Cavid Kalpaklıoğlu 9 Şubat 2005’de menfur bir kalp krizi sonucunda vefat etti. Ordu’da Avukatlık yapardı. İstanbul’da iken rahmetli Türkeş, 1973 yılında onun Ordu’ya gitmesini telkin etmişti. Bir fikir adamı ne denli avukatlıkta başarılıysa o da o denli başarılıydı. Biraz da siyaset yapardı. Siyasette de yüzü gülmedi.1977 seçimlerinde ise oylarının bir kısmı çalınarak hakkı elinden alındı. Çok üzüldü. Onun üzüntüsünü rahmetli Semiha AYVERDİ ile yaptığı teselli konuşmaları dindirdi ve asıl alanı olan fikir adamlığı sahasına tekrar döndü.
Cavid Kalpaklıoğlu’ndan A.T. GERÇEĞİ isimli kitabı ile Ordu’da yayınladığı Memleket gazetesi ile Ortadoğu, Türkiye, Bayrak ve Zaman gazeteleri ile Kültür Dünyası gibi dergilerde yayınladığı deneme, dizi yazı ve makaleleri geride kaldı.
Hayat hikâyesi ise ana hatlarıyla şu şekilde:
1942 yılında Ordu’da doğdu. İlk ve Orta tahsilini orada tamamladı. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden mezun oldu. Bab-ı Ali’de Sabah ve Haber gazetelerinde çalıştı. Bursa’da Ahmet Vefik Paşa tiyatro salonunda toplanan Birinci Milliyetçiler Kurultayı’nda Anayasa konusunda bir tebliğ sundu. Bazı çevrelerce bu tebliğ tepkilerle karşılandı. Yine,”Fikir ve Memleket” tiyatrosu topluluklarında çalıştı. Necip Fazıl Kısakürek’in, “Sultan İkinci Abdülhamit ”,Üstün İnanç’ın, “Kurt Kapanı” oyunlarının Anadolu’daki temsillerinde vazifeli olarak Anadolu’yu baştanbaşa dolaştı. Henüz yayınlanmayan Türkiye’de Anayasa Hareketleri, Laiklik Masalı ve Meşrutiyetten Bugüne Seçimlerin Hikâyesi isimli çalışmaları da yayına hazır haldedir.
Cavit Kalpaklıoğlu’nun Türk toplumunu ilgilendiren en önemli yönü fikir adamlığıdır. Uzun yıllar Ordu’da yaşamasına rağmen fikri çalışmalarındaki kalitesini hep muhafaza etmiştir. Sakin bir ortamda bulunduğundan dolayı daha sıhhatli neticelere varabilmiştir. Yayınlanan kitabı A.T. Gerçeği (Kendisinin Ordu’da kurduğu Memleket Yayınları tarafından, birinci yayın olarak,1992’de,198 sayfa olarak basılmıştır.) bu yönüyle ciddi bir başvuru kaynağıdır. Türkiye’nin Avrupa ile olan inişli-çıkışlı ilişkisi bu eserin tezlerinin ne denli güçlü olduğunu göstermektedir.
Bir fikir adamı olarak İstanbul’la irtibatını hiç koparmamıştır. Mehmet Niyazi, Üstün İnanç, Reşat Güngör, Yurdakul Dağoğlu, Av.Zeki Hacıibrahimoğlu, Necdet Sevinç, Prof.Dr. Zeki Aslantürk, Gürbüz Azak ve Ergün Göze benim bildiklerim. Bu dostlardan bir tek Ergün Göze onun hakkında yazdı.13 Şubat 2005’de vefatından dört gün sonra Halka ve Olaylara Karşı Tercüman Gazetesi’nde “Hain Müvekkil” başlıklı yazıyı kaleme aldı.
Ergun Göze yazısını Cavid Kalpaklıoğlu’nun vefat haberini alışı ve bu haberin onda yarattığı sarsıntıyla bitirir: “Perşembe günü yine telefon çaldı, "Ben Polis Musa, size Cavit Kalpaklıoğlu'ndan selam getirmiştim". "Evet! Sen nasılsın". "Ağabey Cavit beyi kaybettik" Ağzımdan bir tekbir koptu. Sanki Ordu'nun dereleri üzerime kalkmıştı, hatta daha fazlası. Ama elden ne gelirdi? Ömrü boyu, Allah'ına vatanına, milletine bir an bile ihanet etmemiş, sadakat pırlantası Cavit, Hak'ka yürümüştü. İçimde bir plak dönmeye başladı. "Ey gençlik arkadaşım sana uğurlar ola!"
Cavid Ağabey’in vefatının bende yarattığı fırtına ise son bulacak mı bilmiyorum. Bana göre Ordu’yu entelektüel olarak anlamlı kılan yegâne şahsiyetti. Her daim aklımda, hayali hep zihnimde tap taze yerini koruyor. Vefatından birkaç ay evvel görüştüğümüzde bana Çambaşı Yaylası’nda iki odalı melek (yayla evi) yaptığını mutlulukla anlatmıştı. Birlikte iki gün kalmayı da kararlaştırmıştık. Ama nasip olmadı.
Yerel televizyon kanalında birlikte katıldığımız Avrupa Topluluğu ile ilgili programda son sözü “A.T. sonumuzdur” olmuştu.
Cavid ağabey, Ordu’da ağırbaşlılığı, vakurluğu, ciddiyeti ve sorumluluğu ile öne çıkıyordu. Bu nedenle dostlarının bir kısmı onu arkadan hançerlemiştir. Birlikte aynı kooperatife üye olacak kadar yakın olduğu bir Avukat arkadaşı ona noterden ihtar dahi göndermişti. Bu hadise onu çok üzmüştü.
Aynı zamanda İhlaszade idi. Paralarını binlerce insan gibi İhlâs Holding’e kaptırmıştı. Onu derinden yaralayan bu hadiseyi evinden ve eşinden bile gizlemek durumunda kalmıştı.
Ordu’da birkaç büro değiştirdi. Kendimizi onun bürosunda çok rahat ve mutlu hissediyorduk. Şehirde iken onun bürosuna mutlaka uğrar edebiyat, fikir ve sanat lezzetini tadardık. Vefatından sonra Ordu’nun bana yavan ve anlamsız gelişi Cavid Ağabey’in yokluğundandır. Bazen onunla gittiğimiz yerlere giderim. Köşeden çıkıp geleceği hayalini kurarım. “Hoş geldin muallim” deyişindeki sıcaklığı ararım. Ama bulamam.
Fevkalade yardım severdi.12 Eylül’de Erzincan Askeri Mahkemesi’nde Türk gençlerini Ziya Gökalp’in tezleriyle savunurken hiçbir maddi beklenti taşımıyordu. Avukatlığı bir hizmet aracı olarak görüyordu. Bu nedenle para kazanamadı. Müvekkillerine; “Önce işini halledelim. Para işi kolay” derdi.
Bir de hayali vardı. Tekrar İstanbul’a, kültürün, fikrin ve bilimin merkezine dönmek. Bir türlü içinden söndürüp atamadığı İstanbul kor’u ve tutkusunu yıllar sonra doya doya tekrar yaşamak. Bu hayali mümkün olamadı…