ABD, 2. Dünya Savaşı’nın ardından kurulan düzen içerisinde ilan etmiş olduğu küresel liderliğini koruma gayreti içerisinde her tarafa yetişmeye çalışıyor. 

Almanya, Avrupa Birliği’nin (AB) lider pozisyonundaki en güçlü ülkesi olarak çıkar ve menfaatlerini koruma gayreti içerisinde.

Günümüzde ABD, Almanya, Fransa ve İngiltere ekonomi, teknoloji, bilim ve siyasi alanlarda bulunan liderlikleri ile Batı dünyasının en önde gelen aktörleri olarak görülmektedirler…

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından dünyada hakim olan uluslararası hukuk düzeni ne yazık ki yerini hızla uluslararası kaos ortamına bırakmaktadır. Uluslararası ilişkilerde diplomasinin, uluslararası hukukun, yumuşak gücün bittiği yerde sert güç, askeri güç kullanımı gündeme gelmektedir. Uluslararası camia oluşan kaos ortamının ortadan kaldırılması için hızla bir şeyler yapmalıdır. Yoksa yarın çok geç olabilir! 

Uluslararası hukuk eğer güçlülerin hukuku olursa, dünyadaki uluslararası hukuk mekanizmaları ve anlayışı çok ciddi manada zarar görür. Dünyada kaotik bir durum oluşur!

Birleşmiş Milletler özellikle son dönemde mevcut(Güvenlik Konseyi) yapısının yetersiz kalması, uluslararası hukuku adil bir şekilde sağlayamaması, meydana gelen krizlere ve yaşanan trajedilere anında etkin ve tarafsızlığını koruyacak biçimde müdahalelerde bulunamaması nedeniyle dünya genelinde büyük bir kaos ortamının oluşmasına neden olmaktadır. Bu durum Doğu Akdeniz merkezli, Atlantik ve Avrasya arasında oluşmaya başlayan ittifaklar arasında yeni bir soğuk savaş sürecinin başladığı gibi bir algının oluşmasına da neden olmaktadır!

Türkiye kurulduğu günden buyana Batılı ülkeler ile yakın işbirliği içerisinde olmaya özen gösteren bir ülke. Avrupa Birliği üyesi olmak için bugüne kadar yaptıklarını tek tek anlatmaya gerek yok.

Türkiye, Batı ve Batılı olmayan ülkeler arasında siyasi, coğrafi ve kültürel anlamda en önemli “köprü” konumundaki ülke. 

2. Dünya Savaşı’nın ardından oluşan yeni düzende NATO ve Avrupa Konseyi gibi Batı kurumlarında üye olarak yer alan Türkiye Batı’nın Doğu’ya açılan yüzü, Doğu’nun ise Batı ile bağlantı noktası durumunda.

ABD, AB ve Türkiye arasında yer alan ilişkiler gerek bölgesel, gerek küresel istikrar, gerekse güvenlik için son derece stratejik ve kritik bir öneme sahiptir.

Türkiye, ulusal güvenliği çerçevesinde hava savunmasını güçlendirerek geliştirebilmek için ABD’nin vermediği S-400 füze bataryalarını Rusya’dan satın almak durumunda kaldı.

Türkiye S-400leri almakla ne Batı ile ilişkilerini, ne de NATO ittifakını sıkıntıya sokmak niyetindedir. Türkiye her ülke gibi milli güvenliğini sağlamanın peşindedir. Türkiye’nin S-400 alımı jeopolitik ve stratejik gerçeklerden kaynaklanıyor.

ABD ve AB, Türkiye’nin S-400 füze bataryalarını  Rusya’dan satın alması üzerine bazı yaptırımlarda bulunacaklarını gündeme getirmeye başladılar.

Gündeme getirilmeye çalışılan yaptırımlar savunma sanayini de içerir ve derinleşirse Türkiye ile Batı arasındaki ilişkilerde yaşanan kriz ciddi kopmalara neden olabilir.    

Türkiye, ABD’nin vermediği savaş uçakları, füzeler ve diğer askeri malzemeleri Rusya ve Çin’den temin etme yoluna gidebilir. Bir başka alternatif yol olarak da Rusya ve Çin ile ortak üretim yapmaya da yönelebilir. Yine bu tür gelişmelerde ABD ve AB’nin mevcut tavır ve tutumları neticesinde Türkiye’yi Batıdan uzaklaştırarak Rusya ve Çin’e yaklaşmasına neden olabilir.

Son dönemde ABD, AB ve Türkiye ilişkilerinde çok ciddi anlamda kriz ve güvensizlik yaşandığı gözlemlenmektedir.

Türkiye, PYD-YPG örgütlerini PKK’nın bir kolu olarak görmektedir. Buna karşın ABD, Suriye ve Irak’ta DEAŞ’a karşı verilmekte olan mücadelede PKK’nın bir kolu olan PYD-YPG örgütleriyle yakın işbirliği ve ittifak içerisindedir! Bu anlamda ayrılıkçı terör gruplarının devlet kurma projelerinin desteklenmesi de ciddi olarak rahatsızlığa neden olmaktadır.

