Okulu bitirebilmesi için Gazi Öğretmene bitirme tezi olarak İSLAMDA AHLAK diye bir tez verilmiş…
Verilen tezi hazırlayabilmek için önce doküman toplaması gerekiyormuş...
Okul kütüphanesinde, Beyazıt Kütüphanesinde ve Ayasofya kütüphanesinde araştırmalar yapıyormuş…
Önce konu başlıklarını tespit etmiş… Din ve Ahlak, İlim ve Ahlak, Ticaret ve Ahlak, Sanat ve Ahlak, İktisat ve Ahlak, Cemiyet ve Ahlak, Siyaset ve Ahlak…gibi 50’ye yakın konu başlığı tespit etmiş...
Kütüphanelerde gerekli çalışmaları yaptıktan sonra Risale-i Nur’la ilgisi olduğunu tespit ettiği üst sınıftan bir arkadaşına durumu anlatmış...
Arkadaşı kendisini Risale-i Nur kitaplarının da bulunduğu bir kütüphaneye götürebileceğini söylemiş… O sırada Risale-i Nur kitaplarını bulundurmak, okumak suçmuş...
Kararlaştırdıkları saatte Beyazıt’taki İstanbul Üniversitesinin kapısının önünde buluşmuşlar...
Yaklaşık yaya olarak 10 dakika kadar yürüdükten sonra arkadaşı bir evin kapısını çalmış...
Burası o dönemde varlığını duyduğu ve hiç görmediği bir okuma odasıymış...
Her akşam burada Risale-i Nur kitapları okunurmuş…Çok da güzel bir kütüphanesi varmış…Ama sadece burada ağırlıklı olarak Risale-i Nur ile ilgili eserler varmış…
Gazi Öğretmen bitirme tezi için yine aradığını bulmuş... Yaklaşık 5-6 defa her Pazar sabahı buraya gelmiş…Risale-i Nur külliyatında Ahlakla ilgili ne kadar konu varsa hepsini kitap adı, sayfa numarasıyla birlikte tespit etmiş...
“İSLAMDA AHLAK” adını verdiği mezuniyet tezinin arka sayfasına da; “FAYDALANILMASI İCAP EDİP FAYDALANILAMIYAN ESERLER” diye bir bölüm eklemiş...
Bu bölümde kaynak kitap olarak Risale-i Nur külliyatındaki eserler varmış…Hem de cilt ve sayfa numaraları ile birlikte…
Mezuniyet Tezi 23 bölümden oluşuyormuş...
İstanbul Yüksek İslam Enstitüsündeki öğrencilik yıllarının birinci yılı Fındıklı’da geçmiş...
Fındıklı Avrupa yakasındaymış…
Güneyinde deniz, kuzeyinde Beyoğlu ve Taksim Doğusunda Beşiktaş ve Batısında Sirkeci varmış…
Boş kaldığı günler genelde birkaç arkadaşıyla birlikte Beyoğlu’na giderlermiş... Beyoğlu o yıllarda çok temiz ve güvenli bir yermiş…
Beyoğlu’ndan taksime yaya olarak giderlermiş... Taksim de en güvenli yerlerden biriymiş...
Taksimden deniz kenarına inerler ve oradan da okullarına giderlermiş...
Beyoğlu’nun en işlek caddesinde tünelden Taksim’e doğru giderken yolun doğu tarafında bir Kilise varmış…İşte bu Kilise dikkatlerini çekmiş... 3 arkadaş bu Kiliseyi görmeye karar vermişler….
Bir gün öğleden sonra Kilisenin büyük, demir kapısını çalmışlar…, Bir görevli kapıyı açmış…
Yüksek İslam Enstitüsü öğrencileri olduklarını ve Kiliseyi gezmek istediklerini söylemişler…
Görevli içeriye girip çıkmış, birilerine bir şeyler sormuş... Kabul edilmişler...
En çok dikkatlerini çeken loş bir koridor ve koridordaki su olmuş...
Görevli Gazi Öğreten ve arkadaşlarına bu suyun ibadet için gelenler tarafından değerlendirildiğini ve bilinenleri anlatmış…
Papaz gelmiş ve Kilisenin her bir yanını gezdirmiş... İlahiyatçı olduklarını da öğrenince onlarla daha çok ilgilenmiş...
Misafirleri kabul ettikleri odaya davet etmiş... Oturmuşlar ve derin bir sohbete dalmışlar…
Papazın davranışlarından daha çok sohbet etmek istediği anlaşılıyormuş…
Sohbetleri ikram edilen çaylarını yudumlarken de devam etmiş, karşılıklı sorular sormaya başlamışlar…
Gazi Öğretmen Hristiyanlık dininde sonradan uydurulan bazı esasları, Tanrı, Oğul, Ruh’ü-l kudüs’ü sormuş….
Derin bir sessizlik olmuş…Papaz bilinenler kadarıyla anlatmış...
Bir arkadaşı; Peygamberimiz Hazreti Muhammedi bir peygamber olarak tanıyıp tanımadığını sormuş...
