Sarp:

• Bizimkiler, İstanbul’da yaşıyor. Ben ailemin tek evladıyım. Babam serbest meslek sahibi, İstanbul’da bir dükkânı var.

Annem ise ev hanımıydı ama onu erken kaybettik… Ailemdeki ikinci asker benim.

Benden önceki de babaannemin miralay (albay) babası, yani büyük dedem… Annem de ona özendiği için benim de askeri okulda okumamı istemiş. İyi ki de istemiş. Yoksa ben seni nasıl tanıyacaktım? Benim ailemde bundan ibaret sevgilim, dedi.

İki sevgili anlattıklarının etkisiyle öyle mahzunlaşmıştı ki, bunu fark eden Sarp, Sara’ya sımsıkı sarıldı:

• Bir tanem, güzel gözlüm hadi neşelen biraz anlaşılan o ki, ailenin yaşadıkları seni de çok etkilemiş. Ama bak seninle birlikteyiz. Hayatımızın en güzel günlerini yaşadık. Bundan sonra daha da güzel günler yaşayacağız. Haydi, bu üzüntülü ortamı geride bırakalım. Bak hava ne güzel denize gitmeye ne dersin?

Sara:

• Bir tanem, inan şu anda canım hiçbir şey yapmak istemiyor. Senin kollarının arasında olmam bana yeter. Biraz bana müsaade et ne olursun!

Bir süre öylece sessizce oturdular…

Sara uzaklara dalmış, derin düşüncelerin içinde kaybolmuş gibiydi. Sarp, sevdiği kadının bu hali karşısında oldukça üzülmüştü.

Bir an önce onu kendine getirmenin çaresini bulmak için türlü, türlü senaryolar yazıyordu. Bir taraftan da günün sıcaklığı iyice artmış, oturdukları yer güneşe teslim olmuş; ikisi de buram, buram terlemişti…

Bir anda Sarp, oturduğu yerden fırladığı gibi Sara’yı kucağına aldı. Koşar adımlarla yan taraflarında kalan havuza atladı. Sara, neye uğradığına şaşırmış, bir taraftan Sarp’a bağırıyor, bir taraftan da suyun verdiği serinlikle içinde bulunduğu kötü duygulardan kurtulmanın hazzını yaşıyordu…

Sara:

•  Sen ne çılgın şeysin böyle! Haber verseydin bari diye bağırdı…

Sarp:

• Canım sevgilim, haber versem ne kıymeti kalırdı? Seni ancak böyle kendine getirebilirdim? Diye cevapladı…

İkisi de sırılsıklam olmuştu! Elbiseleri üzerlerine yapışmış, özellikle Sara’nın bu ıslak görüntüsü onu çok çekici yapmıştı…

Havuzdan çıktıklarında Sara öylesine çekiciydi ki, Sarp onu kendisine çekti. Uzun, uzun dudaklarından öptü. Sonra da kucakladığı gibi eve girdiler.

Ateşin suya değdiği anda çıkan seslerle dolu dakikalar yeniden başlamıştı…

Dakikalarca süren bu aşk seremonisi sonrasında mutluluğun rehaveti, sıcak havanın rutubeti ile birleşmiş, adanın siesta denen uykulu saatleri Sara ile Sarp’ı da etkisi altına almıştı…

Her ikisi de uyandıklarında ikindi vakti olmuştu…

Acıkan karınlarını hellim peynirli tost ve soğuk limonata ile doyurdular.

Bu gün, onlar için bu aşk yuvasında geçirdikleri mutlu saatlerin sonu demekti. Çünkü ikisi de ertesi sabah birliklerinde görev başında olacaklardı…

Mutfağın sessizliğini Sarp bozdu:

• Canın başka bir şey istiyor mu sevgilim? Doymadıysan bir tost daha yapabilirim. Ne dersin?

Sara:

• Teşekkür ederim Sarp’ım, çok doydum. Eline sağlık yapmış olduğun tost çok lezzetliydi. Dedikten sonra en can alıcı soruyu sordu:

• Sahi, Metin bizi almaya ne zaman gelecek? Bu akşam mı? Yoksa yarın sabah mı?

Sarp:

• Canım sevgilim, biliyorsun ki benim birliğim buraya yakın. Ama senin ki, bir hayli uzak! O nedenle sence de uygunsa bu akşam seni Magosa’ya bırakalım, yarın sabah geç olur, birlik komutanından laf işitme! Dedi

Sara:

• Bu akşam mı? Diye sorduktan sonra ilave etti; ‘’Ama ben seninle bir gece daha geçirmek istiyordum’’

Sarp:

• Canım, ben de çok istiyorum ama görev yerlerimize geç kalırsak, bir daha izin istemeye yüzümüz olmaz. Bu nedenle bir sorun yaşamayalım istiyorum. Ne dersin?

Devamı yarın