Öncelikle tüm dünya şunu iyi bilmelidir ki Kıbrıs Türk Halkı, KKTC Başbakanı Sayın Ersin Tatar ve Başbakan Yardımcısı Sayın Kudret Özersay’ın ilk günden itibaren yapmış oldukları açıklamalarda belirttikleri gibi Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’ninteröristlere karşı başlatmış olduğuBarış Pınarı Harekâtı’nı sonuna kadar desteklemektedir! 

Arapça AYN kelimesi PINAR demek. Suriye tarafında Ayn el-Arap; Arap Pınarı, Ayn el-İsa; İsa Pınarı, RasulAyn; Resul Pınarı ve Türkiye tarafında ise CEYLANPINAR var! Bilmeyenler için söylemiş olalım harekâtın olduğu bölge pınarlarıyla meşhurdur! 

Birileri öyle anlaşılıyor ki Barış Pınarı Harekâtı’nın ismine kafayı çok takmış! Öncelikle herkes şunu iyi bilmelidir ki, barış kelimesi hiçbir kimse ve zümrenin tekelinde değildir! Neymiş efendim neden Barış Pınarı ismi verilmiş harekâta!

Yine başka bir konu harekât değil de savaşmış, kan varmış! Savaş devletlerarasında olur! Teröristlerle savaş değil mücadele olur. Teröristlerle diyalog olmaz! Bunu da özellikle yeri gelmişken söylemiş olalım.

Eğer bugün binlerle ifade edilen teröristlere müdahale edilmeyerek palazlanmaları izlense yarın sayıları yüzbinlerle ulaşacaktı. Sonrasında ne mi olacaktı ellerindeki silah ve mühimmatlarla 3. Dünya Savaşı çıkmasına neden olacaklardı? Devletler güçle kudretle süngünün ucunda kurulurlar. Hiçbir devlet diyalogla diplomatik sohbetlerle kurulmaz ve yoluna devam edemez! 

1974 Mutlu Barış Harekâtı gerçekleşmemiş olsa idi bugün Ada’da Kıbrıs Türk Halkı kalabilecek miydi? Bundan dün ders almayanlar BM gözetimi altındaki Bosna’da yakın geçmişte yaşanan soykırımdan da mı ders almadılar? 

Daha önce de defalarca vurguladığım gibi Kıbrıs Türkü’nün 1878’de başlayan Varoluş ve Özgürlük Mücadelesi halen devam eden bir süreçtir. Her an her zaman uyanık olmak zorundayız!

Türkiye Cumhuriyeti’nin teröristlere karşı başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekâtı’nın durdurulması için Avrupa Birliği ortak açıklama yapılmak istediğinde Macaristan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi ortak açıklama yapmak istediğinde ise Rusya bu durumu VETO etmiştir! Acaba birileri bu durumdan hiç mi hicap duymaz?Kıbrıs Türk Halkı Anavatan Türkiye Cumhuriyeti’nin teröristlere karşı başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekâtı’nı sonuna kadar desteklemektedir!

***

Fırat Nehri’nin Doğu’sunda(Türkiye’nin Güney sınırı) Barış Pınarı Harekâtı, Akdeniz’in Doğusu’nda(KKTC) ise Şehit Yüzbaşı Cengiz Topel Akdeniz Fırtınası Tatbikatı-2019geçtiğimiz hafta içerisinde neredeyse eş zamanlı olarak başladı! Sizce böyle bir şey tesadüf olabilir mi? Öyle görülüyor ki Türkiye tüm cephelerde dost ve düşmanlarına teyakkuz durumunda olduğunu gösteriyor!

