(Hz. Allâh; Yüce adâletini, din saliklerinin arzularına göre değil, kendi yargısına göre uygular. Ne bir eksik ne bir fazla!) Saygıdeğer okuyucularım! Bayram ertesi sizlere merhaba dememin bir hafta gecikmesi ve sizlere bir hafta geç kavuşabilmem, bendenizi gerçekten çok üzdü. Zira ancak, mütevazı köşemde sizlerle baş başa olabildiğim anlarda huzur duyabiliyorum. Bu niçin böyledir? Böyledir çünkü, sizler için kaleme aldığım nâçiz makalelerimde, ülkem yararına mesajlar verebildiğimde, hakiki mânâda mutluluk ve huzur duymaktayım. Ne var ki, çoğu yazılarım daha ziyade memleket dertleri de olsa, nihayet dertlerle dolu olmaktadır!... Ve de beni pek ziyade üzen de “Azınlık” sayılan ekolden oluşumdur. Yanlış anlaşılmasın, “Ermeni oluşumdan” şikâyetçi değilim ve Ermeniliğimle de her daim iftihar etmekteyim. Velâkin, bizlerin normal vatandaşlığın dışında görülmesi veya bazılarının: (Biz sizleri hiçbir surette ayır etmemekteyiz) nevi tabirlerle sanki bizlerin efendileri imiş nevinden davranmaları, işte bu beni ve benim gibi nice Türkiye Ermenilerini pek ziyade üzmektedir ki, bu asla dinmeyen bir sızı, kapanmayan bir yara olarak kalarak, varlığını günümüze kadar sürdürebilmiştir... Meselâ, Sayın Prof. Necmettin Erbakan’ın, Batı Dünyası’na yaptıkları sitem, Batı Dünyası’ndan ziyade, “Hıristiyanlığı” vurmaktaydı ve şöyle buyurmuşlardı: “Biz Müslüman ülkeler kendi kalkanımızı kendimiz kurmalıyız. Gâvur’un kalkanından bize hayır gelmez” (19 Kasım 2010 Cuma “MİLLİYET”) Buyurmuşlardı!... Görülüyor ki, Sayın Erbakan; Kur’ân-ı Kerim’de, adına ayet-î Kerime olmasına rağmen, Hz. İsa (AS)a inananları (Gâvur) addetmekte bu sebeple: “Gâvur’un kalkanından bize hayır gelmez.” tabirini kullanabilmektedir!... Peki, Sayın Prof. Necmettin Erbakan: Almanya’da “Aachen Teknik Üniversitesi’nde doktora yaptıkları”nda; “Gâvur’un ilmine nasıl razı olmuşlardı” acaba?!... ABD’nin veya Avrupa’nın “kalkanından bize hayır gelmez” diyecek olsalar, hiçbir diyeceğim olmaz ve hatta sitemlerine iştirak ederim. Hem de kalben. Ancak Sayın Prof. Erbakan mezkûr devletleri değil, doğrudan Hıristiyanlığı hedef almışlardır. Çünkü, gâvur tabiri kullanmışlardır!... Denecektir ki: Erbakan’ın beyanatının, senin konunla ne âlâkası var?... İlk bakışta kabataslak bir görüşle, pek bağlantı görülemez. Ancak var olduğunu bendenizin geçtiğimiz Perşembe, Cağaloğlu, Çatal-çeşme sokakta bulunan bir yakın dostumun bulunduğu dükkânında lütfettiği yemeği yerken, dükkâna giren müşterilerden birisi ki, aynı zamanda kendisi şairdir. Bana dönerek: (-: Yahu! Bırak biraz da “Müslümanlar yesin!”) diyerek sözde şaka yaptı!.. Yâni ben “Müslüman değildim”, dolayısıyla o yemeği yemeğe de hakkım yoktu vs. nevinden bir şaka ve ben bu şakaya beş yaşımdan beridir ki katlanmaktayım ve öyle sanıyorum ki; benden sonraki nesiller de katlanmaya mecbur kalacaklar!... Sayın Prof. Erbakan’ın, Eyüp Sultan Meydanı’nda tertipledikleri; (Üçüncü Şahlanış Toplantısı) ise, platformun yıkılmasıyla akamete uğramış. Acaba bu