Devletler arası münasebetlerde ülke çıkarları söz konusu olunca: “Adına politik münasebetler” dediğimiz ve muhatabı olarak alınan Devleti kandırıp, kendi “millî menfaatleri” paralelinde kullanmanın, başarı ölçüsüne göre değerlendirildiği bir iğrenç icraatlar konusudur!... 
Askeri zafer veya mağlubiyetler, her daim kayda geçilen ölçüye göre değerlendirilir. Dolaysıyla, Askeri konularda; herhangi bir vak’anın gerçek yüzünü görebilmek, tamamen tesadüflere bağlıdır!... 
Meselâ, Ermeni Meselesi’nin doğuşu ve sonraki gelişmeleri, dile getiren sayısız denecek kadar çok kitap mevcuttur ki, yabancı yazarlar ve yabancı tarihçilerin yazdıkları bunun dışında kalır. Şimdi soruyorum, Ermeni konusunda yazılıp çizilenler ekseriyetle doğruyu mu yansıtmaktadır? Hiç sanmıyorum zira, çoğunluğu “resmi tarih” anlayışına göre yazılmış ve o paralelde okuyucuya aktarılmıştır. 
Bendeniz bu konuya tam 50. yılımı verdim ve gördüğüm gerçekler bendenizi hemen her konuda tedbirli olmayı esas almaya mecbur kıldı!... Zira, bilhassa Ermeni konusunda “her iki taraf” da samimi olmayıp, “Millî Menfaatlerine” uygun düşeni tercih ederek, kendilerine özgü resmi tarihlerine göre hareket etmektedirler ki, bu sebepten dolayı bu uğursuz mesele bir türlü hâl yoluna bağlanamamıştır. 
Tek bir sual: “Biz Ermenileri ne kadar tanımaktayız?” Hemen cevaplayım: “Hemen, hemen hiç!” Bizleri eski Türkler gayet iyi tanımakta ve samimi olarak kendinden saymaktaydı. Nitekim, bizlere “Hıristiyan Türk” lâkabı bundan dolayı takılmıştır. 
Günümüzde ise Ermeni mevzuunda bilgi edinebilmek için: (Rus, İngiliz, Fransız ve ABD) belgelerine başvurulmakta veya Osmanlı-Arşivi’nde bulunan İttihatçı sözde belgelerinden istifade edilmektedir. Böylesi şartlar altında ne derece gerçek belgelere erişilebilirse bilinemez?... 
Yukarıda adlarını saydığım Devletlerin hangi belgelerinden istifade edilmek istenmektedir bilinemez?... Meselâ: Türkiye’deki Ermenileri Türklere karşı kışkırtma hareketlerine giriştikleri belgeler mi, yoksa, Türkiye ile müttefik olmaları icap ettiğindeki uydurma belgeler mi, hangisi?.. Bu iğrenç hareketin nasıl doğduğunu iyi bilen münevver Türklerin (istisnalar kaideyi bozmaz) son temsilcilerine erişebilme mutluluğunu bana tattıran Hz.Allah’tan sonra bendenize ses duyurabilme imkânı sağlayan, gerçek vatanperver Türk ve Ermenilere sonsuz şükranlarımı sunmayı bir borç bilirim efendim. 
ERMENİLERİ KIŞKIRTMA KONUSUNA GELİNCE!.. 
Türkiye hudutları dahilinde yaşayan Ermenilerin “kışkırtılma” konusuna gelince. Bu durum, ülke dahilinde yaşayan Ermenilerin bulundukları mıntıkada bir şekilde rahatsız edilerek, isyana doğru sürükleyen bazı unsurlar ki, bunlar daha ziyade dışa bağlı üst düzey memurlardı. Mezkûr meselede birinci derecede rol oynamışlardır ve bunların hangi kuruluş adına icraat gösterdikleri hiçbir zaman dikkate alınmamıştır!.. 
Çok enteresandır: Asırlarca müşterek hayat sürdüren ve aralarında hemen hiçbir mesele olmayan Türk ile Ermeni, birden bire kanlı bıçaklı hâle gelmeş ve de kalanı malûm zaten!... 
