Dünya sahnesinde bir kez daha karanlık bulutlar toplanıyor. Ortadoğu'nun bitmek bilmeyen kaos ortamı, şimdi de nükleer bir tehditle çalkalanıyor. İran ve İsrail arasındaki gerilim, uluslararası diplomasinin sınırlarını zorlarken, akıllara şu soruyu getiriyor: İran, İsrail’e karşı nükleer silah gücünü kullanarak Üçüncü Dünya Savaşı’nın fitilini ateşler mi?
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, İran’ın nükleer silah programı, yıllardır uluslararası toplumun gündeminde. Her ne kadar İran, nükleer faaliyetlerinin barışçıl amaçlı olduğunu iddia etse de, İsrail bu söylemi pek de inandırıcı bulmuyor. İsrail’in nükleer kapasitesi ise bölgedeki dengeleri yıllardır belirleyen bir faktör.
Ateşle Oynayanlar: İran ve İsrail ...
Peki, İran’ın nükleer silah kullanma ihtimali ne kadar gerçekçi? Şu anki şartlarda, bu senaryo pek olası görünmese de, Ortadoğu’da mantıkla hareket eden kaç ülke var ki? Bir an için böyle bir saldırının gerçekleştiğini düşünelim. Bu, sadece İran ve İsrail’i değil, tüm dünyayı felakete sürükleyebilir. Nükleer bir çatışma, bölgede geri dönüşü olmayan insani krizlere yol açarken, küresel ekonomiyi de altüst edebilir.
Rusya’nın Stratejik Hamlesi ...
Böylesi bir durumda Rusya’nın tavrı ne olur? Rusya, Ortadoğu’daki stratejik çıkarlarını her zaman dikkatle korumuştur. Suriye’deki askeri varlığı ve İran’la olan yakın ilişkileri göz önüne alındığında, Moskova’nın bu krizde sessiz kalması beklenemez. Ancak Rusya, doğrudan bir çatışmanın parçası olmaktansa, diplomatik bir arabulucu rolüne soyunmayı tercih edebilir. Zira, nükleer bir savaşa dahil olmak, Rusya’nın da çıkarlarına ciddi zararlar verebilir.
Putin’in bu durumda devreye girmesi ve Batı’yla olası bir diplomatik pazarlığa gitmesi de olası senaryolar arasında. Rusya, bu kaotik ortamı kendi lehine çevirmek için sahneye çıkabilir ve dünya liderliğinde bir güç dengesini yeniden oluşturabilir.
Milis Güçler ve Hizbullah’ın Hedefleri ...
Bu noktada, İran’ın bölgedeki en önemli müttefiki Hizbullah ve diğer milis güçlerin rolünü unutmamak gerek. Hizbullah, İran’ın bölgedeki etkisini artırmak ve İsrail’i baskı altında tutmak amacıyla yıllardır sahada. Ancak asıl soru şu: Bu milis güçler gerçekten İsrail’i yok etmek mi istiyor, yoksa daha büyük bir stratejinin parçası mı?
Hizbullah ve İran destekli milis güçler, İsrail’e yönelik saldırılarıyla genellikle birkaç temel hedefi amaçlar:
Stratejik Baskı: İsrail’i sürekli bir tehdit altında tutarak, bölgede dengeleri İran lehine çevirmek. Bu, aynı zamanda İsrail’in askeri ve ekonomik kaynaklarını tüketmesine neden olabilir.
Caydırıcılık: İsrail’in İran’a veya müttefiklerine yönelik olası bir saldırısını caydırmak. Bu, İran’ın bölgede caydırıcı bir güç olduğunu göstermek için önemli bir stratejik hamle olabilir.
Siyasi Etki: Bölgedeki İran yanlısı grupların ve Şii nüfusun desteğini kazanmak. Bu, İran’ın bölgesel hegemonyasını pekiştirme stratejisiyle örtüşmektedir.