vaka’da ilahi bir uyarı yok mudur!... Ben bu satırları yazarken: (Haydar-Paşa’daki tarihi Tren Garı’nın yanmaya başladığı) haberini TV’ler vermeye başladı. Temennim odur ki, yangın fazla zarara uğranılmadan söndürülebilsin. Demem odur ki, Türkiye’nin “Millî Meseleleri” Müslüman, Gâvur benzetmeleriyle hiçbir doğru noktaya varılamaz. Çünkü, bir ülkenin “Millî Meselesi”, vatandaşlarının kutuplara ayrılması, yekdiğerini hor görmesiyle çözülememiş tam aksi, kargaşalara zemin olmuştur... Demokrasi icabı sayarak: “Her aklına geleni söyleyebilmek hak değil, doğrudan haksızlıktır.” Ve lâkin, aynı hamam devam edip gitmektedir.. “Yahu! Bırak biraz da Müslümanlar yesin!..” diye adeta isyanla haykıran bir düşünce tarzının, bir zihniyyetin: (Ne İslâm’la, ne bir başka semavi din ile uzak, yakın hiçbir bağlantısı yoktur ve zaten olamaz da. Çünkü dört hak kitabı da sadece bir Allah’ı temsil eder ve Hz. Allah hiçbir şekilde ayırım yapmaz; İnsan olsun, diğer mahlûkatlar olsun. Yarattığı her ne var ise, bir bütün olarak görür ve değerlendirir. Hz. Allâh’ın adalet ölçüsü hudutsuzdur ve Küre-i arz’ı yaratan o emsâlsiz varlığın; neyi niçin yarattığı, neyi niçin uyguladığı hakkında hiçbir kul fikir yürütemez. Çünkü bütün tasavvurların fevkindedir. Kul aklı yetmez!...) Lâkin, hâşâ sümme hâşâ, bazı akıllılarımız ve bilhassa siyaseten hareket eden akıllılarımız: Kur’ân-ı Kerim’i hatmederken, kendi ferdi inançlarına, yânî şahsi menfaatlerine uygun şekilde yorumlamaya çalışıp; nice insanın mutsuzluğuna sebep olmaktadırlar!... Dikkat edilecek olunsa: Herhangi bir din sâliklerini değil, “insan mutsuzluğundan” söz etmekteyim. Zira önemli olan Adem oğullarının mutlu olabilmesidir. Din saliklerinin değil. İslâm’ı bütün semavi dinlerin bütünü olarak takdim edenler, diğer semavi dinleri yok kabul etmekle aslında İslâm’a fayda yerine zarar verdiklerini asla görememektedirler. Çünkü, ırkçı bir görüş çizgisinde yorumladıkları için İslâm dinini sevdirebilmekten yoksun kalmaktadırlar. Çünkü, böylelerinin sakat fikir yapıları; onların basiretlerini temelden bağlamış olduğundan, canım ülkemizde, “Azınlık” adıyla bilinen kavimlerde ne huzur kalmıştır ve ne de mutluluk!... Sanki kendileri, “yüzde yüz Türk kanı taşıyormuş” gibi, övünüp durmakta, İslâm dininden olmayanı “insandan saymamakta” ihtida edene de: “Dönme diyerek dışlamakta” ki, dönme tabirinin aslında “Sabatayistlere” dendiğini bilmelerine rağmen!... Türk boylarının, Orta-Asya’dan Anadolu’ya geçişleri bin yılı aşkın bir zaman olmuş ve buna rağmen hâlâ “saf kan Türklük” kavgası verilmektedir?!... Muhteşem bir İmparatorluğun devamı olan Türkiye’mizde böylesi yanlışlar, ülkemizin yarınları açısından hiç de parlak görüntüler sergilemez!... Nitekim, zuhur eden bir çok olay bu iddiamızın en açık delilidir!... Lütfen, başımızı kumdan çıkaralım!... Saygıdeğer okuyucularım, inşallah yeni bir makalemde buluşabilmek ümidi ile cümlenize hayırlı tatiller dilerim efendim. Not: Bu makale (28 Kasım 2010 Pazar) günü yazılmıştır.