Zaman kısa. 

Vakit kum saatini aratmayan hızda birer birer gözümüzün önünde düşerken. 

Bizler hep genç kalacakmış gibi.

Hep sağlıklı olacakmış gibi...

Hiç doymayacakmış gibi...

Ve asıl önemlisi hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyoruz.

Biliyoruz ki bu kışın baharı   her güzün bir kışı olacak.

Ömür sermayesini bilinçsiz ve hoyratça tüketiyoruz.

Aldatmaktan fayda yok.

Bir askeri terhis zamanı yaklaşıyor.

Uykunun büyük kardeşi olum gelmeden ölümü öldürebiliriz.

Bakınız Apple kurucu ortağı ve CEO'su,

56 yaşında hayata gözlerini yuman milyarder Steve Jobs’un yazdığı son yazı:

"İş hayatında,

Büyük başarılara ulaştım.

Kimilerinin gözünde;

Hayatım başarının timsali;

Fakat işin dışında;

Çok az neşem oldu benim.

İşin sonunda;

Zenginliğim ve,

Alışmış olduğum hayatın,

Bana getirdiği tek gerçeklik;

Ölümle yüzleştiğim şu anda,

Yatağımda uzanıp,

Hayatımı gözlerimde canlandırırken;

Fark ettim ki;

Gururlandığım şöhretim ve servetim;

Ölümün karşısında ne kadar da manasızmış.

Arabayı kullanmak için;

Size para kazandırması için;

Birilerini işe alabilirsiniz.

Ancak;

Hastalığınızı taşıması için,

Kimseyi işe alamıyorsunuz.

Kaybedilen maddi şeyler bulunabilir veya yerine başkası konur;

Fakat;

Kaybedildiğinde bulunamayacak veya,

Yeri dolmayacak tek şey var;

O da “Hayat.”

Şu an;

Hayatınızın hangi sahnesinde olursanız olun;

Zaman ile;

O sahne perdesinin kapanması ile yüzleşeceksiniz.

Tavsiyem;

Ailenize, eşinize, arkadaşlarınıza;

Çok kıymet verin ve sevin.

Kendinize iyi davranın ve insanlara değer verin.

Yaşlandıkça ve ümit ediyorum akıllandıkça; Fark ediyorsunuz ki;

300 dolarlık saat de,

30 dolarlık saat de;

Aynı zamanı söylüyor.

İç huzurun bu tarz şeylerle elde edilmediğini, Anlıyorsunuz.

İster first class, ister ekonomi uçun;

Bilin ki, o uçak düşerse sizde düşeceksiniz.

O yüzden umut ederim ki;

Şunu anlarsınız;

Kahkaha attığınız;

Sohbet ettiğiniz;

Şarkılar söylediğiniz;

Kuzeyden-Güneyden;

Doğudan-Batıdan;

Cennetten ve Dünyadan;

Konuştuğunuz ahbaplarınız,

Dostlarınız,

Eski arkadaşlarınız,

Anneniz,

Babanız,

Erkek kardeşiniz,

Kız kardeşiniz varsa;

Bilin ki gerçek mutluluk;

Onlarmış...

Çocuklarınızı zengin olması için eğitmeyin; onları mutlu olmaları için eğitin.

Böylelikle büyüdüklerinde;

Her şeyin fiyatını değil, değerini bilirler.

Yemeğinizi ilacınız gibi yiyin;

Aksi halde ilacı yemek yerine yersiniz.

Sizi seven kişi, sizi asla bırakmayacaktır.

Bırakmak için yüzlerce neden saysa da;

Mutlaka sizde kalmak için sebep bulacaktır.

Bilin ki;

İnsan ile insan olabilmek arasında,

Çok büyük fark var ve,

Bunu anlayan çok az insan var.

Doğduğunuzda sevildiniz ve;

Ölürken de sevileceksiniz.

Bu arada kalan zamanı başarmak zorundasınız.

Hayattaki en iyi altı doktor;

Güneş ışığı;

Dinlenmek;

Egzersiz yapmak;

Sağlıklı yemek;

Kendine güven ve;

Arkadaşlar.

Bunları hayatınızın her evresinde muhafaza edin ve;

Sağlıklı bir ömrün tadını çıkarın.###

Aşağıdaki yazı uzun gibi görünüyorsa da birkaç kitap okumaya bedel bir yazıdır. Bu harika yazıyı duyarlı ve güzel insanla paylaşmak istedim.

***

Beş yaşında idim.

Rahmetli babaannem pirinç ayıklıyordu.

Bir tane yere düştü..

Babaannem eğildi,

aramaya başladı.

Sağa bakıyor, sola bakıyor, bulmaya çalışıyordu .

Çocukluk iste,

 -Aman babaanne dedim.

 - Bir pirinç tanesi için bu kadar çaba harcamaya, yorulmaya değer mi?

Rahmetli ilk defa sertleşti bana karşı, öfkeyle doğruldu.

 -Sen oturduğun yerden ahkâm mı kesiyorsun, ' dedi.