Denecektir ki, Türkiye’yi zayıf buldukları anı kollamış ve ona göre davranmış olabilirler!... Bu diğer azınlıklar için geçerlidir lâkin Ermeniler açısından aynı şey değildir. Çünkü, Osmanlı Ermeni’leri, yaşadıkları bölgede çoğunluk teşkil etmeyi düşünmemiş, Osmanlı topraklarında hemen her belde, kasaba, köyde yaşamak onu daha mutlu kılmıştır. 
Ermenilerin Devletine baş kaldırma hareketinin nasıl başladığı ve nasıl kanlı bıçaklı hale geldiklerinin izahı ayrı bir konudur ve bu sütunlara sığdırmaya imkân yoktur, zira ayrı bir konu olarak tefrika edilmesi lâzımdır. Biz bu hususta sadece çok önemli bulduğumuz ve “MUFASSAL OSMANLI TARİHİ” adlı kaynak eserin VI. Cildinde yer alan 3363 sahifedeki Ermeni maddesinden önemli bulduğumuz bir bölümü aynen aktarmakla kifayet ediyor ve hepimizin de Ermeni konusunda şapkalarımızı önümüze koyup, bir sefer olsun sıhhatli analizde bulunmamızı tavsiye ediyorum: 
(Osmanlı devletinde 1878 yılına gelinceye kadar bir “Ermeni Meselesi” mevcut değildi. Ermeniler, devletin sadık, vefakâr ve çalışkan tab’asıydı. Kendilerine son derece itimat edildiği için devletin en mühim vazifelerinde kullanılagelmişlerdi. Devlet kadrosunda Kaymakam, Mutasarrıf, Hâkim olarak bir çok Ermeni mevcuttu. 
Bunlardan maada Mabeyinde ve Bab-ı âli’de büyük memuriyetler elde etmişlerdi. İçlerinde Vezir ve Nazır olanlar vardı. Vilâyetlerde Valilerin maiyetindeki politika memurları hep onlardan seçilirdi. Onlar da Devlete sadakatle hizmet ederlerdi. Buna karşılık Ermeniler Osmanlı memleketlerinde, tam bir hürriyete sahip bulunuyorlardı. Kiliseleri, mektepleri ve diğer sosyal müesseseleri serbestçe faaliyetteydi. Bunların bir kısmı tamamen özel müsaadelerle açılmıştı. Başka cemaatlere ise böyle müsaadeler verilmiyordu.) 
Maddede belirtilen: “başka cemaatlere verilmiyordu” kaydı yanlıştır zira, Fener Rum Patrikliği’nin kilise ve Mektepleri mevcuttu ki, bizzat Sultan Fatih tarafından tesis ettirilmiştir. Keza, Musevi’lerin de Sinagog ve Havraları ile Mektepleri de vardı. Her ne ise, nasıl oldu da Osmanlı Ermenileri böylesi uğursuz bir akımın içine düştü?.. Bunu hiç düşünen olmuş mudur?.. Osmanlı’nın zayıf dönemi gibi yuvarlak laflarla, Ermenileri daha da alçak ve kalleş durumuna düşürmeye çalışanlar, çok yanlış bir tutum içindedirler. Zira Osmanlı birkaç sefer zayıf duruma düşmüş ve fakat, Ermeniler kendisinden kopmamış ve dirilebilmesi gayesiyle, canları bahsine çalışmışlardır ki, tarihçe bu sabittir. Dahası, “Osmanlı-Ermeni”lerini (1878) gelinceye kadar, normal hayatlarını sürdürdüklerini ileri süren görüş de yanlıştır. Zira, 1835’te Fransızların zoru ile “Ermeni-Katolikleri Patrikliği” tesis edilmiş ve Ermeni Cemaatinin bir bölümü, Ermeni-Patrikliği ve mezhebinden kopmuş, Katolik mezhebine geçmiş ve bilahare ayrı bir grup da 1850’de “Protestan” mezhebine girerek ayrı bir cemaat halini almış ve böylece üçe bölünen Ermeni Cemaati, Ermeni Patrikliği’nin kontrolünden çıkmış ve böylece cemaat Batılı Devletlerin oyuncağı olma duruma düşmüştür. Bilahare Rusların marifetiyle meydana getirilen Hınçak Komitesi 1887, peşinden kurulan Taşnak Komitesi 1890, Anadolu’da faaliyet göstererek ellerinden geldiği kadar, Ermeni köylüleri elde etmeye çalışmışlardır.
