Siyaset literatüründe klasikleşen bir vecize vardır: Siyaset adamı gelecek seçimleri, devlet adamı gelecek nesilleri düşünür. Bizim gibi demokrasisi tartışmalı ülkelerde ise siyaset adamı gelecek seçimlerle beraber gelecek kongreleri hesaba katar. Mahalli kongrelerden itibaren her şeyi sağlama alır, büyük kongrede en ufak pürüz istemez, bunun için ödenmeyecek maliyet yoktur. Her bir siyasi parti, Orta Çağ papalığını aratmayacak hiyerarşik diktatörlükle yönetilir, bir kere genel başkanlığı ele geçirenin koltuğu bırakmasının tek sebebi eceldir. Buna askeri, sivil, yumuşak, sert darbeleri de katabiliriz. Binlerce yıllık devlet tecrübesine sahip tek millet olduğumuz halde, devlet adamı konusundaki fukaralığımız, siyasetin kaygan zemininden kaynaklanabilir. Fakat başka ülkelerde bir noktadan sonra niçin devlet kaygısı, gelecek nesiller endişesi siyasetin önüne geçebilmektedir? Bu ülkeyi yönetmeye talip olanlar, niçin bir noktadan sonra partileri, hizipleri, yandaş kadroları aşan politikalar üretememektedir? En temel konularda niçin bir adım sonrasının karanlık olduğu lakırtılarla aylar, yıllar heba edilmekte? Siyasi kültür, siyaset adamlarını da besleyip, geliştiren bir tarla gibidir. Arazinin özelliğine göre bazı tipler daha kolay yetişir, bazılarına hayat hakkı tanınmaz. Bazı ülkelerde basit bir etik problem ile bakan, başbakan özür dileyerek kenara çekildiği halde, diğerlerinde yolsuzluk, hırsızlık, istismar ayyuka çıkar, problem olmaz. Hatta sadece “gereğinden fazla dürüst olmak” bile iktidardan ebediyen mahrum kalmanın gerekçesi olabilir. Eğitim kurumları ile aydın seviyesinin belirlediği, yönlendirdiği, geliştirdiği siyasi kültür, siyaset adamlarını çıkarırken, siyaset adamları da dönüp kendi arzu ve çıkarlarına göre siyasi kültürü yeniden üretir. Entellektüel birikimin, kamuoyunu etkilemesi, yönlendirmesi ise toplumun bu alandaki açlığına, genel kültür seviyesine bağlıdır. Bununla beraber, dâhi liderler gibi, dâhi aydınlar da ufukları karartılmış, her türlü değerleri çamura bulanmış, içinde bulunduğu çıkar çevresinin borazanı olmaktan öteye kimliği ve kişiliği olmayan toplulukları ihya edebilmiş, uyandırabilmişlerdir. Yetişen nesli zibidileştirmeyi temel hedef edinen kültürel bombardıman mekanizmaları ile toplumları, partileri, yandaşları dahi uyutma politikaları bir araya gelince sömürgeci zihniyet için büyük fırsat ortaya çıkar. Bu aşamada gelecek nesilleri düşünen devlet adamlarının ve olmayan beyinleri uyandırmak isteyen aydınların işi kolay değildir. “Ulusal elit, kendi halkının ideolojisiz kalmasından 1. derecede sorumludur ve gelecek onyıllarda kendi ulusunun çokyönlü geleceğinin tehlikeye girmesi, ilk başta kendi zararına olacaktır. Kendi ulusal ideolojisi olmayan toplumlar ya kısa ömürlü veya geleceksizdir” (K.Shmitt). Toplum, içinden çıkardığı aydınları ile yeniden evrilirken aslında kendi geleceğini belirlemektedir. Sürekli geçmişini kötüleyen, ecdadına hakaret eden toplumun geleceği de olmaz. Gelecek için sağlam bir inancın bulunması ancak geçmişin zenginliklerinden doyasıya beslenme ile mümkün olabilir. Bu gerçeği