............O doğru, sadece simüle edilmiş bir yanlıştan ibaretti.
Sıradan olan her şeyi yaşar, rutin dünyanın çarkları arasında geziniriz, aşka, sevgiye, umudu ektiğimiz her günün hasadını bekleriz.
Di' li geçmiş zamanların özlemini anarken, geride bıraktıklarımızla yol almaya devam ederiz. Eskimiş sayfalarda yarınlarımızı kovalarız.
Yarınlarımızı kovalarken gerçek benliğimizden de vazgeçeriz.
Ait olmadığımız topraklarda beklediğimiz hasadın, yabancısı olacağımızı düşünmeden…
Peki hangimiz başka hayatlarda yaşadık?
Ait olmadığımız hayatların içinde yorduk, yorulduk ve belki de yormaya devam ediyoruz.
Ait olmadığımız insanların dünyalarındaki kanunlara itaat ettik...
Ait olmadığımız yaşamlarda kaybettik, zira en sonunda onların cümlelerinde de devrilip kaldık…
Belki de ait olmadığımız hayatlarda ki mutlu başrol oyucusu olma düşü kurduk.
Peki, ait olduğumuz hayatın kader döngüsünün eskimiş yüzünü nasıl benliğimize aşina edebildik?
En acısı da ne biliyor musunuz?
Ait olduğumuz dünyanın topraklarına ayak basmadan yaşadık.
Yaşadığımız toprağın kimliksiz ve faali meçhul benliğimize işleyen acı gülümsemenin kendisi şahitken, bize ait olan her şeyden ve herkesten bihaber yaşadık.
Navigasyonun çıkmaz sokağa götürdüğü bir duygu gibidir, bilir misiniz?
İnsanın kendisine ait olmadığı bir zihni, bir duyguyu, kendi bedeninde taşıması. 'Başkasının hayatında yaşayan, başkalaşır' çünkü...
Sevgili Sezen Aksu seslendirdiği bir şarkıda, sen kendi dünyanın toprağında büyüyorsun der ya... O anda ruhunda farkındalığa yer açıyorsun. Fakat başka insanların yaşamlarında hayat sürmeye devam ediyorsun...
En olası cümle bu olsa gerek.
Kalıplarımızı sorgulamadan, algıların bizi yönettiği bir yaşama itaat edecek ve o yaşamdan firar etmediğimiz sürece ait olmadığımız dünyanın ihtiyaçlarına cevap arayan bir mahkûm gibi yaşamaya devam edeceğiz.
Çocukken evde babanın, okulda öğretmenin, evlenince eşin, belki yaşlanınca dahi kendimize ait olmadığımız bir yaşamın içinde olduğumuzun farkına vardığımız an, hayatta kendimize ait ayak basacak toprağımızın kalmadığını ve rezervlerimizi başkalarının hayatlarına adadığımız için elimizde kocaman bir hiçlik kaldığının farkına varırız...
Sorgulamadan hayatları eşitlemek değil midir? Birbirini törpülemeden bir paydada buluşmak değil midir? Kim bilir...
Cevabını hepimiz biliyoruz, değil mi? Neden kalan yaşamımızı kendi dünyamızın sınırlarında yaşamayalım?
Çünkü konfor alanımızın dışına çıkmaktan korkuyoruz. Olanla yaşamaya devam etmek, elindekilerle yetinip kader deyip ona razı gelmek...
Dış referans ile hareket edip, kendimize ait olmayan bir düşünceyi ortaya koymaktan korkarız. Sürekli onay alma beklentisi içinde yaşam, gerçekten çekilmez bir hal alır...
Sonuç: Hayır diyemediğim her konuda YANLIZ KALMAKTAN korkar oldum kendi hayatımda, der devam ederiz.
Oysa olaya sanatsal bir perdeden bir eserle ele alan Gustav Klimt'in "The Kiss" (ÖPÜCÜK) tablosu ilişki, aidiyet duygusu ve duyguları eşitleme noktasında altın çağını yaşadığı döneme damga vurmuştur.
Kendi dünyasında yaşamın ortaklaşa bir zaman dilimini, paylaşmanın en güzel örneğini bizlere aktarmaktadır.
Sevginin birleştirici unsuru, sanat açısından sık işlenen bir tema olmuştur. Öpücük tablosunun anlattıkları bu temaya bir vurgudur. Eserde çiftin durdukları yer adeta bir uçurum kenarı gibidir. Bu durum ise birbirine tutunma kavramını daha da vurgulu hale getirmektedir.
Gustav tabloda: Sevgi, ancak alışagelmiş dünyanın sorunlarına karşı bir çözüm olabileceğini sunmaya çalışır.
Öpücük tablosunun ana teması bana göre, sevginin adeta yaşamın kendisi olduğunu anlatmaya çalışmıştır. Herkesin dünyasının özel olduğu, ama ortak bir dünyada yaşamanın da imkansız olmadığını bize sunmaya çalışmıştır...
Özetle, aidiyet duyusunu başka hayatlarda değil, kendi ruhumuzun, dünyamızın topraklarında yaşamalıyız. Kendimizi tanıyarak, potansiyelimizin farkında olarak, kendi dünyamızda kendi koyduğumuz yasaları uygulayarak bu hayatı daha güzel ve anlamlı kılabiliriz.
Yanlış bir dünyada, doğru bir yaşam sergileyen yoktur. O doğru sadece simüle edilmiş bir yanlıştan ibarettir.
Sağlıkla, sanatla kalın...