Ah Molly,

Sen büyüdün, ben büyüdüm.

Hiç çocuk olmamışçasına

Her yeni gecede 

Sen biraz daha eskidin,

Ben biraz daha.

Nöbet tutan korkularına,

Sevdalarına, yalnızlığına yenildin.

Yenildik.

Hiç yaşamamışçasına.

Elime bilgisayar kasasının üzerinde yıllardır tozlandığı halde, çocukluğumu unutturmayan taş bebeğimi aldım. Tozunu silkeledim. 5 yaşıma gittim. Almanya’ da yaşayan teyzemin ziyaretini dört gözle beklerdim. Alman çikolataları, Barbie bebekler, taş bebekler, ağlayan bebekler ve daha neler neler getirirdi. Ananem verirdi siparişi küçük torunu için. Küçük torunu hediyesini alınca dünyanın en mutlu çocuğu olurdu, her yeni hediyeyi kabul eden çocuk gibi. Ağzı kulaklarına mahalleyi turlardı. Almanya’dan teyzesinin geldiğini elindeki hediye ile tüm mahalle sakinleri haberdar olurdu. Yeşil elbiseli, yeşil şapkalı taş bebeğe bakar, gözlerini kapayıp büyüdüğünde onun kadar güzel olmak istediğini söylerdi. Küçük torunu taş bebeğini hiçbir zaman ayırmadı yanından. Kucağıma oturttum. Yanağına buse kondururken bastım deklanşöre. Bu defa bebeğin elbisesi ve yine bileklik renkliydi. Gönderdim. Mesaj geldi,

“İsmi ne bebeğin?”

Yanıtlamadım. Bir mesaj daha,

“Yok mu ismi?”

Yanıtlamadım. Bir daha sormadı.

İsmi vardı oysa. Bende kalmalıydı… Ben küçükken sevgiler kocamandı. Bunu hatırladım. Biri vardı içimde benden daha iyi… 

Molly/ Çok yakında

Sevda kaçsın çayınıza