Gazi Öğretmenin yazı yazma, makale yazma merakı orta üçüncü sınıfta 13 yaşında iken başlamış…
Lise son sınıfta başarısının doruğuna çıkarak iki bin kişiyi temsilen yarışmalara katılmış ve okullar arası kompozisyon yarışmasında Adana ikincisi olmuş...
O dönemde yine orta ikinci sınıfta, 13 yaşında iken her genç gibi şiir yazmaya da merak sarmış... Bu şiirlerden ilk şiiri memleket meseleleri üzerineymiş...
Serbest vezinde yazdığı 20 satırdan oluşan şiirimsi sözlerin başlığını şu anda hatırlayamıyoruz ama çocukça yazdığı ilk şiirimsi sözlerin ilk 4 satırı şöyle başlıyormuş:
“Ben, ben desin sağır-ı Kübra, başımızı yesin
Meşhur olsun siyasetiyle, Milli şefliğiyle ve savaşlarıyla
Sağ tarafımız bomboş…Sol yanımız dopdolu; Komünistlerle, sosyalistlerle ve solaklarla.
Yataklık etmekteyiz biz onlara; evimizle, barkımızla, ve susmamızla. ”
Bu şiirimsi sözleri 1960 yılında yazmış…Yani 27 Mayıs 1960 ihtilâlinden önce veya sonra…
Yirmi satırdan oluşan şiirimsi sözleri yazdıktan sonra son sınıftaki ağabeylerinden Rüstem Bozkan (sonradan soyadını Koca Durmuşoğlu diye değiştirmiş.) ’a okumuş….
Rüstem Bozkan şiirimsi sözleri eline almış bir daha, bir daha okumuş, ona bir sürü iltifatta bulunmuş.
O dönemde yayınlanmakta olan bir dergiye şiirini götürmesini istemiş…
Gazi Öğretmene demişi ki; “-Şiiri götürdüğün zaman “sizi Faruk Akkülah öğretmenim salık verdi diye söyle ” şeklinde de tavsiyede bulunmuş...
Gazi Öğretmen şiiri dergiye götürmüş...
Derginin yazı işleri müdürü şiirimsi sözleri okuduktan sonra vesikalık bir resmini istemiş ve derginin ‘’Küçük Şairler ‘’ bölümünde şiirin yayınlanmasını sağlamış…
Şiir merakı o günden sonra hep devam edegelmiş…Aynı dergide 10’larca şiiri yayınlanmış…
Bu merakı sonradan yazı yazmaya dönüşmüş...
Yazı yazma merakı da 13 yaşında orta üçüncü sınıfta başlamış…
O yıllarda (1960’lı yıllar…) okulunda VAHDET isimli bir dergi çıkarılıyormuş…
Derginin sahibi de Velisi ve aynı zamanda öğretmeni olan rahmetli sayın Faruk Akkülah’mış…
Faruk Akkülah öğretmenin “dört yol” semtinde bir halı dükkânı varmış…
Bir yazı hazırlamış…Yazının başlığı; “DİN BİR YÜKMÜDÜR ?..” şeklindeymiş...
Yazısının güzel olduğunu tahmin ediyormuş... İmlaya da çok dikkat etmiş... Yazısını ve içeriğini de hiç kimseye göstermeden öğretmenine götürmüş...
Sıkıla sıkıla halı dükkanında kapıdan içeriye girmiş... Öğretmeni masa başında oturuyormuş...
Elimdeki yazıyı kendisine uzatmış...Tek kelime söyleyememiş... Adeta boğazına bir şeyler düğümlenmiş…
Faruk öğretmeni Yazıyı almış, okumaya başlamış…
En büyük iltifatını, sevdiği kişilere karşı söyleyebileceği en güzel sözleri sıralamış...
Gazi Öğretmen adeta donup kalmış... Ayakları adeta buz tutmuş…Ne oldu, nasıl oldu ise dışarıya çıkabilmiş…
Kompozisyonu da öğretmeninde kalmış...