 - Hiç pirinç üretilirken gördün mü? İnsanlar ne kadar zorluk çekiyorlar. Bir pirinç tanesinde kaç insanin göz nuru, alın teri, emeği, çilesi var, sen biliyor musun?'

Utancımdan kıpkırmızı olmuştum.

Aradan yıllar geçti.

Hukuk Fakültesinde öğrenciyim.

Alain'in proposlarini okuyorum..

Birden irkildim.

Babaannemi hatırladım. Alain, "bir insan yerde bir iğne görüp de eğilip almazsa, bütün uygarlığa

karşı ihanet etmiş olur" diyordu ve ilave ediyordu.

Bir iğnenin üretiminde binlerce insanin alın

teri, göz nuru, el emeği vardır diyordu..

On dokuz yıl evveldi.

Stockholm'e gitmiştim. Bir otele indim.

Geceydi. Sabahleyin, traş olmak i çin

lavaboya gittiğimde, aynanın yanında ilginç bir not gördüm.

 'Lütfen traştan sonra jiletinizi çöpe atmayın,

yanda bir kutu var oraya bırakın, bir tek jiletle dahi olsa, İsveç

çelik sanayisine yardımcı olun' diyordu.

Doğrusu hayretler içinde kaldım.

Çocukluğumdan beri çelik eşya denince akla İsveç çeliği gelir.

Birçok eşya üzerinde' İsveç çeliğinden yapılmıştır' diye yazardı.

İşte o ülke, kullanılmış bir tek ufacık jiletin bile çöpe gitmesini istemiyor, ona sahip çıkıyor, gelen turistlere rica yollu uyarıda bulunuyordu.

İsviçre'de zaman zaman, belli periyotlarda radyolar, televizyonlar şu haberi duyurur:

 'Şu tarihte, şu saatte, adamlarımız gelecek.

Lütfen hazırlığınızı yapınız. Okumadığınız, ilgilenmediğiniz, kullanmadığınız ne kadar kitap, dergi, gazete varsa, kâğıt, ambalaj, kutu varsa, velev ki, bir ilaç prospektüsü dahi olsa,

kapının önüne koyun. İsviçre'nin kalkınmasına yardımcı olun. Fazla

ağaç ziyanına engel olun.'

Japonlar son derece sade, yalın, mütevazi yaşayan insanlardır.

Evlerini mobilya ile eşya ile dolduranlar Japonlara göre ruhen tekamül edememiş, 

hayatın manasını anlayamamış, zavallı kimselerdir..

Böylelerine, 'evini mezat salonuna çevirmiş zavallı' diye bakarlar.

Bir insanın gösteriş için eşyanın esiri olması ne kadar acıdır.

Vaktiyle Japon ekonomisi darboğazdan geçiyor. İç borçlar, dış borçlar gırtlağı aşıyor.

Zamanın başbakanı meclisi toplar. Kürsüye çıkar.

Durumu olanca açıklığı ve tehlikeleri ile anlatır ve;

 -"Şu andan itibaren" der,

 -Tanrı şahidim olsun ki, Japonların iç ve dış borçları son kuruşuna kadar ödenmeden, 

pirinçten başka bir şey yemeyeceğim.

 -Şu üstümdeki elbiseden başka elbise giymeyeceğim.

 Dediklerini yapar, en üstten en alta bir israftan kaçınma kampanyası başlatılır.

Japonya bütün borçlarını öder. Bu durumun toplumun bütün kesimlerini, tek istisna olmadan

kapsadığını söylemeye gerek bile yok.

 Geçenlerde Japon imparatorunun sarayını gördüm. Yarabbim, ne kadar sade, ne kadar mütevazi, ne kadar gösterişten uzak...

Hayat çok ince, akıl almaz incelikte ipliklerle örülmüştür. 

Her şey o kadar birbirine bağlıdır ki...

Gerekmediği halde elektriği yakmakla, suyumuzu israf etmekle, 

çamurlu ayakkabılarımızı temizlemeden bırakmakla,

yemek yediğimiz kapları yıkamadan bırakmakla biz de üzerimize düşeni yapmıyor olabilir miyiz? 

İlk okul okuma kitabımızdaki şu sözü hiç unutmadım.

"Bir mıh bir nalı kurtarır.

Bir nal bir atı, bir at bir komutanı,

Bir komutan bir orduyu,

Bir ordu bir ülkeyi kurtarır diyordu.."

Maddi durumumuz ne olursa olsun,

ister zengin olalım ister fakir, hepimiz çok dikkatli olmak zorundayız.

Burada parayı da, maddiyatı da aşan büyük bir edep ve incelik vardır.

***

Kişisel Gelişimin Anahtarı

Sessiz Kal:

1- Sinirlendiğinde sessiz kal.

2- Sözlerin birini inciltecekse sesiz kal.

3- Bağırmadan konuşamıyorsan sessiz kal.

4- Doğruyu bilmiyorsan sessiz kal.

5- Sözlerin yanlış anlaşılacaksa sessiz kal.

Unutma! Anlamlı bir sessizlik, anlamsız bir kelimeden daha iyidir..