ABD ve AB’nin arılıkçı terör gruplarına açıktan ve örtülü olarak vermiş oldukları destekleri ile devlet kurma projesi sadece Türkiye’yi değil aynı zamanda İran’ı Suriye’yi, Irak’ı da tehdit etmektedir. Bu durum aynı zamanda Çin ve Rusya’ya kadar bütün Avrasya ülkelerine karşı ciddi tehditleri de içerisinde barındırmaktadır. 

Astana süreci, Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve son olarak Güvenlik Koridoru bu bağlamda yaşanan ve yaşanmakta olan önemli gelişmelerdir.   

Gündemde olan Güvenli Bölge, uluslararası hukukta tarafsız askeri birliklerin ve insani yardım kuruluşlarının serbestçe seyahat edebildiği, sınırları belirlenmiş ve uluslararası koruma altına alınmış yerler olarak tanımlanmaktadır.  

Türkiye, Fırat’ın Doğu’sunda oluşturulmaya çalışılan Güvenlik Koridoru konusunda son derece kararlı ve hassas bir politika izliyor. Suriye’nin toprak bütünlüğü ve terör tehdidinin bertaraf edilmesi bu konudaki en öncelikli hedefler arasında yer alıyor. 

ABD ve AB’nin Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve Güney Kıbrıs lehine destek vermeleri Türkiye’nin milli çıkarlarını ciddi anlamda tehdit etmektedir.  

Türkiye bu tehdide karşı tarihinin en büyük askeri deniz tatbikatı olan Mavi vatan ile cevap verdi.

AB Doğu Akdeniz’de söz sahibi değildir. AB eğer Rum tarafı lehine konuya müdahil olmaya kalkarsa o zaman hukuken işgalci olur. AB 2004’de Rumları  üye alırken öyle anlaşılıyor ki Doğu Akdeniz’de hem kara, hem deniz, hem de hava fır hatları konusunda söz sahibi olabilmeyi düşünerek böyle bir adım atmıştır! 

AB Adaya ait MEB’i kendi MEB’ine eklemeye çalışmaktadır. Bu yolla hem Doğu Akdeniz’de hem de Ortadoğu’da söz sahibi olabilmeye çalışmaktadır.

ABD ve Avrupa Birliği uluslararası hukukun üzerinde değildir. ABD ve Avrupa Birliği kendisini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler veremez! ABD ve AB gerek Doğu Akdeniz’de gerekse farklı coğrafyalarda kendilerini hukuki bir otorite ya da mahkeme gibi görerek kararlar alıp hükümler veremeye kalkışmaktadırlar! Bu durum 2. Dünya savaşı sonrasında kurulan uluslararası düzenin bozulmasına ve kaos ortamı oluşmasına neden olmaya başlamıştır!  

Türk tarafı( Türkiye ve KKTC) Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuktan kaynaklanan hak ve hukukunu sağduyulu bir biçimde en başından beri muhafaza etmektedir. Türk tarafının konuyla ilgili kararlılığı asla test edilmeye kalkışılmamalıdır.   

Rum ve Fransa savunma bakanları arasında 15 Mayıs’ta imzalanan askeri savunma işbirliği anlaşması ile Fransa, Güney Kıbrıs’ın Evangelos Florakis Deniz Üssü’nü kullanma hakkını elde etti.  

Anlaşmada yer alan bir maddeye göre Fransız donanması Kıbrıs Ada’sı çevresinde hidrokarbon araması yapan Total şirketine ait gemileri korumayı da özellikle taahhüt etmektedir! 

Rum yönetimi ile Fransa savunma bakanları arasında imzalanan askeri savunma işbirliği anlaşması Garanti ve İttifak antlaşmalarının açık ihlali anlamına gelmektedir. 

Fransız donanmasının ileride PESCO bayrağı takması mı hedefleniyor? Avrupa’nın(AB) yeni NATO’su olarak kabul edilen, ‘Daimi Yapısal İş birliği Savunma Anlaşması (Permanent Structured Cooperation PESCO)’ 2017 yılının son çeyreğinde, Avrupa Birliği (AB) üyesi 23 ülke tarafından imzalandı.

Avrupa Konseyi üyelerinin yeterli oyunu alarak yasal zemine kavuşmuş olan PESCO'nun dayandığı temel yasal zemin, Avrupa Birliği (AB) kurucu antlaşması olarak da bilinen Lizbon Antlaşması’nın 42. maddesi. O maddeye atıfta bulunan ve uygulamasını gösteren madde 46 ve bu maddelerin detaylı açıklayıcısı niteliğinde bulunan ise 10 No'lu Protokol’dür.

Lizbon Antlaşması’nın 42’inci maddesinde savunma mekanizması öngörülüyor. Amaç operasyon yapabilecek uluslararası bir güce sahip olmak. Nihai amacın üye ülkelerden biri saldırıya uğradığında onu koruyacak bir ittifak oluşturmak olduğu son derece açık!