Görülüyor ki, öyle basit bir mesele değildir ve üzerinde ciddiyetle durmak lazımdır!.. Ancak biz her zaman işin kolayına gitmeye alışkın olduğumuz için, hiç mi hiç incesine bakmadan ve bilhassa yabancı kaynaklara müracaatla yanlışlarımızı devam ettirmekteyiz!.. 
POLİTİK BİR MALZEME OLARAK KULLANILAN AĞ TAMAR KATEDRALİ!... 
Bilindiği gibi Van gölü üzerinde yer alan adada bulunan “Ağ-Tamar Katedrali” –“Surp-Ğaç Kilisesi”, 1980’li yıllarda görevli olarak Van’a gittiğimizde, ziyaret etmiştim ve o muhteşem güzellikteki Kilise harabesi sanki dile gelmiş, kahredici yanlışlar içinde ne yaman günler yaşanmış olduğunu dile getiren bir vakur duruş sergilemekteydi. İçi toprak ve molozlar doluydu ve sadece mihrap bölümü ışık almakta ve güneşin huzmeleri ona ayrı bir güzellik katmaktaydı. Sessizce içimden dua ettim ve bu mukaddes Mabette ne muazzam bir ayin yapılabilir, diyerek elimde olmadan iç geçirdim ve dışarı çıktım. 
Aradan yıllar geçti ve 2000’li yıllarda bu muhteşem harabe restore edilerek faal duruma getirildi. Ben gidip görmedim ama gören dostlarım bana hayli bilgi verdiler. En az eskisi kadar güzel olmuş: Tepesine Haç takılsın mı, takılmasın mı çekişmelerinden günümüze, her yıl bir ayin yapılması esası alınmış ve böylece günümüze kadar gelinmiştir. 
Bu durum neyi belirtir? Şunu belirtir: “Ağ-Tamar Katedrali” bir kiliseden ziyade bir turistik müze özelliğine haiz bulunmaktadır. O halde Ermeni Patriğinin de iştirak ettiği ayinlere ne ihtiyaç vardır?.. Yanî bu duruma göre senede bir kilise halka açık duruma getirilecek ve böylece hem turistik gelir elde edilecek ve hem de Türkiye’deki Ermeni vatandaşlarımız hür ve huzur içinde bir hayat yaşamaktadırlar, imajı verilecek ve de Türkiye Ermeni Patrik’i bu hususta Devletimize yardımcı olacak. Bu yanlıştır! Yanlış olduğunu da bu sene tertiplenen ayin en açık şekilde meydana koydu. Şöyle ki; bu seneki ayinde bir de vaftiz töreni yapılmış ve böylece yüz yıl sonra, ilk vaftiz icra edilmiş. Edilmiş ama, nasıl edilmiş: “Havadan, Denizden ve karadan” tam bir koruma altında. Nitekim, “2 Otobüs militan”ın adaya çıkmaları yasaklanmış ve böylece Kilise ile Ermeni vatandaşları gayet sıkı korumaya almışlar. 
Peki, bu iki otobüste bulan militanların derdi ne imiş bir de ona bakalım: “Ağ Tamar Kilisesi, Ermenilerin değil, Hıristiyan Türklere ait miş” ve bu sebeple protesto etmeye gelmişler miş...” Hıristiyan Türk iddiasında bulunan zavallılar, bilmezler ki, adına Hıristiyan Türk denen halk: “Türk Boylarının 24’üncüsü olan Bayındır boyu, Ermenilerdir ama, her iki taraf bu gerçeği elinden geldiğince saklamaya çalışır. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, kendi iç politikalarında ayak bağı olur da ondan. 
Olsun Rusya ve olsun ABD’nin işlerine gelense, Türk ile Ermeni’lerin her daim yekdiğerine düşman olarak kalmalarıdır. Protesto’ya gelen iki otobüs protestocu “Azeri-Türk” karışımı gençlerden müteşekkildi ve aralarında bulunan orta yaşlı kimseler ise, onlara yol gösteren birer rehber görevi yapmaktaydılar. 