dikkate alan devlet adamları, eğitim sistemlerinin temeline kendi tarih ve toplumu ile ilgili güven ve zenginlik tarlaları yerleştirmişlerdir. Birkaç sıradan zannedilen örnekle 21. yüzyılın ilk onunu nasıl geçiştirdiğimize ışık tutmak istiyorum. Tıp alanında ilk defa hastalık sebebi “mikrop” diye tarif edilen varlığı ecdadımız Akşemsettin Hazretleri bir risale ile ortaya koymuştur. Aşı tatbikatının 18. yüzyılda İstanbul’da bir şekilde yapıldığını, bunu İngiliz prensesin ülkesine taşıdığını bir gazetenin orta sayfa haberlerinden tesadüfen öğrendim. Hıfzısshha Enstitüsü Tarihi’nden biliyoruz ki, Pasteur, kuduz aşısı araştırmasında desteksiz kalıp köşesine çekilince, Sultan II.Abdülhamid İstanbul’a davet etmiş; yaşının ilerlediğini, evini, ocağını bırakmayacağını söylemesi üzerine Sultan 400 altın ile 3 seçme hekim göndermiş; bu destekle kuduz aşısı bulunmuş. Aynı kaynaktan, 1890’larda Avrupa’ya kasıp kavuran üç salgın hastalığın aşılarının ilk defa İstanbul’daki hekimlerce geliştirilip, tatbik edildiğini öğreniyoruz. Bunlar yazılmaz, anlatılmaz, çünkü geçmişe güven bugünkü yanlış politikaların eleştirilmesine sebep olabilir. Dünyada başka bir ülkeye 40 milyon grip aşısı siparişi veren bir ülke var mı? 200 milyon doların çeğreğinin dahi bizdeki yüzlerce üniversite, laboratuar ve diğer kuruluşlara verilmesi durumunda daha güvenli ve mutasyona göre etkili aşılar geliştirilebileceğini birçok uzman ve doktordan dinledim. Böyle bir güven ve sorumluluk zinciri, Türkiye’yi aşı ihraç eden, bu alanda uzmanlar yetiştiren ülke haline getirecek. Ancak kimse sesini çıkaramıyor, herkes kısık sesle hüznünü, kahrını dile getiriyor. İşin garip tarafı muhalefet de can alıcı konularda aklın, mantığın, tarihi gerçeklerin ışığında devlet adamı yaklaşımı ile sorunları ele almıyor, çünkü iktidara geldiklerinde aynı çukurları kullanmak durumunda kalacaklar. Türkiye çapında olup maliyesini başka ülkenin de vatandaşlığına geçmiş birisine teslim eden bir devlet var mı? Küresel çağda böyle şeyler tartışılmaz, diyebilirsiniz. Ancak, vatandaşı olduğu İngiltere’nin sanayi devrimini tekstil ile gerçekleştirdiğini bilmiyormuş gibi Türk tekstilinin cenazesini kaldıracak programlar uygulanıyorsa bu soruları sormak lazım. Dün lider olduğumuz birçok alanda üçüncü, beşinci, altıncı sıralara doğru gerilemekteyiz. Avrupa’nın birçok ülkesinde her bir karış arazi parçasının elma bahçesi haline getirildiğini gördüm. Biz ise son 10 yılda dünya elma üretiminde 3.den 6.ya düşmüşüz. Şeker fabrikalarımızın yarısı çürümeye terkedilmiş, vatandaşa pancar ekmeyin deniyor, ancak yabancı şirketler kendi fabrikalarını kuruyor, ülke dev bir şeker pazarı haline geliyor. Tarımın çoğu sektöründe, hayvancılıkta ve istihdam oluşturan nice alanda benzer uygulamalar almış başını gidiyor. Parti içi muhalefet diye bir şey bize zaten uğramamış. Meclis içindeki muhalefet ise sadece gelecek seçimleri ve kongreleri düşünüyor. Bu kara tablonun dış politik yansımalarını her konuda görmek mümkün. Her on yıl başında Türkiye ve dünya önemli gelişmelere kapı açmıştır. En kötü günlerin geride kalması temennisiyle.