“Düşün kar taneleri yüreğimin üstüne
Yardan haber gelmedi feryadımın üstüne
Gönül böyle yanar mı? Bir sevdanın üstüne
Bir de hasreti ekler dertlerimin üstüne.”
Ankara’da ilk kar toprağa düşünce, seneler evvel yazdığım bu şiir aklıma geldi. Soğuk işlemiyordu tene, hasretin verdiği acı kadar.
Bekleyip, umut etmenin en son noktasında çıldırır ya hani duygular ne iflah olur ne dizginlenir. Savrulursun hem var hem yoksundur âlemde ok yaydan çıkarken…
Gecenin zifiri karanlığına, gökte yalnız gezen yıldızlara, saatin tik taklarına, günün ilk ışıklarına, rüyalara, düşlere, yollara, dağlara, denizlere, hayallere sormak istedim hasreti.
Her birinin anlatış şekli farklı mıdır? Aynı oranda mıdır hasretin dozu bilmek istedim. Gece ağladı “sen bilmezsin ağırlığını, hasret kokan gecelerin, onun için sorma” dedi. Dört duvara sorduğumda “öyle yoğun çarpar ki bu duygu üstümüze doğru, taş, toprak deme bir gün o da çöker” Saatler ise afalladı. Dedi. “Zamanın su gibi olmadığı saniyenin yüreğine kılıç gibi battığı anlardır hasret saatleri.”
Ahmet Kutsi Tecer ise;
“Orada bir köy var uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür. Diye başladı hasretin en has şiiriyle.
Derken Nazım Hikmet üstad ‘Hasretle’ adlı kitabından bir mektup okudu. “Ekberciğim, (...) yarın gece inşallah sesinizi duyarım. Hasretten geberiyorum, Moskova’yı, Moskovalıları, sizler başta onların içinde, böylesine sevdiğimi bilmezdim. İstanbul’la Moskova bir birine karıştı.” Nâzım Hikmet “Aslan kardeşim, bu sabah nihayet mektubun geldi, şiirin tercümesi enfes. Dediklerini yaptım, gelecek ayın on beşine doğru bir ilk netice almış olurum. Emin şekilde. Ciddî uzun bir mektup beklerim, şiirleri beklerim, romanı beklerim, seni beklerim. Tümen tümen sevgi.” Abidin Dino “Canım Nâzım Ustam, evdeki hesap çarşıya uymadı. Ne yapalım. Şimdi sizi bir daha görmek nasip olmayacak...” Hasretimden utandım.
Trenler bir türküyle döktü içini.
“Kara tren gecikir belki hiç gelmez
Dağlarda salınırda derdimi bilmez
Dumanın savurur halimi görmez
Gam dolar yüreğim gözyaşım dinmez”
Sezen Aksu ise;
Gün bizim güneş bizim, göğsümüzde ateş bizim
El ele olduğumuz o gün gülmek bizim
Dün bizim yarın bizim, yana yana sevmek bizim
Hasrete vurduğumuz göz göz yürek bizim. Dedi hasret albümünden.
Türk Filmleri yanık yanık hasreti anlattı. Ferdi Tayfur, hasret sancıdır.
Ötesi yok bende diye ekledi sözlerini bir filmiyle.
Kemal Sunal, bir gazinoda assolistlik yapan kadın şarkıcı ile kemancının aşk öyküsünü daha başka hasretlik çektiğimiz duyguları işledim filmlerimde izlemediniz mi?
Diye serzenişte bulundu ‘burası muştur yolu yokuştur’ gidenin gelmediği o yerlerden…
Bir şehit anasına, eşine, çocuğuna hasreti sormaya dilim varmadı. Sustum… Suskunluk boğulurken kan gölünde, fotoğraflar konuşuyordu kendi sessizliğinde…
Yaratana olan hasreti Mevlana’ya, Yunus’a sormak gerekti. Yunus Emre, bir şiirinden bir kıta ile seslendi.
“Sufilere sohbet gerek
Ahilere ahret gerek
Mecnunlara Leyla gerek
Bana seni gerek seni” dedi nutkum tutuldu. Onlar ki, tam bir yaratan sevdalısı…
Aşk ise; hasreti en iyi ben bilirim. Dedi. Hasret olmazsa aşk olur mu?
* * *
Hasret bırakılırız bazen bir battaniyeye, depremin altında üşürken iliklerimiz, bir bardak çayın özlemiyle tutuşuruz, ev hasreti çekerken, yapayalnız sokaklarda…
Gençliğimize, çocukluğumuza dokunmak isteriz bir daha, yapamadıklarımız içimizde bir ukte olarak kök salarken anılar denizinde kaybolur ipe un serdiğimiz hayallerimiz…
Ana ocağına, sevgiliye, memlekete hasretle gidenler bir daha dünya gözüyle görememenin acısını yaşarlar yüreklerinin tam da orta yerinde. Telafisi mümkün değildir artık. Kendini paralasan da, yıksan da kederinden etrafı, giden gitmiştir, hasretini de yanına alarak…
Hasret gidermek işte mutlu anın gelmesidir bir gökkuşağı saflığında. O an yarım kalan ne varsa bütünleşir ruhumuzda birçok hasretlikten biri şifalanmıştır o anda.