Geçen gün bir sohbet sırasında yeni nesil ve eski nesil arasındaki farkları tartışıyorduk. Tabii ki zamanı yeni ve eski olarak ikiye bölen şey; Bilim ve Teknoloji alanındaki yeniliklerdi. Başlığa bakıp da çok eski zamanlardan söz edeceğimi düşünmeyin sakın. Ama bir 80 kuşağı olarak tam da Türkiye'nin geçiş dönemine tanıklık ettiğimi düşünüyorum. Biz, arada kalan tabiri caizse "sıkışmış" nesil olarak sürekli şoka uğrayarak yetiştik. Bizden önceki kuşaklar birden olan gelişmeleri idrak edecek yaşta oldukları için daha şanslıydılar... Örneğin, çevremi yeni algılamaya başladığım zamanlarda ilk hatırladığım şey, TRT radyosu sanatçılarıyla uyandığım sabahlardı. Sonra akşamları da misafirlerle dolup taşardı bizim ev... Komşunun kapısını hararetle çalarak "Akşama müsaitseniz annemler size gelecek" diyebildiğim için çok şanslı hissediyorum kendimi. Keza bu devirde "misafirlik" kavramı çoktan unutulur oldu. Deyim yerindeyse biri gelip de kapımızı çalacak diye korkar olduk... Birgün, telaşla oradan oraya koşuşturan ev halkı daha önce görmediğim koskocaman bir kutuyu sevinçle karşıladılar. Epey uğraştıktan sonra da çalıştırdılar. İçinde siyah-beyaz insanların olduğu bir kutuydu bu. Adının "Televizyon" olduğunu sonradan öğrenmiştim. Daha sonra bir süre Televizyonun arkasında durarak insanların oraya nasıl girip çıktığını anlamaya çalıştığımı hatırlıyorum. İşte bizim nesil'in uğradığı şoklardan en büyüğüydü bu... Şimdi artık insanların toplantılarının amacı Televizyon izlemek adına sessizleşmişti. Benim en çok izlediğim, TRT solistleri, buz pateni ve daha sonraları da Zeki Müren'di. TRT'nin alışkanlıklarını henüz üstümden atamadığımdan, buz pateni seyretmekten de kurtulmuş değilim. Üstelik şampiyonaları takip edip, yarışmacılar hakkında bilgi toplamaktan kendimi alamam. Sonra renkli televizyon ve telefon ile birlikte ikinci şokumuzu da yaşamıştık. Herşey çok çabuk gelişiyordu. İnsanlar değişiyor, birbirinden ayrılıyor ve Televizyon başköşeye konuyordu. Fakat, bizim iki arada bir derede kalmış 80 kuşağı hiçbir zaman Televizyondan önceki yaşamına ihanet etmedi. Biz, yine basit çocukluk oyunları oynamaya, misafire ve arkadaşlığa değer vermeye devam ettik. Bizler, binbir çeşit çizgi film izlemek yerine kendi aramızda oyunlar oynayarak kişisel özgüvenimizi geliştirdik. Belki de teknoloji çağında yetişen çocukların en çok eksikliğini çektiği şeydir yalnızlık ve özgüven sorunu... Bütün bu gelişmeler karşısında bir yandan şaşırmayı, diğer yandan da temkini elden bırakmamayı hep sürdürdük. Aşklarımızda da TRT'nin siyah-beyaz devrini üzerimizden atamamıştık. Kararlı ama çekingen yaşayacaktık sonraki yıllarda. Anlayacağınız, saman alevi gibi geçici olmayacaktı ilişkilerimiz... Aşklarımızın ömrünü msn'deki çevrimiçi durumu kadar biçmemiz mümkün değildi. Yani herzaman ne istediğimizi bildik... "Bizim zamanımız" diye nitelendirdiğim devir, çok uzun yıllar öncesine ait olmasa da bizim önümüzden çok hızlıca geçip gitmişti. Şimdi geride çiçek kokulu bahçelerde çınlayan hoş sohbetler ve eski yüzler kaldı. Onların yerini ise bilgisayarlar, çeşitli Televizyon kanalları ve büyük alış-veriş merkezleri aldı. Fakat tüm bu gelişmelere karşın düşünüyorum da, bizim yaşadığımız yıllar herşeye rağmen çok güzeldi. Hem de çok...