Ancak, İsrail’i tamamen yok etmek gibi bir hedef, pratikte uygulanabilir görünmemektedir. Bu tür bir hamle, İsrail’in de sert bir misillemesiyle karşılaşacaktır. Dolayısıyla, milis güçlerin ve Hizbullah’ın stratejileri, daha çok taktiksel kazanımlara odaklanmaktadır.
Türkiye’nin Stratejik Hamlesi: Tarafsızlık mı, Müdahale mi?
Böylesine karmaşık bir denklemde Türkiye'nin pozisyonu ne olur? Türkiye, Ortadoğu’nun merkezinde yer alan ve hem NATO üyesi hem de bölgesel bir güç olarak dikkat çeken bir ülke. İran ve İsrail arasında yaşanan çatışmalarda Türkiye’nin stratejik hamleleri şöyle olabilir:
Tarafsızlık Politikası: Türkiye, Ortadoğu’daki karışıklıklardan zarar görmemek için tarafsız kalmayı tercih edebilir. Bu, Türkiye’nin ekonomik ve askeri kaynaklarını korumasına ve diplomatik ilişkilerini dengelemesine olanak tanır.
Diplomatik Arabuluculuk: Türkiye, tarihsel ve kültürel bağlarını kullanarak İran ve İsrail arasında arabuluculuk yapabilir. Bu, Türkiye’nin uluslararası alanda prestij kazanmasına ve bölgede barışın sağlanmasına katkıda bulunabilir.
Savunma ve Güvenlik Önlemleri: Türkiye, yaşanan çatışmanın kendi topraklarına sıçramasını önlemek için savunma sistemlerini güçlendirebilir ve sınır güvenliğini artırabilir. Bu, Türkiye’nin kendi ulusal güvenliğini sağlamlaştırmak için önemli bir adım olabilir.
NATO İle İşbirliği: Türkiye, NATO çerçevesinde kolektif savunma stratejilerine katkıda bulunabilir ve uluslararası toplumla işbirliği yaparak bölgedeki istikrarı korumaya yönelik adımlar atabilir.
Türkiye’nin bu süreçteki hamleleri, bölgedeki dengelerin yeniden şekillenmesinde kritik bir rol oynayabilir. Türkiye’nin barışçıl çözümler üretmesi, sadece bölgesel değil, küresel barışa da katkı sağlayabilir.
İran’ın İsrail’e karşı nükleer silah kullanma olasılığı, dünya barışını tehdit eden en ciddi senaryolardan biri olarak karşımızda duruyor. Ancak bu tür bir senaryonun gerçekleşmesi, yalnızca İran ve İsrail’i değil, tüm dünyayı etkiler. Diplomasiye her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulan bu dönemde, uluslararası toplumun akılcı ve barışçıl çözümler üretmesi kaçınılmaz.
Fatih Altaylı'nın dediği gibi, “Her şey apaçık ortada!” Dünya, Ortadoğu'daki bu çatışmanın tehlikelerinin farkında ama sessiz kalmayı tercih ediyor. Herkes, bu ateşin kendilerini yakmayacağını düşünerek köşesine çekilmiş durumda. Ancak bu çatışma sadece Ortadoğu'yu değil, tüm dünyayı tehdit ediyor; çünkü bölgede çıkan bir kıvılcım, küresel bir yangına dönüşebilir.
Yılmaz Özdil’in tarzıyla ele alırsak: "İran ve İsrail arasındaki gerilim, dünya barışı için yediğimiz son fırın ekmeğin küflenmiş hali gibi!" Dünya barışı, bu çatışmanın gölgesinde solup gidiyor. Barıştan söz etmek, artık bir sabah kahvesi kadar sıradan geliyor.
Son söz olarak; ateşle oynayanlar, bir gün kendilerini de yakar. Bu yüzden, tüm dünya liderlerinin üzerlerine düşen sorumluluğu yerine getirmesi ve nükleer bir kabusa izin vermemesi gerekiyor.