Fırat ve Akdeniz’in Doğu’sunda yaşananların temeli, bölgesel aktörlerin enerji kaynaklarına ve bunların Batıya taşınma güzergâhlarına hâkim olabilme mücadelesine dayanmaktadır! Aslında bunun da temeli Ortadoğu’da enerji kaynaklarının varlığının keşfi ile Osmanlının dağılması sonrasında oluşan yeni düzende haritaları cetvel, bayrakları masa başında düzenlenmiş olan ülkelerin meydana çıktığı dönemlere kadar dayanmaktadır…

Doğu Akdeniz’de senede 250 bin dolayında geminin bu güzergâhı kullanarak seyrüsefer yaptığı ifade edilmektedir. Doğu Akdeniz öncelikle bölgesel aktörler için Ortadoğu’nun güvenliği bakımından son derece stratejik öneme haiz bir yerdir! Ardından da Ortadoğu’daki hidrokarbon rezervlerinin güvenli şekilde Batıya transfer güzergâhı olarak görülmektedir!

Doğu Akdeniz’de esas mesele hidrokarbon rezervi değildir. Çünkü Doğu Akdeniz’de öyle iddia edildiği miktar ve kalitede rantabl hidrokarbon rezervi yok! Öyle olsa İtalyan Eni şirketi geçtiğimiz hafta bu işten kolayca vazgeçeceğini açıklar mıydı? Yine bu bağlamda EASTMED Projesi bu anlamda yalan hikâyesine dönmedi mi?

Doğu Akdeniz’de esas mesele Deniz Yetki Sahalarının ABD ve AB desteğiyle Rum yönetimi lehine gasp edilme girişimidir! Doğu Akdeniz bölgesel aktörler açısından Ortadoğu’daki enerji kaynaklarının güvenliği ve geçiş güzergâhı bakımlarından son derece stratejik yer olarak görülmektedir! 

ABD ve AB’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs lehine destek vermeleri Türkiye’nin milli çıkarlarını ciddi anlamda tehdit etmektedir.Türkiye bu tehdide karşı tarihinin en büyük askeri deniz tatbikatı olan Mavi vatan ile cevap vermiştir.

AB Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. AB eğer Rum tarafı lehine konuya müdahil olmaya kalkarsa o zaman kendisi hukuken işgalci olur. AB 2004’de Rumları üye yaparken öyle anlaşılıyor ki Doğu Akdeniz’de hem kara, hem deniz, hem de hava fır hatları konusunda söz sahibi olabilmeyi düşünerek böyle bir adım atmıştır!

AB Adaya ait MEB’i kendi MEB’ine eklemeye çalışmaktadır. Bu yolla hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olabilmeye çalışmaktadır.

ABD ve Avrupa Birliği uluslararası hukukun üzerinde değildir. ABD ve Avrupa Birliği kendisini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler veremez! ABD ve AB gerek Doğu Akdeniz’de gerekse farklı coğrafyalarda kendilerini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler veremeye kalkışmaktadırlar! Bu durum 2. Dünya savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzenin bozulmasına ve kaos ortamının oluşmasına neden olmaya başlamıştır!

Türk tarafı( Türkiye ve KKTC) Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve hukukunu sağduyulu bir biçimde en başından beri muhafaza etmektedir. Türk tarafının konuyla ilgili kararlılığı bu anlamda asla test edilmeye kalkışılmamalıdır. 

Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de bulunan enerji kaynakları ile bunların taşınma güzergâhlarına sahip olabilme mücadelesi veren bölgesel aktörler bilindiği üzere sahaya kendileri açıkça inemedikleri için terör örgütlerini hedeflerine ulaşabilmek için taşeron olarak kullanmaktadırlar.

Ortadoğu’da yakın geçmişte Afganistan, Irak, İran, Mısır ve Katar’da yaşananları, Arap Baharı’nı ve sonrasında meydana gelen olaylar ile sonuçlarını hiç kimse unutmadı! 

Suriye’de 15 Mart 2011’den beri iç savaş yaşanmaya devam ediyor! 2011 öncesinde Katar’dan borularla Suriye’ye hidrokarbon rezervlerinin taşınarak Doğu Akdeniz üzerinden pazarlanmasının gündeme geldiği de yine bu anlamda unutulmamalıdır! 

