Hayatımda ilk kez bu sene kısmet oldu Bozcaada’ya gitmek. Son zamanların popüler tatil beldesine geldiğimiz zaman, “Keşke daha önce gelip, bu güzelliğin farkına daha önce varsaydım” dedim, içimden. Ama yine de hiç bir şey için geç kalınmış sayılmaz, öyle değil mi?   Nihayetinde adanın tadını aldım… Aldım ve doyamadım. İskeleden indiğinizde ister istemez derin bir nefes alıyorsunuz ve denizin, doğanın, tarihin kokusu adeta harmanlanıyor içinizde. 

Bizde ciğerlerimizi bayram ettirdikten sonra, 1900’lü yılların izlerini taşıyan Madam Eleni Bağ Evinin yolunu tuttuk. Muhteşem bir karşılanmanın ve ikramların ardından odamıza yerleşip, sonra da adayı keşfetmek üzere bağ evinden arıldık. Dört gün boyunca adanın altını üstüne getirmeye kararlıydım. Yol yorgunluğunu atmanın en iyi yolu denize girmek olduğundan, ilk önce çok merak ettiğim akvaryum koyuna gittik. Doğanın koynunda buz gibi berrak bir deniz… Çıplak gözle dibini gördüğünüz denizde balıklarla yüzerken kendinizi akvaryumun içinde hissediyorsunuz adeta ve burası mutlaka gitmeniz gereken bir koy. Sulu Bahçe, Beylik, Habbe, Ayazma, Tuz Burnu gibi koy ve plajları gerçekten de görülmeye değer. Denizinin dışında, 500 yıldan fazla bir süre Rumlarla Türklerin bir arada yaşadığı Bozcaada’nın en çok merak ettiğim yerlerinden birisi de Rum Mahallesiydi. Her biri ayrı ama birbirine uygun renklerle bezenmiş kapılarıyla göze çarpan bakımlı evlerinin yanı sıra mahallede insanı mest eden binbir çeşitteki çiçeklerin muhteşem görüntüsü karşısında duyduğum mutluluğu tarif edecek kelime bulamıyorum. Hele mahallenin duvarlarına çizilen grafitiler gerçekten de muhteşemdi. Hepsinin önünde fotoğraf çektirmekten ayrı keyif aldım. Ayrıca mahallenin ortasındaki Meryem Ana Kilisesi ve saat kulesi de görülmeye değer. Eski Rum evlerinin çoğu ev, pansiyon ve otel olarak kullanılmakta. Hala ikamet etmekte olan Rum ailelerin sayısı ise parmakla gösterilecek kadar az sayıda. Türk Mahallesi ise eski limanın arkasında bulunmakta ve kıvrımlı sokaklarındaki ahşap cumbalı evleriyle tanıtıyor kendini. Restoranlar genellikle Türk Mahallesinin orda bulunmakta. Restoran demişken meze ve balık yemek istiyorsanız, “Nevreste” yi öneririm. Gerçekten de çok leziz tatlara sahip. Ayrıca servisi de gayet başarılı.  Müziklere diyecek lafım yok zaten. Sarımsaklı ekmek, kavala kurabiyesi ve badem lokum yemek isterseniz Çiçek Pastanesi enfes bu konuda. Eğer canınız pizza çektiyse E La Pizza güzel bir seçim. Trofi’de yediğim deniz börülceli enginarın tadı da hala damağımda. Geyikli feribot iskelesindeki kafede yapılan patlıcanlı böreği de es geçmemek lazım. Veli Dedenin çay eşliğinde yenilen tereyağlı kurabiyesi ise olmazsa olmaz. Aslında adada ki her şey tamamen organik ve lezzetli ama ben deneyimlerimi sizinle paylaşmak istiyorum. Bu yüzden de test edip onayladıklarım hakkında yazmayı tercih ettim. Merkezde kendilerine ayrılan bölümde teyzeler, nineler çevrede yetişen yöresel ürünlerden yaptıkları farklı tatlardaki reçellerini sergiliyorlar. Hepsi birbirinden leziz olan bu reçellerin içinde benim favorim çıtır kabak reçeli oldu. 

Meydandaki takı tezgahlarına bakmadan geçmek olmaz. Hepsi birbirinden güzel el emeği göz nuru takılar, çantalar, hediyelik eşyaların albenisi insanı cezbedici özelliğe sahip. Stantları gezerken tanımaktan mutlu olduğum Ayşe teyzenin iğne oyası ile ince ince işleyip özenle yaptığı takılardan almadan edemedim. Oradaki herkesin emeğine sağlık… İlk olarak kimin tarafından yapıldığı bilinmese de Fatih Sultan Mehmet tarafından onarılan, ihtişamlı Bozcaada Kalesini de gezdikten sonra yürüyüş rotamızı eski limana doğru çevirdik. Etrafa bakınırken gözüme el sanatları mağazası ilişti. Başımı içeri doğru uzattığımda Atölye Miskin’in sahibi Murat Bey, çömlekçi çarkının başında oturmuş birbirinden güzel seramik modelleri yapıyordu. Kendisini izlemekten oldukça keyif aldım. Uğramadan geçmeyin, sizin de keyif alacağınızdan eminim. Ve tabi ki adanın o muhteşem lezzetteki zeytinyağlarından almamak gibi bir hata yapmayın. Özellikle kahvaltıda ekmeğinizi bandıra bandıra yiyeceğiniz soğuk sıkım zeytinyağını şiddetle öneriyorum. Bunun için de Yağmur Zeytinciliğe gidip Elvan Hanımın o leziz zeytinyağlarından alabilirsiniz. Deneyimlerime dayanarak tavsiye ettiklerimi alma fırsatını bulursanız hem adadan eliniz boş dönmemiş hem de leziz ve güzel ürünlere sahip olmuş olursunuz. 

Aslında Bozcaada’ya ait yazılacak o kadar çok şey var ki, güzel olan. Bence en güzeli çok fazla vakit kaybetmeden bağcılık ve şarap üretiminde önemli bir yere sahip olan adayı ziyaret etmenizi öneririm. Eminim ki ilk gidişinizin ardından adanın müdavimleri arasına sizlerde girecek ve her sene gitmek isteyeceksiniz. 

* Bozcaada’nın ismi antik çağda Leukophrys, Yunan mitolojisinde ise Tenedos olarak bilinmektedir. Ayrıca Homeros’un Troya Savaşı’nı anlatan “İlyada Destanı’nda da Tenedos adı ile geçmiştir. Günümüzde yabancılar tarafından halen Tenedos adıyla anılmaktadır.