Çağımızın Özgürlük Sorunu Erich Fromm’un Türkiye’de yayınlanan ve bilinen kitaplarından birisidir. Bozkurt Güvenç tarafından Türkçeye çevrilen kitapta Freud ile Marx’ı çeşitli görüşleriyle karşılaştırmaktadır. Dolayısıyla kitabın başlığı ile içeriği uyuşmamaktadır. Biz ise bu yazımızda çağımızın insanının özgürlük sorununu kısaca değerlendireceğiz.
Felsefeciler insanı diğer canlılardan ayıran özelliklerden birisi olarak, insanın özgür bir varlık olmasını göstermektedirler. İnsan yapıp-etmelerinde özgür olmalıdır. Bir davranışı özgürce yerine getiren kimse ancak onun sonuçlarına katlanabilir. Yani, davranışlarından sorumlu tutulabilir. Bu anlamda felsefe özgürlükten asla taviz vermemektedir.
Ancak, çağımızda insanlığın özgürlük alanı gittikçe daralmaktadır. Globalleşme, küreselleşme söylemleri ve iletişim olanaklarının artması ile birlikte insanoğlu çok üst düzeyde koşullandırılmaktadır. Seçme özgürlüğümüz olduğu iddia edilmekle birlikte, bu özgürlüğümüz bize sunulanlarla sınırlı kalmaktadır.
Mesela, bir mont almayı düşünün. Daha sıhhatli olduğu için kaşmir ya da kaşe olmasını isteyin. Birçok mağazaya ya da markalı yere gitmenize rağmen aradığınızı bulamıyorsunuz. Bunun yerine polar malzemeyle yapılan ve sağlıksız olan montlar boy boy vitrinlerde yer alıyor. Sizi güler yüzle izleyen tezgâhtara niçin kaşe ya da kaşmir mont bulunmadığını soruyorsunuz. Güler yüzlü tezgâhtarın size verebileceği cevap şudur: Efendim, bu tercih ediliyor. Peki, benim tercihim niye dikkate alınmıyor. Alınmıyor, çünkü nasıl düşünmemiz ve tercihte bulunmamız gerektiğine bir yerlerde daha önce karar verilmiştir.
Bu kararın sonucunda da pekiştirme, koşullandırma ifadeleri olarak ta; tercih edilen ürün bu. Müşteriler bunu tercih ediyor. Bu yıl bu ürün tutuluyor… Gibi söylemlere çok rastlıyoruz. Bu anlamda adeta kuşatılmışız. Koşullandırılmışız. İnsanlık tarihinde hiç yaşanmamış bir koşullandırmadır bu.
Oklahoma ya da İkiz Kuleler olaylarını örnek verelim. Oklahoma’da 130 kişi ikiz kulelere yapılan uçaklı saldırıda da 3000 kişi vefat etti. İnsan ve mümin olarak elbette çok üzüldük.Her daim bu haberleri şuur altımıza işlediler.Filmler yapıldı.Haber bültenlerinin en önemli konusu olarak sunuldu.Çünkü,olaylardan ABD yara almıştı ve Amerikan kamuoyu yönlendirme aygıtları dünyayı istedikleri biçimde düşündürmeyi bildikleri için,onların istediği biçimde düşünüyorduk.Peki,Ruanda’daki katliamı kim hatırlıyor.Dünya Kara Nisan ve Hotel Rowanda filmleriyle oradaki vahşeti biraz olsun öğrendi.1990’lı yıllarda iki üç ay gibi kısa dönemde sekiz yüz bin Ruanda’li bir birini katletmişti.Çin’den gelen palalar dahil katliam aygıtlarının hepsi Batı’dan gelmişti.Kardeş olan halk Batı’nın kışkırtmasıyla birbirlerine düşman olmuştu.Hatta elinde palasıyla katliama giden insanlar evdekilere; “ben işe gidiyorum” diyebilecek derecede soğukkanlıydı. Katliamın etkisiyle Ruanda’da nehirlerden su yerine aylarca insan kanı akmıştı.Bütün bunları hiç kimse zamanında tam olarak bilemedi.Çünkü,orada ve diğer yerlerde katliamların arkasında olan asıl suçlular aynı zamanda bizim,neyi ne kadar düşünmemiz gerektiğine de karar veriyorlardı.
Dolayısıyla özgür düşünemiyoruz, yiyemiyoruz, içemiyoruz, giyinemiyoruz. Bir ürünü özgürce alamıyoruz. Davranışlarımız, düşünüşlerimiz ve ritüellerimizin hiç biri özgür değil.
Çağımızda insanın ve insanlığın özgürlüğü çok ciddi biçimde yara almıştır. Bu anlamda insanın ve insanlığın özgürlüğünden değil, ancak köleliğinden bahsetmek daha isabetli olacaktır.