Efendimizin(sav) hayatından başka bir hayat örnek alınamaz. Mümin için tek örnek O(SAV)' dur. İdol onun şahsiyeti, ideal onun yaşam tarzıdır. Onun(SAV) dünyaya teşrifleri ile Allah-u teala tüm tabakatı hayata Muhsin (İhsan eden, rahmet ve merhamet gösteren) sıfatı ile tecelli etmistir.
Dini mübinin tebliği, irşadı ve tüm yönleri ile hayata taşınması, her müminin vazifesidir. Bu hususta ulemanın görevinin hayati olduğunu söylemek gerekiyor. İslam toplumlarında bu görevi hakkıyla yerine getirebilecek kişilerin hem sayısının hemde ilmi yetilerinin artmasına özen gösterilmeli. Çünkü Post-modern devir (birçok yönüyle ahir zaman) şeytanın ordusuna geniş bir hayat sahası oluşturdu.

Bu bilinç ile haraket edilip, islami kaygı ile ulemanın (Alim, hoca, şeyh veya mürşit) niteliğinin sorgulanması zarurettir. Bu söylediğim seküler kesimlerin kıyımları ile karıştırılmamalı. Ulemanın tavır ve tutumlarında, Efendimiz'in(SAV) hayatına mutabaat edip etmediğine bakarız, bakmalıyız. Kritik olan eşik budur taklit edilen hayatın içselleştirilip, yaşam tarzı haline getirilip getirilmediğidir.
Biz bir din âliminin sadece bilgisine, ilmine bakarak; hayatını örnek olarak kabul edemeyiz. Muhakkak davranışlarında, tutumlarında ve düşüncelerinin tamamında dini mübinle olan uyuma, tutarlılığa bakacağız.

...................................


Yeni bir parantez açalım. İnanç mevzularının tamamını zamanla ve insanla içiçe konuşmak mecburiyettir. Post-modern devir, algı alanımızı inanılmaz derecede genişletti. Bu genişleme herşeye ve herkese yetişmek zorunluymuş gibi bir büyük algısal hatayı zihinlerimize yerleştirdi. Seçicilik özelliklerimizi imha eden bu genişleme, aslına bakılırsa inanç dahil tüm değerlerimizi ve ilişkilerimizi boğan, yutan büyük bir algısal boşluk...

Bu büyük boşluğu inanç ile kapatmak isteyenlerden biriysek, zamanın ruhu ile savaşmak zorundayız. Algısal hataların, yanılsamaların, önemli olanı kaçırmanın zararı ile yüzleşmek zorundayız. Çoğu kez, olanı olduğundan farklı görmüş olmanın pismanlıgını yaşıyoruz. Algının ne kadar mühim olduğu ortaya çıkıyor.

Algı alanını daraltmadan, seçici olmadan kargaşa ve keşmekeşin buhranından kurtulmak mümkün değil. O halde bundan sonraki mevzumuz bu boşluğu ne ile dolduracagımızla ilgili olacak. Biz bu boşluğu ne ile doldurursak önce kuracağımız zihinsel yapının sonra da sosyal yapının temeli, zemini bu olacak.

Dinin inşası, bu zeminde mümkündür. Dini ikmal etmek, algının daraltılıp zamana ve insana odaklanılması vesilesi ile olacak. Çünkü Hem zaman hem de İnsan mefhumu dinin zeminidir. İslam toplumunun bu iki başat unsuru (zaman ve insan) hem yapısal hem dinamik olarak izleyemeden sağlam bir toplum inşasının gerçekleştirmesi mümkün degil.

İnsan doğası, felsefenin en eski tartışma konularından biridir. İnsan özünde iyi midir kötü müdür? İnsanın yaratılış itibariyle nasıl programlandığı ile birlikte davranışlarının arkasındaki motivlere ve güce ilişkin bilgi sahibi olmak istenmektedir. İnsan davranışının, toplum davranışının ve toplumsal davranışın ne olduğu ve niteliği sorgu sahasına çekilip durur. Bu tartışma yüzyıllar önce başlar. Bu uzun süreç içerisinde insan doğasının nitelikleri üzerine bilim dalları kurulur. İnsan doğasını merkeze alan bu bilim dalları, zamanla ayrıntıya ilişkin cevaplarda yetersiz kalışı sebebiyle onlarca ihtisas sahasının doğuşuna sebep olur.

İnsan, kendine ilişkin sorular sormaktan vazgeçemez. Belki de bilimin veya dinin bulduğu cevaplar zamanla tatmin ediciligini yitirdi. Velhasıl insan kendini anlamak yolculuğunda epey mesafe kaydetti. Fakat bugün bunu nihayetlendirmenin boş bir çaba olduğu kanısı oluştu.

İnsan doğası ile ilgili farklı görüsler var. Sosyal bilimci iseniz hepsine öyle ya da böyle muhatap olursunuz. Önemli olan bizim görüşümüzü inancımız çercevesi ile tanımlayıp tüm eksik ifadelerin arasından çıkarabilmektir.

İnsan doğası felsefenin en eski tartışma konularından biridir. İnsan özünde iyi midir kotü müdür? İnsanın yaratılış itibariyle nasıl programlandığı, davranislarının arkasindaki motivlere ve güce iliskin bilgi sahibi olmak istenmektedir. İnsan davranisinin, toplum davranışının ve toplumsal davranışın ne olduğu ve niteliği sorgu sahasına cekilip durur. Bu tartışma yüzyıl önce başlar. Bu uzun süreç içerisinde insan doğasının nitelikleri üzerine bilim dalları kurulur. İnsan doğasını merkeze alan bu bilim dalları bulduğu cevapların zamanla ayrıntıya ilişkin cevaplarda yetersiz kalışı onlarca ihtisas sahasının doğuşuna sebep olacaktır.
İnsan, kendine ilişkin sorular sormaktan vazgeçmedi. Belki de bilimin veya dinin bulduğu cevaplar zamanla tatmin ediciligini yitirdi. Velhasıl insan kendini anlamak yolculuğunda epey mesafe kaydetti. Fakat buğün bunu nihayetlendirmenin boş bir çaba olduğu kanısı hepimizde oluştu.

Thomas Hobbes: 'İnsan insanın kurdudur.' diyor. Hobbes, en kaba tanımı ile insan; materyalist, determinist tamamen güce dayalı bir sistemi içselleştirilmiştir. Ona göre doğal olanda budur. Toplum yapısının ve insanın devinim halinde olduğu fikrindedir. Ve bu devranın mutlak determinizm ile vücut bulduğunu ifade eder. Bu değişim süreci içinde insan iradesini hep dünyevi menfaat elde etmeye çalışır. Sonuna kadar pragmatisttir; dünyayı dünyadan ibaret gören anlayışın modern teorisyenlerindendir.
"İnsan, insanın kurdudur." Bu ifade dünyayı dünyadan ibaret gören, nedensellik bağını dünyadaki kazanç üzerine kurgulayan bakıştır. Benmerkezli dünya görüşü özelde batıyı tasvir eder.
İslam için ise bunun tam tersini söz konusudur. Müslüman için gayretin ve himmetin başkaları için yapılması erdemdir. İslam dininin tüm kaynakları ve Sahabe efendilerimizin hayatı bizi bu gerçek ile karşı karşıya getirir. İslam için "İnsan insanın yurdudur."

Tevfik ve İnayetle