Suriye, yaşanan iç savaş nedeniyle 8 senedir ülkesinin her yerine hâkim değil. Bu boşluktan yararlanan başta batı destekli taşeron terör örgütleri YPG-PYD ile DEAŞ Suriye toprakları içerisinde rahat rahat fink atıyor. YPG-PYD ile DEAŞ’ı kimlerin taşeron olarak kullandıkları belli! 

Bilindiği üzere Suriye’de yaşanan insani trajedinin rejimle birlikte en büyük sebebi DEAŞ tehdididir. DEAŞ, sadece Suriye ve Irak’ı değil aynı zamanda Türkiye'yi de hedef almaya kalkışmıştır!

Türkiye, PYD-YPG örgütünü PKK’nın bir kolu olarak görmekte ve bunu en başından buyana tüm muhataplarına ifade etmektedir. Buna karşın Batılı bölgesel aktörler açıktan ve örtülü olarak Suriye ve Irak’ta DEAŞ’a karşı verilmekte olan mücadelede PKK’nın bir kolu olan PYD-YPG örgütleriyle yakın işbirliği ve ittifak içerisinde  yer alarak Türkiye’ye karşı tehdit oluşturmaktadırlar!

Batılı bölgesel aktörlerin ayrılıkçı terör gruplarına açıktan ve örtülü olarak vermiş oldukları destekleri ile enerji koridoru ve yapay devlet kurma projesi sadece Türkiye’yi değil aynı zamanda İran, Suriye ve Irak’ı da tehdit etmektedir. Bununla da kalmayıp Çin ve Rusya’ya kadar olan bütün Avrasya ülkelerine karşı da çok ciddi tehditleri içerisinde barındırmaktadır!

Suriye’de yaşanan iç savaş Rusya’nın sıcak denizlere inebilmesine ve Ortadoğu’da yer alan önemli aktörlerden biri olmasına vesile olmuştur. Rusya’nın Ortadoğu ve Doğu Akdeniz’de boy göstermesiyle birlikte bölgesel dengelerde önemli değişimler söz konusu olduğu da bu anlamda göz ardı edilmemelidir!

Batılı bölgesel aktörlerin taşeronluğunu yaptıkları terör örgütleri YPG-PYD ile DEAŞ sürekli biçimde silahlanıyor, askeri eğitim alıyor, mühimmat depoluyor, sayısal ve etkinliklerini gün geçtikçe artırmaya devam ediyor! 

Türkiye sınırının hemen dibinde terör gruplarının günden güne kendisine karşı silahlanarak güçlenmesine göz mü yummalıydı?  Hangi devlet böyle bir durum karşısında eli kolu bağlı biçimde sus pus kalırdı? 

PKK’nın bir kolu olan YPG-PYD’ye Batılı bölgesel aktörler tarafından aktarılan tüm silahlar ve araç gereçlerin ilk fırsatta Türkiye’ye karşı kullanacağını bilmek için kâhin olmaya gerek yoktur. 

Türkiye, bu bağlamda bugüne kadar ulusal güvenliği için risk ve tehdit teşkil eden tüm terör örgütleriyle nasıl kararlılıkla mücadele etmiş ise bugünde aynı kararlılıkla mücadele etmeye devam etmektedir.

Türkiye, 2017’deki Fırat Kalkanı ve 2018’deki Zeytin Dalı Harekâtı’yla 4 bin km²’lik bir alanı DEAŞ ve PYD/YPG teröründen arındırmayı başarmıştır.  

Türkiye Astana ve Cenevre süreçleri yanında Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı harekâtları ile sınırlarının dibinde bölgesel aktörlerin taşeronları olan terör gruplarının oluşturmaya çalıştırdıkları sözde enerji koridoru oluşturma ve yapay devlet kurma projelerini dün olduğu gibi bugünde bertaraf etmeyi başarmıştır.

