Kişinin kendi canına kast etmesi olarak ele alınabilecek olan intiharlar, daha çok yetişkinlere has bir durum gibi düşünülse de veriler, bunun böyle olmadığını açıkca göstermektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (World Health Organization-WHO) verilerine göre, çocuk ve ergenlerde intihar oranları en fazla 15- 19 yaş aralığında görülüyor. Bunun nedeni ise stresle başa çıkamama..!

Yine WHO’ya göre;

Türkiye, en fazla intihar yaşanan ülkelerin oranlar üzerinden sıralandığı listede 100. sırada yer alıyor. Ruhsal ve kişilik bozuklukları,umutsuzluk,ailede depresyon ve intihar öyküsü, ebeveyn kaybı ya da boşanma, aile sorunları, fiziksel veya cinsel istismar, sosyal desteğin azlığı,akran zorbalığı gibi nedenlerin yanı sıra “Mavi Balina” gibi bilgisayar oranları da çocuklarda intihar yönelimi nedenleri arasında yer alıyor.

Son günlerde ülkemizde,ergenlerin intiharları üzücü durumlarla haberlerimizde…

Ergen yaşta hayattan vazgeçiş, yaşamın anlamsızlığı, stresle baş edememe, yalnızlık, kimsesizlik duygusu ile gençleri yaşamlarını sonlandırmaya götürüyor.

Bu çocukların davranış ve ruhsal çöküntülerini ailedeki ebeveynlerin umursuzluğu intihara doğru yürüme eğilimini daha hızlandırıyor.

Maddi koşulları hazırlayan her anne baba kendini “mükemmel ebeveyn’’ ilan ediyor.

-Her şeyi var, daha ne istiyor.

Diye acımasızca yaklaşan anne ve babalar kendilerini asla sorgulamıyor hatta çocuğun;

’’hayırsız olduğunu, nankör olduğunu’’defalarca gözlerinin dibine soka soka belirtiyorlar.

Dünyaya gelen çocuğun aileyi seçme hakkı olmadığı gibi; hiçbir çocukta en ufak sıkıntıda intihar edebilirim dürtüsüyle doğmuyor.

Ergen intiharlarının suçlusu, önce ailedir.!

‘’Hiçbir çocuk suçlu değildir. Onları suça-cürüme sürükleyen ailelerdir.!’’

Konforlu yaşam koşullarını sunan aileler;

Kaç kez çocuklarını dinleyebiliyor.

Kaç anne baba, çocuğunun fikrini sorup, önemseyebiliyor?

Kaç defa;

“çocuğum sana güveniyorum,sen çok zekisin,başarabilirsin diye motive ediyorlar.’’

En önemlisi de kaç defa parayla sardıkları gibi kalp sıcaklığı ile kucaklayabiliyor.

Eşler kendi aralarındaki geçimsizliğin vicdan azabını çocuklarına verdikleri kaliteli yaşam diye tanımladıkları maddiyatla giderdiklerinin rahatlığındalar.

Çocuklar çok güçlü değildir.!

Onun gücü, güveni anne ve babanın arkasında durduğu sorunsuz varlıklarıdır.

Evde sürekli tartışmalar sonrası boşanmalarda çocuklar kendilerini yoksul, kimsesiz ve güçsüz hissederler.

Bu duygu durumu için yaşın küçük büyük olmasına gerek yoktur. Anne ve baba geçimsizliğinde çocukların hepsi aynı çaresizliği yaşarlar.

Ailede anne-baba kavgalarını, fiziksel ve psikolojik şiddeti gören çocuk çevredeki yanlış ilişkilere, iletişimlere gider.

Kendisinin önemsenmediği kadar; annenin babaya, babanın anneye saygı ve önem vermediğini yaşayarak büyüyen çocukların bağışıklığı çöküntüdedir.!

Psikolojik yaraları vardır.!

Kendilerini sevmez, ne olduğunu nerde olduğunu, niçin var olduğuna anlam veremeyerek; genç yaşta’’ kendisinden vazgeçiş yollarına gider.’’

Bu vazgeçiş, yanlış arkadaş, yanlış çevre ve madde kullanımıyla tanışmasını sağlar.

Yada içi yaralı olan benliğine kapanarak kendisini değersiz, amaçsız görür. Böyle bir çocuktan hala başarı bekleyen anne ve babaya bravo (!)

Çocuk ergen, intihar ediyorsa bunun tek suçlusu anne ve babadır.!

İnternet oyunlarının etkisini bile yaratan yine anne ve babanın çocuğunu değere almayıp onu yok sayıp, kontrolsüz yaşama göndermesidir.!

Eşler sıkıntısız evlilik sürecekler diye bir şey yok.

Ancak; sorunları dünyaya getirdikleri çocuklarını yok edecek,minik ışıkları unutacak kadar da dehşet davranışlara girmemeleri gerektiğini unutmamalılar.

Aile geçimsizliğini yaşayan her anne ve babanın ciddi şekilde destek alması gerekir.

Örselenen duygular içinde sessiz köşede bekleyen çocuklarını da bu desteğe götürmeleri önemle gereklidir.

Psikiyatr, psikologlardan yardım alırken; “ayrılık kararında çocukların onayının alınması gerekmektedir.’’

Peki, ergen intiharları önlenebilir mi?

Bir çocuğun ruhsal durumunu anne ve babadan başka hiç kimse net gözlemle yemez, hissedemez.

Çocuğunun kaygı, endişe, öz güvensiz, asosyal gibi davranış durumunu gören aileler acil olarak ihmal ettikleri çocuklarıyla ilgilenip, sıcak sevgilerini yaşatmaları ve duyumsatmaları gerekiyor.

Sevgiyi dolu dolu yaşamış bir çocuk kendisini sevmenin hazzına ulaşmış,öz güvenlidir.

Sevgiyi hissetmeyen ergenler çocuk yaşta yaşamın tükenmişlik sendromunu yaşarlar.

Bunun için çocuklarımızın canını kaybetmeden onlara gereken önemi fazlasıyla verelim.

Ne olursa olsun çocuklarımıza hayata tutunma hedefi verelim.

Önüne tatlı turnikeleri sıralarken bu yolda onun sevgi ile başaracağına; önce aileler kendilerini sonra çocuklarını bunu inandırmalılar.

Hedefi olmayan ergen kendini boşlukta hisseder.

Tabiî ki; en güçlü hedef anne -baba ve aile sevgisidir.

“Sevgi hayatın, yaşamanın en önemli şifresidir.!’’