Adam çıkmış ekrana, milletin gözünün içine baka baka konuşuyor:

-“Cumhuriyeti elitler kurdu. Cumhuriyet ideolojisi devleti ele geçirdi. Bunun hiçbir yerinde halk yoktu.”

Yani demek istiyor ki; bugün toplum olarak yaşadığımız çetin sorunlar varsa, bunun nedeni cumhuriyetin kuruluşundaki çarpıklık(!).

Her gün düş mü görüp, onun etkisiyle mi böyle konuşuyorlar; yoksa biliyorlar da milletle kafa mı buluyorlar, anlamak zor.

Ancak bu tür yorumlar yıllardan beri yapılanlardan yalnızca biri. Buna rahmet okutacak öylesine garip, uçuk, ayağı yere basmayan yorumlar yapılarak cumhuriyet, onu kuran kadrolar ve özellikle de Atatürk ile İnönü öylesine hedef haline getirildi ki bu zamana dek!

Ancak bu ne şimdi?

Sözüm ona 15 Temmuz darbe girişiminden sonra toplumda birlik ve bütünlük yönünde bir kaynaşma yaşandı ve en tepedekinden en aşağıdakine kadar bu kaynaşmaya destek verildi. Öyle ki FETÖ’nün darbe girişiminde bulunduğu ayan beyan ortaya çıktığında, artık yok tarikat, yok cemaat vs. bu tür yapılanmalarla demokrasinin gelemeyeceğine siyasi erk sahiplerinin artık kanaat getirdiğini söyleyenler oldu. Ancak sonradan değişik cemaatlerin ortaya çıkan boşluğu doldurma çabası içinde yaptıkları ataklar karşılığını bulunca bu yorumların çok iyimser olduğu kısa sürede anlaşıldı.

İşte bu da aynı hikâye… İnananlara masallar… Yani garip bir şekilde, bir türlü geçmişe vurmadan rahat edemiyorlar. Bir saplantı olmuş ve hiçbir sağlam bilgiye dayanmayan, basmakalıp yorumlar üzerinden bir tarih algısı yaratılıyor ki deme gitsin!

Sözde cumhuriyet devrede; onun yasaları, ilkeleri ve ruhu var siyasal mekanizmalarımızda. Ancak onu besleyen damarlar bir türlü doğru dürüst kan aktarmıyorlar bünyeye ve sürekli zehirlerini saçıyorlar.

Oysa bu tür yaklaşım sahipleri de bulundukları makamlara ve yaşadıkları hayatın onlara sunduğu nimetlere büyük ölçüde cumhuriyet sayesinde kavuştular. Cumhuriyet herkes gibi onları da ne kadar adam edebildiyse etti. Ancak söyleme bakınca şaşkınlık içindesiniz: Adam son derece modern giyinmiş, çıkmış kılık kıyafet devrimini eleştiriyor… Sanki Tekke ve Zaviyeler Yasası işliyormuş gibi, hala baskıdan, şundan bundan söz ediyor.

Ya cumhuriyet ile Osmanlı’yı karşılaştırmalarına ne demeli… Konuşmalarına baktığınız zaman, söylediklerinden gerçekte Osmanlı Devleti’nin tarihini de pekiyi bilmediklerini, tarihin diyalektiği içinde değişip dönüşen evreleri dönemin ruhu içinde değerlendiremediklerini ve alabildiğine afaki konuştuklarını derhal anlıyorsunuz. Kafalarında bir efsane yaratmışlar: Osmanlı Devleti her yönüyle mükemmel işleyen bir sistemdi. Orada insanlar özgür, eşit ve mutluydu. Her şey iyi-güzel giderken, cumhuriyetçiler geldi ve güzel olan her şey tepetaklak oldu…

Bir peri masalını anlatıp duruyorlar. Cumhuriyetin kazandırdığı özgürlük kavramının kendilerine sağladığı özgüvenle cumhuriyete vuruyorlar da vuruyorlar.

Örneğin neymiş; Cumhuriyeti kuranlar elitlermiş. Onlar tepeden inme biçimde yeni bir ideolojiyi halka dayatmışlar. Hezeyanlar bitmiyor ki, bu minval üzre devam edip gidiyor.

Oysa bu afaki kavramlar, ne tarihi gerçeklikle uyuyor ne de bilimsel anlamda bir geçerliliği var. Elitin karşılığını soyluluk ve seçkincilik olarak düşünebilirsiniz. Modern zamanların içini doldurduğu bu kavramı tarihin çok eskilere uzayan koridorları içinde “aristokrasi” sözcüğü karşılıyordu. Platon’un ünlü eseri “Devlet” te seçkinci bir yaklaşım görürsünüz. Bundan yaklaşık olarak 2.500 yıl önce yaşamış olan düşünür, devleti bilge insanlar yönetsin diye düşünmüş ve bunun karşılığına da bilgeliği koymuş. Bilgeler ise ona göre filozoflardır; devleti yönetenlerin de filozoflar gibi bilge kişiler olması gerekir.

Platon’un öğrencisi Aristo ise bir adım daha götürmüş bu yaklaşımı ve tezi. “Aristokrasi” kavramını ortaya atarak, seçkin ve eğitilmiş toplum kesiminin yönetim hakkı olması gerektiğini savunmuş. Sonraki tarihsel devirler içinde de elitizmi ve aristokrasiyi savunan, hatta uygulamaya koyan nice oluşumlara tanıklık etmiş tarih. 