Terörün dini, milliyeti, ırkı yoktur. Onların tek hedefi, emir aldıkları emperyalist güçlerin amaçları doğrultusunda insanları katletmektir.  

Barış Pınarı Harekâtı’nın amacı, sınırların güvenliğini sağlamak, bölgedeki teröristleri etkisiz hale getirmek, Suriye halkını teröristlerin baskı ve zulmünden kurtararak PYD/YPG ve DEAŞ eylemleri nedeniyle yerlerinden edilmiş Suriyelilerin geri dönüşlerini sağlamak olduğu tüm yetkililerce açıklanmıştır…

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu Başkanı Jean-Claude Juncker, Türkiye'nin Fırat’ın Doğu’sunda oluşturulmak istenen terör koridorunu yok etmek, bölgeye barış ve huzuru getirmek amacıyla başlatmış olduğu Barış Pınarı Harekatı'na yönelik olarak, "Eğer Türkiye'nin planı bir güvenli bölge oluşturmaksa, AB'den bunun masraflarını karşılamasını beklemesin" dedi.

AB Komisyonu Başkanı Juncker, meseleye maddi olarak yaklaşmış! Emperyalist zihniyet meselelere böyle yaklaşıyor. İnsanların güvenlikleri ve hayatının hiç mi önemleri yok? AB Komisyonu Başkanı Juncker, ve kendisinden önce gelenler acaba hangi sözlerinde durmuş ve yükümlülüklerini yerlerine getirmişlerdir?

Juncker Suriyeli göçmenler için 2. Taksit olan 3 milyon Euro vermeyeceklerini dile getirerek tehdit ediyor! Türkiye bugüne kadar 40 milyon Dolar para harcamış. Türkiye sınırda güvenli bölge yaratarak Suriyelilerin topraklarına evlerine geri dönmeleri için çalışıyor! AB ise para peşinde! Yoksa açıktan sahip çıkamadıkları taşeron olarak kullandıklarına şirin görünmeye mi çalışıyorlar?

AB Komisyonu Başkanı Juncker’in açıklamaları bununla da bitmeyip lafı Türkiye'nin Doğu Akdeniz'deki sondaj faaliyetlerine getirerek, "Ben bu konuda tam bir 'Kıbrıslıyım'. Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile dayanışma içinde kalacağız" dedi! 

Uluslararası organizasyonlar meselelere hak, hukuk adalet zemininde yaklaşmayarak çıkar ve menfaatleri doğrultusunda hareket ederler ve terör gruplarını taşeron olarak kullanırlarsa ne olur? Olacak olan basit. Dünya’da kaos ortamı oluşmaya başlar!  Uluslararası organizasyonlar ve temsilcilerinin bu kadar açık ve pervasızca taraf olmaları doğru değildir! İnsanlarda biraz utanma, sıkılma arlanma olur! Ama yok!

Avrupa Birliği'nin, Suriye'nin Kuzeyine yapılan Barış Pınarı Harekatı öncesinde Türkiye’yi uyarmak için hazırladığı bildiri Macaristan tarafından veto edildi. AB'nin 28 üyenin ortak imzası ile yayınlamak istediği bildiriyi onaylamayan Macaristan, "ülkeler sınırlarını savunabilir" diyerek imzalamadı.     

Macaristan sadece Türkiye'ye değil aynı zamanda KKTC'ye ve tüm Türk Dünyasına da uzun yıllardır destek vermektedir. Macaristan’ın bu durumunu yıllardır dile getirmeye çalıştığımız zaman bazıları burun kıvırarak bunun doğru olmadığını söylemekteydi! 

Aradan yıllar geçti! Macaristan artık günümüzde Türk Konseyi(Türk Keneşi), TÜRKPA ve TÜRKSOY içerisinde yer almaktadır. Teşekkürler Macaristan…

Sonuç olarak; Fırat ve Akdeniz’in Doğu’sunda olanlar kısaca böyle. Bundan sonra neler olup biteceğini yaşayarak hep birlikte göreceğiz…