Adalet, eşitlik ve hakkaniyet ölçülerini uzlaştıran ahlaki erdemdir. Adalet terimi, denge, düzen ve vicdan prensipleri ile iç içedir. Adalet, yüce Allah’ın hükmü, âdeti ve adıdır. Adalet sünnetullahtandır. Kavramın içerdiği tüm manalar, adalet ilkesine ters düşen her şeyden kaçınmayı gerektirir. Kişiyi (mümin kulu) adaletsizliğe sevk ettirecek her ne varsa uzak durmalıdır. Birbirimizi sevmeli, hatta sevgiye bahaneler aramalı fakat sevgide bile bir ölçü olduğunu unutmamalıdır. Sevgisinde ölçüsüz olan kişi haksızlık karşısında hak tarafında olmaktan vazgeçebilir.

Bu sebepten o büyük tehlikeye mahal vermemek için en çok sevilenin Allah ve Resulü olması gerekir. Eğer İnsan gerçekten en çok Allah ve resulünü severse hak tarafta olmak onun için kolaydır, bu büyük şeref sahibi olmaktır.

Kişiye adaletle hükmetmek zor geldiğinde (bu özellikle kişinin nefsi söz konusu olduğunda bağlı bulunan kavimle ya da sosyal gruplarla alakalı konularda olması muhtemeldir), Allah’ın izzetini düşün, Allah’ın Adl ismini düşün. Çünkü insanı selamete ulaştıracak yalnızca hakkın tarafını bulmak, hakkın tarafında bulunmak ve orada sabitkadem olmak için verdiği çabadır.

Dünyada en meşakkatli işlerden biri de hakkın tarafını tutmaktır. Hakkın tarafı etrafı ateşli, üzeri dikenli, bir yoldur. Hakkın yolunun iklimi çok serttir. Bu yolu yürümek büyük zahmettir. Fakat biz çok iyi biliyoruz ki bu yolu bize Efendimiz(sav) açtı ve selamete götürecek bu yoldan başka istikametimiz yoktur. Tutunacak dalımız, sığınacak kapımız, gidilecek yerimiz yoktur. Durağımız Allah’ın kapısıdır. Durağımız menzili selamettir. Durağımız aşk ve muhabbettir.

Zamanın fitnesi, ilanihaye devam eden tüm zamanların, tüm ümmetlerin zamanlarında meydana gelmiş zorlukların, zıtlıkların, imtihanların tamamıdır. Kuran’ın işareti ile bilinir. Ahir zaman devrinin içinden selamete sadece Rahmanın has kulları çıkar.   “Rahman’ın has kulları ki, onlar yeryüzünde tevazu ve vakar içinde yürürler ve ne zaman kötü niyetli, dar kafalı kimseler kendilerine laf atacak olsa, (sadece) selam! derler. ” Furkan 63 Ve geçerler.

Kötülüğü iyilikle savmanın çok zor olacağı bu devirde insan fikrini, hadisatın olancasını kavramadan oluşturacak olsa hayra ulaşması zorlaşır, yolu uzar. O yüzden devri okumak, çetrefilli hadiseleri, ayetlere mukayese etmek, bizi bize anlatana kulak vermek zarurettir.

Yenilmek korkusu, kaybetmek korkusunu atabilirsek, galip olanın Allah olduğunu bilirsek, nefsimizin kazancını benliğimize kalbetmekten vazgeçersek olacak. Biz dünyayı kazanmaya değil, dünyada ufak bir geçimle de olsa rızayı İlahiyi kazanmayı isteyelim. Önce nefsime en fazla nefsime söylüyorum: Dünyayı kucaklamaktan vazgeç, üzerinden geçtiğini fark et.

Yol bize gelmez, biz yola gideriz. O yol sıratı müstakim ise menzili selamet ise bunu istiyorsak namazda günde kırk kere söylüyorsak, o halde âdil Müslümanlardan ol. Şeytanın taifesinin kavmiyetçi yolunu terk et. Haksızlık eden kardeşin dahi olsa hakkın tarafında dur. Batıl tarafgirliğin kazancı ateştir. 

Allah Teâlâ, Nuh(A.S) oğlunu kurtuluş gemisine almadı. Çünkü o haksızlık etti en başta Rabbine karşı haksızlık etti. Allah’ın peygamberi onu gemisine almadı, alamadı. Sahili selameti bilmeyenin, ona yürüme gayreti içinde olmayanın ne kadar dünyevi sebebin olursa olsun yanında durursan, ibadetlerin bile sana yük olur. Allah adildir, adaletten ayrılmayanları sever. Rabbimiz Hucurat suresi 9. ayette buyurmaktadır:

“Eğer inananlardan iki grup birbirleriyle savaşırlarsa aralarını düzeltin. Eğer biri ötekine karşı haddi aşarsa, Allah’ın buyruğuna dönünceye kadar haddi aşan tarafa karşı savaşın. Eğer (Allah’ın emrine) dönerse, artık aralarını adaletle düzeltin ve (onlara) adaletli davranın. Çünkü Allah, adaletli davrananları sever.”

