Önce başlık konusunu tartışalım. Manşetlerde yer alan “Ermenistan-Rusya yakınlaşması” baştan sakat bir ifade. “Bu iki ülke ne zaman uzaklaştı ki?” diye sormak gerekmez mi? Bugün Kafkasya’da Ermenistan diye bir devletin ortaya çıkması Rusya’nın değişmeyen stratejisinin ürünüdür. İster Hıristiyan, ister Ortodoks, ister aryan ırk dayanışması olarak bakın, asıl hedef daima Türk dünyasıdır. Sovyet döneminde Sosyalist tandanslı yazarlar, Rus-Ermeni-Azeri ilişkilerine safça yaklaşırlar, etnik köken temelli düşmanlığın ve savaşların Çarlık döneminde kaldığını, artık herkesin yoldaş olduğunu savunurlardı. Halbuki daha önce benzeri görülmeyen ırkçı, ayırımcı politikalar bu dönemde uygulanmış, Türk kökenli halkların arasına Ruslar yerleştirilirken Kafkasya’da saf bir Ermenistan oluşturulmuştur. Bugünkü Ermenistan’da dağlık Açmiyadzin kasabası hariç Ermeni nüfusu bulunan bir belde 19. yüzyıl öncesinde yok iken Sovyet döneminde bölge sırf Ermenilerden oluşmuş hale gelmiştir. Öyle ki Sovyet coğrafyasında aynı etnik topluluktan oluşan hemen tek ülke Ermenistan’dır. SSCB’nin dağılma aşaması, Rus stratejistlerinin emperyalist hedefleri bir kenara itip var olma derdine düştüğü yıllardır. Ancak bu dönemde de Ermeni saldırganlığı Rusya’nın desteği ile gerçekleşmiş, savunma durumundaki Azerbaycan Kızılordu işgaline uğramıştır. Saldırılara karşı gösteri yapan Azeriler, tıpkı 1968 Prag’da olduğu gibi katledilmiş, bunu yöneten son Sovyet lider katliamdan birkaç ay sonra Nobel Barış Ödülü’yle taltif edilmiştir. Rusya’nın asırları aşan sıcak denizlere inme stratejisinin merkezinde son iki yüzyıldır Ermenistanlaştırma bulunmaktadır. Gürcistanlaştırma da bunun kardeş stratejisi olduğu halde Sovyet sonrasındaki Tiflis yönetimi daha fazla Moskova’nın aleti olmak istememiş ve bunun faturası da parçalanan Gürcistan olmuştur. Türk dış politikasının en saf çıkışları, bu dönemde Rusya’nın içine kapanacağı, emperyalist hedeflerden vazgeçeceği beklentisi içine girmesiyle yaşandı. Daha önce mesela Yunanistan’a da yaptığımız gibi, dar zamanında saldırgan tutumlarını silip süpürecek çıkışlar yapmak yerine gururunu okşayarak emperyalist heveslerini beslemeyi tercih ettik. Sıkıntılı günlerinde dostça tutumlarımız sayesinde karşı tarafın da düşmanlığı bırakıp, barış içinde birlikte yaşamayı tercih edeceğini bekledik. Ancak uzatılan her dostluk eli karşı tarafça kazanılmış yeni bir zemin kabul edildi. Geçen hafta imzalanan anlaşma ile Gümrü’deki Rus üssünün süresi 2044 yılına kadar uzatıldı. Silah, eğitim, savunma gibi alanlardaki işbirliğine bakılırsa Ermenistan’ın savunma bakımından Rusya ile birleştiği söylenebilir. Ermenistan için artık bağımsız devlet demek mümkün değil diyenler bile var. İşin gerçeği Sovyet sonrasında da Moskova, Ermenistan’ın her türlü silah ve asker ihtiyacını çoğu zaman bedelsiz, hibe olarak karşılamıştır. Bir türlü anlaşılamayan husus ise aynı Rusya’nın Azerbaycan’a da silah sattığıdır. Fakat buradaki fark, “silah satmasıdır”. Bakü ile işbirliği içerisinde olması demek hem bu ülkenin petrol gelirlerini Rusya’ya aktarma zemini kuruluyor hem de askeri olarak kontrol ediyor. Azerbaycan’da yeniden açılan Gebele Üssü’nün Türkiye ve İran’ı gözetleme ile beraber Azerbaycan’ı izleme fonksiyonu olduğunu Bakü’deki yöneticiler yeni yeni anlamaya başladılar. Azerbaycan’ın beşte birini işgal altında tutanın gerçekte Rusya olduğunu her fırsatta dile getirdik. Başta Yukarı Karabağ olmak üzere işgal vilayetlerindeki Rus varlığını Azeri “kardaşlıklar” da çok iyi bilirler. Ancak sanki hiç böyle bir şey yokmuş gibi Rusya’ya gittikçe daha fazla teslim olduğu halde, bizim de tasvip etmediğimiz protokol sürecinde Türkiye’ye karşıtı politikası da unutulmadı. Şimdi Ermenistan-Rusya askeri bakımdan birleşirken Azerbaycan’ın Türkiye’ye daha fazla yaklaşmaktan başka çaresi yoktur. Türkiye ise Azerbaycan savunmasını desteklerken gerçekte kendi güvenliğini de teminat altına alacaktır. Sızan haberlere göre Nahcivan’da ortak üs kurulmasının müzakere edildiğini duyuyoruz. Nahcivan, Ermenistanlaştırma bölgesinin ilk hedeflerinden olduğu halde, bu özerk cumhuriyetin Azerbaycan’a bağlılığı Türkiye’nin de garantörlüğü altında. Dolayısıyla yanı başımızda dev askeri işbirliği anlaşmaları imzalanırken bizim de uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızı en ileri derecede takviye etmemiz gerekmektedir. Moskova’nın bu derece Erivan’a yaklaşmasının ileri derecede Ankara-Bakü işbirliğine yol açacağı endişesini Rus gazetelerde de görmek mümkün. “Müreffeh bir Rusya ve Ermenistan için Türk yurtlarının işgal edilip halkının sürgünde yaşaması gerçekten zorunlu mu” sorusunu akl-ı selim Ermeni ve Ruslardan da duyuyoruz. Ancak bunlar oldukça azınlıkta kalmaktadır. Türkiye’nin varlığını devam ettirmesi, en azından bölgesel güç olmasıyla mümkündür. Tarihi, kültürel, jeopolitik avantajlarını değerlendirmesi ile bu statü kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Bölgesel gerçeklere aykırı açılımlardan birkaç yıl içinde geri dönüş mümkün, ancak telafisi on yılları alabilir.