Türkiye Cumhuriyeti kurulurken bu anlayış dayatıldıysa, öncelikle cumhuriyetin kurucu önderlerinin elit ve aristokrat olması gerekir. Ve elbette soyluluk kavramına vurgu yapılması… Soyluluk olmadan, bireyi seçkin, yani elit bir yapı içinde görmek nasıl olacak, o da ayrı bir sorun. Kültür ve bilgi derseniz; bu da boş; çünkü Osmanlı Devleti Aydınlanma hareketini yakalayamadı ve bilgi, donanım, soyluluk ve kültür üzerine oturmuş bir elit sınıf ne yazık ki oluşturamadı. 

Mustafa Kemal elit midir? Ya da o bir asker olduğunda genel anlamda bir elit asker tabakasının bu toplumda oluştuğunu mu söylemeliyiz? Daha da önemlisi o ve onu çevreleyen kadro, kelimenin ve kavramın karşılığı olan seçkinci bir felsefeye, alt yapıya ve soya sahipler miydi?

Örneğin Atatürk’ten başlayalım:

Atatürk soyluluk kavramından nefret eder ve bunu Türk toplumuna aykırı bir yapı olarak değerlendirilirdi. Öyle ki İsveç Kralı Gustov ona hangi soylu aileye mensup olduğunu sorduğunda verdiği yanıt çok netti:

-“Bizde soyluluk (Aristokrasi) yoktur. Ben soylu ve asil bir milletin basit bir ferdi olmakla iftihar ediyorum.

Gerçekten de öyle değil mi? Atatürk’ü ailesi, yaşadığı toplumsal ve ekonomik çevre olarak, genel halk katmanlarından daha ayrıcalıklı, üstün ve yukarıda bir özelliğe sahip miydi?

Asla ve hayır…

Atatürk yedi yaşında yetim kalmış ve babası olmadan büyümüş bir halk çocuğudur. Askeri okullarda okurken, annesinin güç bela gönderebildiği parayı harçlık yapmıştır eğitim ve öğretim sürecinde. Yakın arkadaşı Ali Fuat’ların (Cebesoy) İstanbul’daki evine hafta sonları ziyarete gittiğinde Ali Fuat’ın paşa olan babasının zorla verdiği birkaç kuruş harçlığı almamak için nasıl direndiğini, bunun onurunu ne ölçüde kırdığını Atatürk kendisi anlatıyor. Hatta bulduğu üç beş kuruş parayı harcamayarak bununla kitap aldığını da…

Ve O, yaşamının her döneminde Annesini mutlu edecek, onu biraz daha rahat yaşatacak çaba içine girmiştir. Örneğin Selanik’te kendisinin doğduğu evden, babasının ölümünden bir süre sonra Zübeyde ayrılmak ve kardeşinin yanına sığınmak zorunda kalmıştı. Bir süre sonra aynı mahalleye geri döndü ama o eski evlerinin yanındaki derme çatma bir başka eve…

İşte Atatürk subay çıkar çıkmaz kendi doğduğu evi satın alarak annesine armağan etmek çabasında oldu. Ve bunu da başardı. Biriktirdiği maaşlarıyla evi satın alarak annesine armağan etti. Ancak bir süre sonra Balkan Savaşları’nda Selanik’ten öteki Türkler gibi annesi de göç etmek zorunda kalmış ve İStansbul’da Akaret’lere gelip yerleşmişti. Bu olaydan sonra Atatürk bu kez de İstanbul’da annesi için bir ev almak için uğraştı durdu. Suriye cephesindeyken yetiştirdiği atları, at düşkünü Cemal Paşa’ya satarak, biriktirdiği paralara bunları da katıp annesine ev almak istedi. Dönem Mütareke Dönemi’ydi. Düşman donanması İstanbul’a dayanmış, top namlularını sarayın üzerine çevirmişti.

Halkı aydınlatmak düşüncesiyle Mustafa Kemal Paşa, yakın arkadaşı Ali Fethi Bey’le bir gazete çıkarmak istedi ve annesine ev almak için biriktirdiği parayı gazete kurmak için kullandı ve o ev alınamadı.

Şimdi Atatürk, toplumun içinde varlıklı, ayrıcalıklı ve Aristokrat bir yapılanma demek olan soylu bir ailenin çocuğu olarak ülkenin yazgısına el koydu ve kendi elit anlayışını millete dayattı öyle mi? Ya da onun arkadaşları İsmet İnönü mü, Fevzi Çakmak mı; Refet Bele mi, Ali Fuat Paşa ya da Kazım Karabekir mi elitti?

Atatürk ve arkadaşlarının tamamı, halkın içinden gelen ve halkın karşılaştığı zorlukları yaşantılarında hissetmiş; ancak ulus için canını vermeye hazır yurtseverler ve milliyetçilerdi. Onları tutup, batı dünyasının toplumsal yapısından ve tarihinden çıkmış kavramlar üzerinden değerlendirmek, büyük bir yanılgı olur.

Onu ve süreci sabote etmek isteyen çıkar, istediği gibi konuşur. Tutar, Türk Milleti’nin ve onun sosyolojik gerçekliğinden uzaklaşır da Karen Fog’un ve Soros Vakfı’nın söylemleriyle ortak görüşler savunabilir. 

Ama bunların Türk Milleti’nin tarihi çıkarları ve ortak bağlarıyla bir ilişkisi olmadığı kesin.

Millete hizmet etmeyen bir anlayış, milletin zihnini karıştırmak, bulanıklık yaratmak için sürekli olarak halkın beynine zerk ediliyorsa; bunun kime hizmet ettiğini bir kez daha düşünmek gerekir.