Bu ayeti sosyal hayatla bütünleştirerek hüküm çıkarmazsak, önce rabbimizin ulvi mesajına sonra kendimize haksızlık etmiş oluruz. Mümin için dünya bir harp meydanından farksızdır; imtihansız, çabasız vakti yok gibidir. Özellikle bu ceht hususuna; nefislerin çatışması, lain şeytan ile mücadele, insanların nefsine ilahlık muamelesi yapması ile ortaya çıkan kargaşa hali örnektir. Mümin, cihat insanıdır. Öyle ki bu sadece savaş meydanlarındaki muharebe gibi algılanıp algılatılıyor. Aslında mümin adalet ve şeriat çizgisinde yürümek gayretine düştüğünde karşılaştığı zorluklarla mücadelesi büyük cihat hükmündedir.

“Hoş geldiniz! Küçük cihattan büyük cihada geldiniz.”

Hz. Peygamber (Sav) Efendimiz, Tebük seferinden dönünce, “Hoş geldiniz! Küçük cihattan büyük cihada geldiniz.” buyurdu. Bunun üzerine Sahabiler, büyük cihadın ne olduğunu sordular. Hz. Peygamber (asm): “Büyük cihad: nefisin heva ve hevesine karşı yapılan cihaddır.” diye açıkladı. (Kaynak: Beyhaki, ez-Zühd, Beyrut, 1996, 1/165; Hatip Bağdadî, Tarihu’l Bağdad, 3/523-524; Zehebî, Siyer-ü Alamü’n Nübela, 56/324; Keşfu’l-Hafa, 1/511.)

Haksız olan kimdir, haklı olan kimdir, hakkı kim belirlemiştir, haktan kasıt nedir? Mümin kişi içinde bulunduğu topluluğun doğrularına teslim olamaz. Hak’ın ortaya koyduğu doğruları tefekkür ederek hakikatin izini sürer. Hakkı izale eden her şeyden uzaklaşır. Takva sahibi mümin adalete, iyiliğe yakın; şerlerden uzak olur.

Uzaklaşmalıyız! Yoksa yalnız kalmak, Allah’tan uzak kalmaktan daha mı fazla korkutuyor bizi! Tüm peygamberler içinden çıktığı kavme hidayet rehberi olarak gönderildi. Sahi onlar kimle mücadele etti! Efendimiz(sav), cihat ettiği, mücadele ettiği insanların hepsi Ona(SAV) hiç yakınlığı olmayan kişiler miydi? Önce bunu düşünmeliyiz. Onun mücadelesinde Allah’ın rızası dışında kalan herhangi bir durum için verdiği kararlarda tereddüt var mıdır? Asla!

Elbette müminler, peygamberler ve melekler gibi olamazlar. Duygular ve nefs karışmış bir hal alıp kişiyi adaletten saptırabilir. Bu yüzden takva sahibi olmak her zaman üstün tutulmuştur. Takva sahibi mümin adalete, iyiliğe yakın; şerlerden uzak olur. Adaletten sapmak ise ilahi rızadan sapmak demektir.

Devrin kanayan yarası olan, sosyal ilişkileri rızalık dairesinin içinden çıkaran ve birçok kötülüğe kapı aralayan bu adaletten uzaklaşma vaziyetine, İlahi ikazlara idrak kanallarımızı Kur’an’ı Azimüşan’a açalım:

“Ya Davud! Biz Seni, içinde bulunduğun bölgede yetkili /bizim halifemiz /namımıza idareci yaptık /ilahi görevli kıldık. Dikkat et ve insanlar arasında adaletle karar ver, duygularına kapılarak taraf tutma…..” (Sad 26)

“Ey iman edenler! Allah’ın buyruklarını gözeterek hiçbir zaman adaletten ayrılmayın ve bir topluluğa olan kininiz sizi adaletli davranmaktan alıkoymasın. Adaletli davranmak takvaya çok daha yakındır ve daima takva içinde olun. Şüpheniz olmasın ki Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide 8)

“Ey iman edenler! Kendinizin, ana-babanızın ve yakın akrabanızın aleyhinde bile olsa, Allah için doğru dürüst şâhidlik yaparak, adâleti titizlikle ayakta tutan kimseler olun! Hakkında şâhidlik yaptığınız kimse zengin de olsa fakir de olsa böyle davranın. Çünkü Allah, ikisine de sizden daha yakındır, hâllerini daha iyi bilir. Şu hâlde, sakın âdil davranmaktan yüz çevirip nefsin arzularına uymayın. Eğer dilinizi eğip büker, gerçeği olduğu gibi söylemekten çekinir veya büsbütün ondan yüz çevirirseniz, başınıza geleceği siz düşünün! Zira Allah, yaptığınız her şeyden hakkıyla haberdardır.” (Nisa 135)

"Ve insanlara hükmeden idareci konumundaysanız, mutlaka adil davranmanızı da emreder.” (Nisa 58)

Duamız ve niyazımız adil şahitler olarak ruhumuzu teslim etmektir. 

Tevfik ve İnayetle.