Papazın verdiği cevap şuymuş: “Elbette Peygamber…” demiş... Öbür arkadaşları: “Öyleyse…” demeye kalmamış, cevap olarak:
“Evlatlar…Varın gidin görevinizi en güzel şekilde yapın…” demiş... “Sizinle bizim aramızda fark yok…” diye sözlerini bitirmiş...
Gazi Öğretmen cesaretlenmiş ve kendisine babasından duyduğu bir olayı anlatmış...
Barbasının anlattıkları kısaca şöyleymiş:
Bir Hristiyan Papazı Müslüman olmuş…Kilisenin arka tarafına gizli bir oda ayarlamış…Burada İslami kurallara göre ibadetini yapıyor…Kur’an’ını okuyor, namazını kılıyormuş…
Onu da ziyarete gidenler oluyormuş. Bir gün bir Müslüman dostu onun bu durumunu, İslam’la müşerref olduğunu anlamış…Anladığını da hissettirmiş…
Sohbet arasında Papaz demiş ki:” Evet ben de Müslüman oldum. Ancak Papazlığa devam ediyorum. Çünkü maddi yönden bana tatmin edici maaş veriliyor…Papazlıktan ayrılsam, Müslüman olduğumu söylesem ne yiyip ne içeceğim?”
Gaz, Öğretmen bunu anlattığı zaman arkadaşlarının da tepkisini çekmiş... Galiba biraz ileri gitmiş... Papaz durmuş, durmuş hiç kızmamış…
Bakışlarında ürkütücü bir durum da yokmuş. Gazi Öğretmen ve arkadaşlarına sevgiyle bakmış…Bir müddet sonra demiş ki:” Aklın yolu birdir…”
Gazi Öğretmen bir yıl sonra hediye alarak ziyarete gitmiş...Görevli o Papazın oradan ayrıldığını söylemiş...Bir daha da görüşme imkânı olmamış...
Kim bilir? Belki de…
Gazi Öğretmenin Üniversitedeki öğrencilik hayatı bu şekilde dolu-dolu geçiyormuş…
Bir yanda öğrencilik, diğer yanda sosyal hayatı…Diğer arkadaşlarından ayrı bir dünyası varmış...
Şöyle ki:
İslam Medeniyeti mecmuasını çıkardıktan sonra “Sorunuz Söyleyelim” köşesini yürütmeye başlayınca derste bile hocalarının kendisine iyi yönde değişik bir gözle bakmaya başladıklarını hissediyormuş...
Mecmua ile yazarlar arasındaki diyalog görevini de kendisine vermişler...
Yazı hazırlayan hocaları yazıyı kendisine veriyorlar Gazi Öğretmen de mecmuayı çıkartan yönetime ulaştırıyormuş...
Bazı öğretim üyeleri yazıyı kendisine verdikten sonra odasına çağırıyor, yazıyı kendisine okutuyor, bazı değişiklikler yapıyor, yazının güzel olup olmadığı konusunda fikrini almaya çalışıyorlarmış…
Hocalarının yazdığı yazı hakkında görüş bildirmesi ne haddine?..
Bir defasında kendisinden tez aldığı Tefsir öğretmeni sayın Zeki Sofuoğlu “MALAYANİ” diye bir yazı yazmış bunu mecmuaya vermesini istemiş…
Sayın Zeki Sofuoğlu hocası aynı zamanda Rektör yardımcısıymış...
Tam kapıdan çıkarken yazıyı temize çekmesini, bazı düzeltmeler yapmasını ve ondan sonra mecmuaya götürmesini söylemiş...
Aman Allah’ım…Sayın Zeki Sofuoğlu hocasının eksikleri var da onu Gazi Öğretmen mi düzeltecekmiş? Bir öğrenci olarak ne haddineymiş…
Bir bakmış: Yazının başlığı MALAYANİ…
Allah Allah…Ne demek malayani? Yakın arkadaşlarına sormuş anlamını bilen yok…Büyük sınıflara sormuş onlar da bilmiyormuş…
Anlamını bile bilemediği başlığın içeriğini nasıl düzeltecekmiş ?..
Osmanlıca-Türkçe bir lügat kitabı varmış…Oradan kelimenin anlamını bulmuş…Temize çekip düzeltmeleri yapıp, Mecmua ’ya vermiş...
Hocasının ismiyle yayımlanan Malayani’de neredeyse üçte bir nispetinde değişiklikler yapmış...
Mecmua çıktıktan bir gün sonra Tefsir dersleri varmış... Derste bakışlarından anlamış ki, yaptığı düzeltmelerden çok memnun kalmış…
Ancak bu konuda hiçbir şey söylememiş...
İşte aynen bunun gibi mecmua kanalıyla pek çok öğretmeniyle iyi bir diyalog içine giriyormuş...
Onlarla aynı karede buluşmak, aynı mecmuada yazmak… Gazi Öğretmen için gerçekten büyük bir ayrıcalıkmış…Bunun semeresini de görüyormuş...Nasıl mı?
( devam edecek )