BAŞBAKAN ERDOĞAN'IN FİLİSTİN'DEKİ, GAZZE'DEKİ GELİŞMLER KARŞISINDAKİ SERT ÇIKIŞLARI, GELENEKSEL TÜRK DIŞ POLİKİKASIYLA UYUŞMADIĞI, HAMAS YANLISI GÖRÜNEREK TÜRKİYE'Yİ BÖLGEDEKİ İKİ SİYASİ KAMPTAN RADİKAL OLANIN YANINA YERLEŞTİRMİŞ OLDUĞU GEREKÇESİYLE ELEŞTİRİLİYOR, AMA TARİHİ VE KÜLTÜREL BAĞLARIMIZ BAŞKA TÜRLÜ DAVRANMAMIZA NE ÖLÇÜDE İZİN VERİR? Gazze şeridi Akdeniz kıyısında 15 km'lik bir coğrafya parçası ama Gazze'de oynanan oyun ve sonuçları hiç de küçümsenecek gibi değil. Gazze merkezli gelişmeler kökü 19. yüzyıla, Osmanlı İmparatorluğu üzerine yapılan hesaplara, Ortadoğu zenginliklerini ele geçirmeye yönelik bir hazırlığın günümüze yansımasıdır. Gazze konusuna Türk milletinin gösterdiği duyarlılık, yalnızca orada yaşanan insanlık onuruyla asla bağdaşmayan uygulamalar değildir. Başbakan Erdoğan'ın çıkışlarıyla insanlarımız duyguları farklı değildir; Başbakan Erdoğan insanlarımızın yürek yangınlarını haykırıyor aslında. Arap dünyası ve bölge ülkeleri Gazze'de yaşanan dramdan çok, değşimekte olan Ortadoğu dengesinde öne çıkabilmenin yollarıyla ilgileniyorlar. Katar, Mısır, Suriye arasında bir öne çıkma yarışı sürmekte. Türkiye bu yarışta tarihi ve kültürel mirasının kazandırdığı destekle adından söz ettirirken İran sessiz diplomasiyi tercih ediyor. Başbakan Erdoğan'ın Filistin/Gazze konusundaki sert çıkışları içeride ve dışarıda eleştirilere neden oluyor. Tarihi perspektiften bakıldığında, Türkiye'nin tarihi ve kültürel bağları nedeniyle bölge ile ilgilenmesi çok doğal sayılmalı. Fakat yakın tarihimizle ilgilenmeyenler açısından, aslında insanlarımızın yürek yengınlarına tercüman olan Başbakan Erdoğan'ın çıkışları "seçim yatırımları yapıyor, Türkiye'nin geleneksel politikasına aykırı bie tutum izliyor, Hamas yanlısı görüntüsüyle Türkiye'yi bölgedeki iki siyasi kamptan radikal olanın safına yerleştiriyor" şeklinde eleştiriliyor. Bu eleştiriler bir derecede haklı olabilir, fakat Ortadoğu'da oynanan oyunları bizimle ilgisi olmayan gelişmeler şeklinde algılamamız çok büyük bir yanılgı değil mi? Batılıların Ortadoğu, Mezopotamya( El Cezire) dedikleri topraklar bizim - Sümerlilerden başlarsak - 5000 yıl hayat sürdüğümüz topraklar değil mi? "Adu Yemendir" türküsünü bugün bile içimiz yanarak söylemiyor muyuz? Neresi bu Yemen?.. KÖKÜ 19. YÜZYILA DAYANAN GELİŞMELER Türkiye'nin geleneksel dış politikasına ters düşmemek adına Ortadoğu'daki gelişmelere ilgisiz kalmamıza, tarih izin verir mi? Mümkün mü bu? Irak, Filistin, Lübnan... Düne kadar Osmanlı'nın Musul, Bağdat ve Basra vilayetleri değil miydi? Bir ülkenin güvenlik sınırlarının siyasi sınırlarının çok ötesinden başladığı gerçeğini göz ardı edebilir miyiz? Bugün Irak'ta Filistin'de olanlara bir başka coğrafyada yaşanan gelişmeler olarak bakmamız mümkün mü? Konuya Filistin/Gazze üzerinde baktığımızda, gelişmeler Dr. Teodor Herzl'in Osmanlı borçlarını silme karşılığında Sultan Hamit'ten İsrail için toprak istemesi ile başlayan sürecin günümüze yansıması değil midir? Günümüzde El Cezire'de yaşanan geilşmeler, 