Vahdet dergisinin 15 Mayıs 1961 tarihli yeni sayısı çıktığı zaman bir de bakmış ki yazdığı yazısı bir tek harfi bile değişmeden, noktası, virgülüne dokunulmadan aynen dergide yayımlanmış… Hem de resmiyle birlikte…
Yazısı şöyleymiş:
“DİN BİR YÜK MÜDÜR?
Bugün Dini hala bir yük olarak kabul edenler vardır. Geçmiş devirlerden örnek alarak bir takım uydurma, beylik laflara “paydos” diyeceğimiz günler hala uzak mı bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa oda dinsiz, maneviyatsız bir milletin yaşayamayacağıdır.
Akif ne güzel söylemiş;
“Bir millet gösterin ki, ölmüş maneviyatı ile sağ kalmış…”
Rusya’nın sahte medeniyetine bakarak dinin bir yük hatta terakkiye mani olduğu fikrini ileri sürmek fikir ve ferasetten mahrum olmayı gerektirir.
Rusya bugün fezaya insan göndermişse bu onun medeni olduğunu gösteremez.
Ağzı kan ve irin kokan millet medeni olamaz.
İkinci dünya harbinde Rusya, Almanlardan çaldığı ilim adamları sayesinde Feza’ya insan göndermişse bu, onun ağzındaki leş kokusunu asla gideremez.
Demokrasi ve hürriyetin ne demek olduğunu dahi bilmekten aciz olan bir millet 20’inci asır dünyasında yaşamaya hak kazanmış değildir.
Rusya’nın temeli hırsızlığa dayanan tekniğine aldanarak Din’in terakkiye mani olduğu fikrini savunmak; Dindar milletlere iftira etmek demektir.
Asırlardır kendilerine benzemeye çalıştığımız Avrupa; Dindar milletlerin Avrupa’sı, Dünya liderliğini hala muhafaza eden Birleşik Amerikanın temsil ettiği Amerika,Dindar kimselerin Amerika’sıdır.
Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya gibi 20’inci asrın babası sayabileceğimiz Devletleri bir yana atarak Demirperde gerisindeki bir kuduza kucağımızı açmamız bilmem bizi nerelere kadar sürükler?
Cemiyet hayatında Din’i bir yük olarak kabul edenlerin savunmak istedikleri fikrin neye istinat ettiği malumdur.
“Din nedir? Neyi emreder? Gayesi nelerden ibarettir ?..” Bunları bilmeden, araştırmaya bile lüzum görmeden kör bir gözle; Milyonların önünde kemal-i hürmetle eğildiği mukaddes bir mefhuma saldırmak en hafif tabirle edepsizliktir.
“Gençlik elden gidiyor. ”Gençlik Dinsiz yetişiyor” diye mukaddes bir mefhumun elden gitmesi endişesi ile haykıran bir Avrupa karşımızda dimdik dururken, Atalarımızın iman sembolleri olan medeniyetleri henüz gözlerimize batıp dururken,20’inci asır medeniyetinin yıkılacağı endişesini dinsizliğe atfeden ilim adamları fikirlerinde ısrar etmeye devam ederken Din’i hala bir yük olarak kabul etmek fikir ve ferasetten mahrum olmayı değil de neyi icap ettirir?
Din bir yük müdür? Bunun cevabını bize, dindar bir kimse ile ağzı şarap kokan, aile bağlarını hunharcasına kopararak Bar ve Meyhanelerde hovardalık yapan rezilin mukayesesi verecektir.”
15 Mayıs 1961 yılında VAHDET dergisinde yayımlanan bu yazıyı orta son sınıfta iken yazmış…
Adana’daki öğrencilik yılları gerçekten dolu-dolu geçmiş... Ders içi faaliyetler kadar ders dışında da gerçek anlamda hareketli günleri olmuş...
( devam edecek )
GAZİ ÖĞRETMEN ( 15 )
Gazi MERT
Yorumlar