"Alman-Kıbrıs Forumu" 24 Haziran’da Hamburg'da bir toplantı düzenledi. Maksat, hayatını Rum tarafında geçirmekte olan ve "vatanı Kıbrıs'ın ikiye bölünmesinden acı duyan" yazar ve şair Sevgül Uludağ'ın son eseri olduğu söylenen "İncisini Kaybeden İstirityeler" adını verdiği kitabını tanıtmak. Kitap hangi lisanda? Bilmiyorum. Toplantıda bir müzik grubu Türkçe ve Rumca şarkılarla "bütünleşmemize" yardımcı bir hava oluşturmaya çalışmış. Hatırlanacağı gibi bu vatan aşkı ile yanan yazar Rum tarafında bir Rum partisinden adaylığını da koyarak bütünleşmeye yardımcı olmak istemişti hem de "vatanını ortaklık olarak algılayan ve Türklere ayrı Türk listesinden aday olabilirsin" diyen Anayasayı Rum kardeşleri ile birlikte çiğneyerek. Uludağ kitabında 1963-1974 yıllarında kaybolan altı "Kıbrıslıdan" bahsediyormuş. Bunlardan beşi Türk biri de Rum. Dinleyiciler arasında bulunan Rumlar bu beşli birli anlatımı beğenmemişler. Niye beş Türk ve sadece bir Rum diye itiraz etmişler. Uludağ bunlara "siz kayıplarınızı bütün dünyaya duyurdunuz; herkes Rumların öldürülüp kaybolduğunu biliyor, fakat kimse 1963'te Türklerin de öldürülüp kaybolduklarını bilmiyor çünkü Kıbrıslı Türklerin arasında bunları konuşmak tabuydu. Zamanında Kıbrıslı Türk liderler insanlarına bu olayları konuşmayın ve yakınlarınızı ölü olarak kabul edin dediler" cevabını vermiş. Toplantıda hazır bulunan Türklerden bazıları "Peki liderler niye bu telkinde bulundular?" sorusunu sorunca Uludağ bunun nedenini izah edememiş. Toplantıda hazır bulunan Kıbrıslı Panikos Hrisantos "Biz barış istiyorsak, 1963'te Türklere yaptıklarımızı kabul etmemiz gerekir" demiş. Panikos herhalde Papadopullos'un Arap basınına "1963-74 arasında tek bir Türk öldürülmedi" yalanının arkasına saklandığını ve Rum liderlerin dünyaya "Kıbrıs meselesi Türklerin isyanı ile başladı" hikâyesini söylemeğe devam ettiğini bilmiyordur. Ancak bu yazının maksadı ne "Rum meclisi başarısız adayı" Uludağ'ın kitabını duyurmaktır, ne de "Alman-Kıbrıs Forumu"nun Türk ve Rumları bir araya getirerek "teşhis koymaktan kaçındıkları Kıbrıs meselesini" halletmek yolunda attığı adımların sonuç veremeyeceğini işlemektir. Maksadım Türk kayıplar konusunda, pek de genç olmamasına ve basınla haşir neşir olmasına rağmen Uludağ'ın bile bilgisizliği nedeniyle acı bir gerçeği gündeme getirmektir. 1968'de dört yıl dört aylık mecburi bir ayrılıktan sonra Kıbrıs'a dönüşümde "istikşaf! mahiyette, gayri resmi görüşmeler" adı verilen görüşmelere başladım. Karşıtım Glafkos Klerides idi. Görüşmelerin başlayacağı haberi yayılınca beni 30-40 kadar "kayıp eşi" ziyaret etti ve kayıpları hakkında Klerides'ten bilgi almamı istediler. Birleşmiş Milletler raporuna göre 1963'de Türk kayıp sayısı 203 idi. Klerides'e bu konuyu açtım. Doğru bir cevap isterim, bu insanlar sağ mı, ölmüş mü? diye sordum. Klerides üzüntülerini beyan etti ve bunların tümünün öldürülmüş olduğunu söyledi. Toplantıdan geri döndüğümde kayıp aileleri merakla beni beklemekteydiler. Yolda gelirken bir vijdan muhasebesi yapmıştım. Bu insanlara doğruyu söylemekten başka insancıl bir yol yoktu. 4-5 yıldır kayıpları sağdır diye beklemekteydiler. Bir ümit içindeydiler. Çoğu genç insandı. Evlenebilirlerdi. Hepsinin mirasla ilgili problemleri vardı. Gerçeği bilmek haklarıydı. Beklentilerini boşuna devam ettirmek insanlığa sığmazdı. Bu düşünceyle kendilerine acı haberi verdim. O anı hiç unutmayacağım. O çığlıkları, düşüp bayılanları, "sen bize bunu nasıl söylersin" diye bana saldıranları. Sonradan Cemaat Meclisinde Veraset Yasası’nı tadil ederek beş yıl kayıp olanların ve sağlığından haber alınmayanların ölmüş olduklarına hükmedilebileceğini sağladık. Aksi halde iki yıl daha beklemek zorunda kalacaklardı. Dolayısı ile bu konuyu konuşmak tabuydu diye bir durum yoktu. Ailelere acı gerçek söylenmişti. Rumlar kayıplarla ilgili yalanlara devam ediyorlardı. Darbede kendilerini öldürüp toplu mezarlara gömdükleri insanları da "Türkiye geldikten sonra kayboldu" yalanı ile kayıplar listesine eklediler. O günlerde Uluslararası Kızılhaç örgütünden bir heyet Klerides ile benim başkanlığımızda oluşturduğumuz bir alt kuruluş ile "insancıl konulara" bakıyordu. Klerides'in anlayış göstermesi ile birçok insancıl konuyu süratle hallettik. Kayıplar konusu da bunlar arasındaydı. Bir yıl sonra Kızılhaç örgütü bize 30 dosya bırakarak adadan ayrıldı. İnsancıl konularda davranışlarımızı insancıl bulmuşlardı. Bize güvendiler ve ayrıldılar. Ancak Makarios adaya döner dönmez her şey değişti. Kayıplar konusu Rumlar için bulunmaz bir propaganda metası oldu. 1977'de Makarios'la görüşmemde Makarios'a "kayıp dediğiniz insanların büyük bir kısmının darbede, diğerlerinin savaşta öldüklerini bildiğiniz halde bu konuyu niye propaganda malzemesi yapıyorsunuz?" dediğimde Makarios "Ne yapayım Denktaş bey... Elimizde başka ne kaldı ki?" cevabını vermişti. Bunlar günü gününe görüşme notlarına geçmiş gerçeklerdir. "Şimdi kalıntılar aranıyor. (Hem de Kayıplar Komitesindeki Rum temsilci hiç utanmadan hala "Türkiye'de ve Kuzey Kıbrıs'ta yaşamakta olan kayıplar var" derken!) Bunların çoğu inşaatlar nedeniyle yok edilmiş. Rum liderliği, zamanında "kayıplar" diye propaganda yapacağına, bizim yaptığımız gibi bunların ölmüş olduklarını açıklasamış olsaydı, kalıntı arama o zaman başlayacak ve sonuç çok daha verimli olacaktı. Şimdi Rum tarafında, yıllarca aldatılmış olan aileler, Rum idaresini "gerçeği bize zamanında niye söylemediniz?" diye suçlamaktadırlar.