komutan ve onun askerleri ne güzel/yiğit askerlerdir “Resülü düsturunun cazibesi  ile giymiştir.Bu cazibe erişilmek istenen sırrın içinde saklıdır.

 Tekraren ifade ediyorum ki; Bütün bu yerleşik olguların ötesinde  İstanbul’a mümtaz bir soyluluk sağlayan paradigma; gerçek mana büyüklüğünü Peygamberi bir muştunun sevincinde saklamasıdır..Yapılan onbeş muhasara altında yatan yegane gerçek, bu muştuya ulaşabilme arzusudur..