19. yüzyılda Ortadoğu petrollerinin kokusunu alan Batılı ülkelerin Osmanlılarla Arapları kafa kafaya vurdurarak bölgeyi ele geçirme, petrol kuyularına el koyma planının günümüzdeki uygulamaları değil midir? Ülkemiz, Arz-ı Mev'ud yani İsrail'e vaad edilen topraklar sınırları içinde değil mi? Bütün bu gelişmeleri bizim dışımızda saymak ne kadar gerçekçi olur? Bugün Gazze'de yaşadıklarımız, dün Kıbrıs'ta, Bosna'da, Kosova'da yaşadıklarımızın birer kopyası değil mi? KIBRIS'LA İLGİLİ KAYGILARIMIZI ONAYLAYAN GELİŞME Dünkü yazımızı noktalarken Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Rahmetli Yaser Arafat'la KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş arasındaki tarihi diyalogtan söz etmiştik. Başbakan Erdoğan'ın evvelki gün Brüksel'de, Avrupa'nın Dostları isimli kuruluşun yemeğindeki konuşması sırasında, Güney Kıbrıslı Rum Milletvekili Marios Matsakis'in alay edercesine başını sallaması, dünkü yazımızın son bölümündeki bu tarihi diyalog çerçevesinde, rahmetli Arafat'ın ne kadar haklı olduğunu ortaya koyduğu gibi, bizim, son gelişmeler bağlamında, Kıbrıs'la, KKTC'yle ilgili kaygılarımızı onylamış olmuyor mu ? Başbakan'ın Rum Milletvekili Matsakis'i rahatsız eden konuşmasındaki "Kıbrıs'a TSK bir işgalci kuvvet olarak girmedi. Soydaşlarımız katledilirken biz ona seyirci kalamazdık. Yunanistan Kıbrıs'a niçin geldiyse, Türkiye'de aynı gayeyle girdi. İşin şimdi boyutuna gelelim: AB üyesi olan Kıbrıs değildir. AB üyesi olan Güney Kıbrıs'tır" sözleri, yalnızca dünkü yazımızı değil, son yıllarda Kıbrısla ilgili yazdıklarımızın tümünde vurguladığımız kaygılarımızdaki haklılığımızı da onaylamaktadır. Başbakan Erdoğan 'Batılı dostların' gerçek yüzünü görmüş ve iki yüzlülüklerini yüzlerine karşı haykırmaktadır. Tarihte pek çok örneğini gördüğümüz gibi, günümüzde de Türkiye'ye, Kıbrıs Türkü'ne verilen sözler tutulmamış, iki yüzlü bir politika izlenmiş, Türkiye göz göre göre kandırılmak, uyutulmak istenmiştir. Osmanlı'nın son dönemlerinden bu yana 'Batılı dostların' bizimle olan ilişkileri hep bölüp parçalama, mirasımızı paylaşma hesaplarıyla içiçedir. Başbakan Erdoğan'ın gerçekleri çıplak bir dille ifade etmesi, içerde ve dışarda bir takım rahatsızlıklar yaratmıştır. Biz Başbakan Erdoğan'ın Gazze konusundaki sert çıkışlarını değerlendirirken, "Hamas yanlısı bir görüntü sergileyerek, Türkiye'yi, bölgedeki iki siyasi gruptan radikal olanın safına yerleştirmiştir" görüşüne değil de, "Bölgede yeni dengelerin kurulmakta olduğu bir dönemde, Türkiye, dünyanın anladığı bir dille konuşmaya başladı" görüşüne katılmak isteriz. Geleneksel dış politika? Bu devirde geçerli olan tek politika, güçlü olmaktır. Ekonomisini dış yardımlara muhtaç olmayacak şekilde sağlam temellere oturtamayan, ülkesini savunacak silah gücü oluşturamayan, hele hele başucuna nükleer silahı koyamamış bir ülkenin uluslararası arenada söz hakkı bulunmadığını yaşayarak görmüyor muyuz? Ne demiş Ziya Paşa: "Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah" Fazla söze gerek var mı?