Ülkemizde bulunan Azeri asıllı öğretmen ve talebeler zaten yıllardır, halkımızı Ermenilere karşı kışkırtmaktadırlar. Bu duruma bizzat şahit olanlardanım. Üniversite Konferanslarımda bu durumun vahim neticelere doğru kayacağını görerek hayli endişelenmiştim ki, “Ağ Tamar” durumu hiç de yanılmamış olduğumu fiilen ispat etmiş olmuyor mu!.. 
Şayet Hükûmet gerekli tedbirleri almamış olsaydı acaba neler olabilirdi? Bunu sadece düşünmek dahi insanın tüylerini ürpertmeye yeter de artar bile... 
Biz, Türkiye Ermenileri ezelde Anadolulu idik, ebede kadar da öyle kalacağız. Azerbaycan, Federal Rusya’yı memnun kılabilmek için bir takım taktikler uygulayıp, Türkiye’deki Ermenilerin, Müslüman Türklerle hasım duruma getirmeye çalışabilir. Bu Azeriler açısından bakıldığında tabiidir. Zira Azerbaycan’ın isteği zaten budur. Ve lâkin, bizim Devletimizin böyle bir duruma meydan bırakması, iç ve dış politikasını bu paralelde yürütmeye çalışması, kısmen değil, tamamen yanlış ve son derece tehlikelidir. Hiç unutmayalım: 6-7 Eylül böyle bir yanlışın doğurduğu bir trajedi idi ki, hâlâ yarası tamamen kapanmış değildir. 
Bir hususu tamamen açıklığa kavuşturmamız şart da değil, kesinlikle elzemdir: Biz, Türkiye Ermenileri öz vatanımızdamıyız, yoksa misafir muamelesi mi görmekteyiz? Azerbaycan-Ermenistan çekişmelerinden bizlere ne!... Bizler niçin böylesi bir yangının içine adeta itilmekteyiz?... 
Hükûmet temsilcilerimiz her daim: Demokrasi’den dem vurarak, Demokratik bir ülke olduğumuzu gururla söyler. Peki şuAğ-Tamar Kilisesi” olayı hangi demokratik anlayışa sığmaktadır söylenebilir mi!... 
Ben kendi öz vatanımda Kiliseme koruma altında gideceksem bunun neresi demokratik anlayışla bağdaşır?... Kur’ân-ı Kerim’de şerefle yer alan Hz.Peygamberlerden, İsa Aleyhisselâm’ın ümmetine kâfir demek kimin haddine düşmüş?... Biz Türkiye Ermenileri olarak şayet her daim dışlanacaksak, bizleri BM kanalı ile Ermenistan hariç, bir başka ülkeye naklettirin de sizler de bizlerde huzur içinde bir hayat sürdürebilelim. Ermenistan hariç diyorum zira Rusya ile yan yana yaşamak bizlere göre değildir. 
Koca Osmanlı-Türk İmparatorluğu’nu bir ham hayal uğruna kaybeden İttihatçıları “Kahraman” ad etmek ve biz Ermenileri de has düşman ilân etmek, acaba, ne dereceye kadar doğru bir davranış sayılabilir?.. Mesele sadece “Ağ-Tamar” değildir. Hedef alınan Türkiye Ermenileridir. 
İki sene evvel Ermeni Kilisesine gündüz gözü ile saldırıyı bendeniz bizzat görmüştüm. Hükûmetimizin izlediği dış ve iç politikada Türk-Ermenilerini adeta Kobay gibi kullanması doğru değildir. Anadolu’da bulunan kadim Kiliselerimizi restore etmek ve böylece Cihana biz adil bir devletiz imajı vermek doğru değildir. Böylesi bir politika hiçbir olumlu sonuç vermez. 
Bu vatan bizim cümlemizin vatanı, ay-yıldızlı Bayrak cümlemizin bayrağıdır. Bizlerin bu güzelliğin dışına itmeye çalışılması, Türkiye’ye iyilik değil, kötülük getirir. 
Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir yazımda buluşabilmek umudu ile cümlenize hayırlı yarınlar diliyorum efendim.