2. Dünya Savaşı sonrası dünyanın pek çok coğrafyasında olduğu gibi, Ortadoğu üzerinde İngiltere yerini ABD hegemonyası tesis edilmiş, Anglosakson eksenli güç ABD üzerinden sürdürülmüştür. Devletler ve devletlerin yönetim yapıları yeni güç odağı ve onun yeni dünya düzenine göre dizayn edilmiştir. Ortadoğu’da ki krallıklar devletin başına konulan aileler üzerinden idare edilip, ABD ile bağlantılarını sürdürürken, Nato üyesi olan ve çok partili sisteme geçen Türkiye’de karmaşık bir yapı kurulmuştur. Sistem daha çok tek adam ve onun dayandığı aristokratik kesimler üzerinden yürütülmekteydi. Çok partili düzene geçilince sistem, kurumlar üzerinden işletilmeye başlanmıştır. Türkiye Nato’nun en stratejik kanat ülkesi olduğundan ve SSCB ile sınır olduğundan dolayı Nato ülkelerinde bulunan ‘’Gladyo’’ tarzı yapılanmalar ve istenmeyen durumlarda devreye girecek paramiliter örgütlenmeler, yaygın ve etkili şekilde kurulmuş ve kullanılmıştır. Kurumlar, özellikle stratejik kurumlar, değişen iktidarlardan etkilenmeyecek şekilde yapılandırılmıştır. Türkiye’de siyasi, ekonomik ve toplumsal dengeler hep kontrol altında olacak şekilde, belirli dengeler üzerinde işlenmiştir. ABD, Nato araçlarını kullanarak uzun zaman Türkiye’de hemen bütün dengelerle oynayabilecek; olaylara, iktidarlara istediği zaman, istediği şekilde müdahale edebilecek durumda olmuştur. Mutlak bir hegemonyadan bahsetmek mümkün olmasa da ABD, Türkiye’deki iç çatışmalardan, ihtilallere, siyasi operasyonlara, bazı cinayetlere, ekonomik krizlere ve manipülasyonlara kadar pek çok konuda çok etkili ve belirleyici idi. ABD’nin onayını almayan bir siyasi partinin iktidar olması mümkün değildi. Sistemin önemli kurumları olan orduya ve yargıya liderlik edenlerin ABD’ye veya onların içerdeki akredite elemanlarına danışmaksızın ciddi inisiyatifler almaları söz konusu değildi. Dillendirilmeyen ama herkes tarafından bilinen bu gerçeklik, örtülü şekilde ve usulünce işlemekteydi. O nedenlerdir ki bu ülkede iktidar alternatifleri, Genelkurmay Başkanı adayları bir vesile bulup mutlaka ABD’yi ve orada ki karar mercilerini ziyaret etmişlerdir. Yani ABD açısından akredite olmaya çalışmışlardır. Hatta Türkiye’deki bazı bürokratlar, üst düzey emniyet ve ordu mensupları ve gazeteciler, ya master tezi uydurması ile ya da dil öğrenme bahanesi ile ABD’ye giderek burada bazı düşünce kuruluşları ve CIA’nin üst düzey yetkilileri ile görüşüp bazı derin güçlerden icazet alıp, Türkiye’ye dönerek türlü işler karıştırmaktadırlar. Özellikle birtakım Liberal kisvesi altında sözde gazetecilik yapan bazı kişilerin ABD ilişkileri ve orada kimlerle görüştüğü ve kimlerden icazet alıp burada bir anda parlayıp yeri geldiğinde Ordu düşmanlığı, yeri geldiğinde de hükümet düşmanlığı yaptığı bilinmektedir. Bunların bazılarını yakından takip eden ve dosyalarına kadar araştıran biri olarak, bunların foyasını yakında ortaya dökeceğim….
Belki de ABD’yi özellikle Türkiye üzerinde bu kadar etkili ve müdahil kılan, bizim devlet ve siyaset adamlarımızın ABD’den icazet almaya çok istekli olmaları, bağımsız hareket etme iradesi gösterememeleriydi? Peki, bundan sonra ABD’ye rağmen politikalar izleyebilir, başka güçlerle (Çin, Rusya) ortaklıklar kurabilir miyiz? Bazı yazılarımda da belirttiğim Çin ile füze ihalesinin mutlaka imzalanması gerektiğini, füzenin kumandasının bizde olduğunu ve yarın bir gün İsrail’e karşı bir harekatta gönül rahatlığı ile diğer silahlardan (füzelerden) farklı olarak kullanabileceğimizi söylemiştim. Türkiye çıkarları için bu anlaşmayı imzalamalı dedim ama maalesef hala kayda değer bir sonuç yok. Üstüne bir de geçenlerde ABD ile başka bir füze anlaşması yapıldı. Füzeler iyi hoş ama kumandası ABD’de olan füzeyi niye alırız hiç anlamam. İşte ABD hegomanyasının güzel bir örneği! Oysa Çin ile yapacağımız füze anlaşmasında bu tür sorunlar yaşanmayacak ve kumanda bizde olacak. Bakalım Türkiye kendi çıkarlarını mı koruyacak? Yoksa ABD’nin çıkarlarına mı uyacak? Hep birlikte yakında göreceğiz…
Ve son söz: ‘’Umut ettiğin kadar özgür, korkak olduğun kadar tutsak olursun’’