Postaneye girer girmez, görevli memura Kıbrıs’taki kan kardeşinin Girne’de çalıştığı taksi durağının telefonunu verdi. Postanedeki telefon kulübesine girerek santrala verdiği numaranın bağlamasını beklemeye başladı.

Birkaç dakika bekledikten sonra kulübenin telefonu çalmaya başladı. Heyecanla telefonu açtı. Telefona çıkan şahsa Metin ile görüşmek istediğini söyledi. Ama telefonu açan şahıs Metin’in artık taksi durağında çalışmadığını söyleyerek, eğer bir telefon numarası bırakacak olursa bu numarayı Metin’e iletebileceğini söyledi.

Sarp hayal kırıklığına uğramıştı! Birkaç dakika düşündükten sonra taksi durağında telefona çıkan şahsa:

- Sizde Metin’e ulaşabileceğim bir telefon numarası yok mu acaba? Diye sordu…

Telefonun diğer ucundaki şahıs:

-  Siz bana telefonun numaranızı bırakın ben en yakın zamanda Metin’e iletirim, diye yanıtladı.

Belli ki Metin’in telefon numarasını vermek istememişti!

Ama Sarp’ın kaldığı köy evinde telefon yoktu ki! Hem telefon olsa bile Kıbrıs’la konuşması o kadar kolay olmayacaktı!

Sarp, telefona çıkan şahsa, Metin’le mutlaka görüşmesi gerektiğini, bunun hayat memat meselesi olduğunu söyleyerek, bir kez daha Metin’e ulaşması gerektiğini söyledi…

Telefona çıkan şahıs:

- Tamam, öyleyse şöyle yapalım. Ben onun kaldığı eve gidip kendisini buraya getireyim. Siz beni öğleden sonra yeniden arayın.

Sarp, bu teklife çok sevinmişti. Öğleden sonra yeniden arayacağını söyleyerek telefonu kapattı. İnşallah bir aksilik olmaz da Metin ile görüşürüm diye dua etti…

Sara bu sabah uyandığında tarifi imkânsız bir duygu yoğunluğuna bürünmüştü! İçi, içine sığmıyordu! Yüreği kıpır kıpırdı…

Bu ruh halini uzun zamandan beri yaşamamıştı! ‘’Hayırdır inşallah bana ne oluyor böyle?’’ Diye mırıldandı. İşe gitmeden önce Kaipuu’nun kahvaltısını yaptırdı. Onu da giydirdikten sonra aracına bindiler.

Sara işe giderken Kaipuu’yu bir anaokuluna bırakıyor, iş çıkışı onu da okuldan alarak eve birlikte dönüyorlardı. Yaklaşık bir yıldan beri böylesine rutin bir hayatın içindeydiler. Ara sıra Metin ile Ayşe’nin ziyareti olmasa, Kıbrıs adasındaki yaşamları, yalnızlığın ta kendisi olacaktı…

Ama bugün böylesine bir duygu coşkunluğu içinde olması nedendi acaba? Düşündü, düşündü ama bir sonuca varamadı.

Bu sırada Kaipuu’nun okuluna gelmişlerdi. Kızını okula bırakan Sara o gün Lefkoşa ki randevusu için oraya doğru hareket etti.

Aracının camını sonuna kadar açtı. İçeriye dolan deniz havası ile harmanlanmış dağ kokusu ona çok iyi gelmişti. Bahar mevsimin tüm güzellikleriyle donanan Kıbrıs adası gerçekten de insanı tazeliyor, yaşanmış ne kadar güzel anı varsa onların canlanmasına neden oluyordu…

Adanın kuzey kıyılarından yayılan yosun kokusu ile Lefkoşa-Gönyeli-Boğaz üçgenini ayıran Beşparmak Dağlarından sabahın erken saatleriyle birlikte çevreye yayılan dağ kekiklerinin nefis kokususun birleşmesi, özellikle Boğaz bölgesinden Lefkoşa’ya doğru giden yol boyunca uzanan tarlaları kaplayan sarıpapatyalarla, kıpkırmızı gelinciklerin sergilediği o mucizevi örtü insanı öylesine etkiliyordu ki!

Böylesine güzel bir manzara karşısında insanın anılar yumağını yeniden yaşamaması mümkün değildi!

Hele ki rüzgârın dalga, dalga sarmaladığı bu çiçek armonisi, esintinin de etkisiyle adeta dans ediyor, bir o yana bir bu yana selam veren bu renkli ova; birbirlerine sevdalı yüreklere yeniden aşk mesajları iletiyordu!

Sara da bu sihirli görüntüden çok etkilenmişti!

Bir ara arabasını durdu, sağ tarafında uzanan uçsuz bucaksız tarlaya doğru yürüdü. Tarlanın her yanı çiçeklerle doluydu. Sara bir taraftan çiçeklere dokunuyor, bir taraftan da onları koklayıp, çevreye yayılan o doyumsuz havayı içine çekiyordu…

Evet, bugün çok mutluydu…

Nedenini bilmiyordu!

Devamı yarın