Sayısız kaç kitap okudum, kim bilir, ne kadar çok yazdım satırları, filmler seyrettim, bir o kadar da değişik kültür toplumlarını gezdim. Tanıyorum, derken insancıl yaklaşımı tarz edinmişken anlıyorum ki; meğer tanıyamamışım o içlerdeki ebruli kasırgaları...
İnsanlar arası iletişim adının, “sevgi” olduğunu öğrenmişken, sevgiyle yaklaşıp, içten bir “günaydın” dilerken, nasıl da yanıyormuş insanın canı.
Doğal, masum sanılan sevgilerin, aslında ne kadar günübirlik duygular olduğunu yaşadıkça anlıyor insan... Bahar da, çiçek açacağını beklerken, ansızın kar boranın başladığına şaşırıp kalmak. Uçsuz bir kuyuda kaybolurken, bir dostun yaklaşıp el uzatacağını beklemenin yanılgısına düşmek, bayağı acıtıyormuş insanı...
Dedim ya; insanları tanıdığımı sanırken, dünyaya yeni gelen bir bebek gibi bilmiyormuş insan; sahte gülümsemeleri. Ne kadar toplumla iç içe olsam da, insanların gözlerindeki makyajı görüyormuşum meğer..! Ne zaman ki, adına ticaret denen keşmekeşliğe düştüğümde; her gün yeni bir tokatla uyanıverdim. Bir anda, güneş yerine sahte kelimeli insanlar, akıllı olduklarını sanan zavallı hırsızlar çıkıyormuş, insanın karşısına... Sakladığım; saklanan yılların köşelerinde, çürümüş değerlerin hiç farkına varmamışım meğer...
“Oysa; canım babam, annem, ne kadar da düzgün anlatmışlardı, “insan olmanın kurallarını”...
Çıkarmış, meğer insan olmanın kelime anlamı... Bir anda toparlanıyor, sevgileri omuzluyor, dost sesiyle yaklaşıyorsunuz ama geri dönüşüm kutusuna gitmiş olan sevginin yerini çıkar çoktan almış bile... Geç mi kaldım diye düşünüp, üzülmeye gerek yok!.. Meğer insanlar, insanları nasıl aldatabilirim, dolandırıp, beş kuruş için onuru ayaklar altına alabilirim diye çoktan uzman oluvermişler!.. Bir bakıyorsunuz sağınıza, solunuza hepsi melek görünümlü ama akılları menfaat yüklü... Artık kimse, kimseye boş yere selam dahi vermiyor, almış başlarını gidiyorlar... Yalnızlık, sessizlik en önemlisi de “Sevgisizlik” onları ilgilendirmiyor. Onların, sevgileri, dostlukları, selamları da; bir başkasından nasıl bir çayı, simiti bedavaya getirebilirim!...
Meğer, çocukluğumuzda kalmış, arkadaşıyla ekmeği bölüşmek, sevgileri paylaşmak. Bırakın paylaşmayı, elinizdeki parayla düşler bile kurmaya başlamışlar. Sizi sahip olduğunuz mevkiye sanki kendileri çıkarmış gibi utanmadan indirmek için merdiveni dayamışlar, gökyüzüne... Ve inmenizi beklemeden, yerinizden oynatmak, tepe takla düşürmek için çirkin planlarını yapmışlar bile...
Artık insan korkuyor; yeni yüzleri tanımaya, dost sandıklarını arayıp sormaya!.. Kime baksanız, yüzünüzdeki o masum dostluğu görmüyor, gözlerinizdeki ışıltı da ise; parlayan sayısız para sembollerini görebiliyorlar... Ya da sizi görünce acıktığını anlıyorlar, sonra kendinizi restorantta hesap öderken buluyorsunuz...
Meğer, hayat değilmiş hırsız!... İnsanların, insanlara bakış tarzı hırsızlığın taa kendisiymiş!.. Meğer, sevmek, dostça selam vermek, insanlığın gereği değil karşıdakinin cüzdanındaki boşluğun adıymış!...
Anlaşılmak isterken, anlamak istenmeyen tarafından kurşunlanmakmış!.. Meğer, “Yaşam Gururu” hayatta kalma savunmasında çoktan dostluğun, insanlığın önüne geçmiş!.. Tozlu raflarda sakladığımız insanlığın, arada bir tozunu alsanız da rengi çoktan sararmış. Dostluk için, “Sevgi” yeterli sanırken yeterli olan avucunuzdaki o on kuruş paraymış..!
Meğer, anlamlar nasıl da yer değiştiriyormuş; insanlığın canına çoktan kıyılmış bile...
İnsan, yaşadıkça anlamları nereye yerleştireceğini, nereye saklayacağını, hangi yürek köşesine tıkıştıracağını şaşırıyor. Ve insan, insanları ticaret yaparken daha iyi tanıyormuş!.. Elinizdeki o kahrolası parayı almak için, bir kaç kişiliğe bürünebiliyor, bir dilenciyi taklit edebiliyorlarmış... En acı olan size dost olduğu için değil, cebinizdeki o para için yaklaşıyor, parayı aldıktan sonra tıpkı bir bukelemum gibi “Gurura, Kişiliğe” tekme atabiliyormuş!...
Yaşanılanlar karşısında, hayatın anlamsızlıklarına, anlam yükleyemeyecek kadar şaşkınsanız eğer; yaşadığınız acıları hangi tarafından tutmak gerek bilemezken, aldığınız yaranın ne tarafını sarmaya başlasanız, diğer tarafı kanıyorsa, kimin yüzüne nasıl bakacağının da bir anlamı kalmamışken, insan kendi yüzüne nasıl bakar, diye düşünmeyin!.. Aynadaki yüzünüz; çirkin insanlara karşı kızarmıyor, gözlerinizden gurur pırıltısı yayılıyor, kaybolsada değerler, kaybolmamış onurunuz ve nice kendini kaybetmişlerin inadına; kendinizi kutlamalı, o temiz yüreğin kirlenmesine izin vermediğiniz için kendinizle gurur duymanın, tam zamanı değil mi?...