PESCO’nun kuruluş amacı, üye ülkelerin ortak savunma kabiliyetlerini geliştirerek Avrupa Birliği’nin askeri operasyonları için uygun hale getirmek olarak açıklandı.

PESCO, kapsamlı bir savunma paketi niteliğinde.  “AB'nin NATO'su” olarak adlandırılması boşa yapılmış bir yakıştırma değil!

PESCO’nun öncelikli hedefinin Yunanistan ve Rum Yönetimini Ege ve Doğu Akdeniz’de her şekilde Türkiye ve KKTC’ye karşı desteklemek olduğu açıkça görülmektedir. Türkiye NATO üyesi bir ülkedir. Türkiye’nin üzerine NATO gücü ile gidemeyen AB ve Güney Kıbrıs, PESCO üzerinden sonuç elde etmeyi mi planlıyor? 

Türkiye ile KKTC’ye karşı Ege ve Doğu Akdeniz’de her türlü provokatif girişimde bulunan Yunanistan ile Rum Yönetimi şimdi de (AB) PESCO’nun desteğini arkalarına alarak Türk askeri varlığına karşı yeni bir denge arayışı içine mi girdi? 

Görüldüğü üzere Doğu Akdeniz’de yaşananlar Türkiye ile Batı ittifakı arasında ciddi bir krize neden olmaktadır. 

Batının 15 Temmuz 2016 darbe girişiminde açık ve örtülü olarak üstlendiği rolleri ve FETÖ’nün Türkiye’ye karşı kullanılmak istenmesi de yaşanmakta olan krizin nedenlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. 

Türkiye, Batı’dan birbiri ardına gelen tehditlerle karşı karşıya kalınca milli güvenliğini sağlayabilmek için alternatif savunma sistemleri arayışına girmek durumunda kalmıştır.

Türkiye her ne kadar NATO üyesi olsa da Batı ittifakının hedefi haline gelmiş gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor.

Yaşanmakta olan S-400, F-35, Suriye ve Doğu Akdeniz krizleri Batılı ittifakın tercihleri üzerine yaşanmış ve yaşanmaya da devam etmektedir.

Rum Yönetimi, Kıbrıs konusunu ve hidrokarbon meselesini kendi lehine çözebilmek maksadıyla tek taraflı olarak uluslararası hukuku hiçe sayarak ilan ettiği sözde Münhasır Ekonomik Bölgeleri’nin gaz arama ihalelerini özellikle Amerikan Exxon Mobile, Fransız Total ve İtalyan Eni şirketlerine vererek ‘ABD ve AB ülkeleri ile Türkiye’yi karşı karşıya getirmeye çalıştığı bu bağlamda gözden kaçırılmamalıdır! 

Yunanistan Doğu Akdeniz’de MEB ilan etmemişse de, Avrupa Birliği kurumlarının yayınlamış olduğu haritalarda da görüleceği gibi Meis Adası’nın güneyindeki sahada uzun zamandan buyana MEB dikte etmeye çalışmaktadır.  

Yunanistan Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarına ilişkin olarak, ‘Girit, Kaşot, Kerpe, Rodos ve Meis’ hattını esas alarak ortay hatta dayalı bir deniz yetki alanı oluşturmak istemektedir. Bu amaç doğrultusunda Yunanistan, Mısır ve Libya ile de anlaşmalar yapmaya çalışmıştır. Yunanistan bu yöntemle hem Türkiye’yi kendi içerisine hapsetmek hem de Kıbrıs Ada’sını denizden denize bağ kurarak karada başaramadıkları Enosisi deniz üzerinden(mavi vatan) gerçekleştirme hayalleri içerisine girmiştir!

1960’da kurulan ortak Kıbrıs Cumhuriyeti’ni Rumlar nasıl 1963’de silah zoru ile gasp ederek üniter Rum devleti haline dönüştürmüşlerse günümüzde de aynı şekilde Ada’ya ait tüm zenginlikleri ve deniz yetki alanlarını ABD ve AB’nin desteğini arkalarına alarak gasp etmeye çalışmaktadır!

Sonuç itibarı ile ABD, AB ve Türkiye arasında yer alan ilişkiler gerek bölgesel, gerek güvenlik ve gerekse küresel istikrar için son derece stratejik ve kritik bir öneme sahiptir.

ABD ve AB’nin özellikle son dönemdeki tavır ve tutumları Türkiye’nin Batıdan uzaklaşarak Rusya ve Çin’le yaklaşmasına neden olmaktadır.

Türkiye kendi adına ABD ve AB ile olan ilişkilerini bozmak niyetinde değil. Buna karşın Çin ve Rusya ile olan ilişkilerinin de bozulmasını istemiyor. Türkiye çatışma ortamından uzak diyalog ve paylaşmaya dayalı denge politikası kurarak bunu geliştirebilmek istemektedir. Bakalım bu aşamadan sonra neler yaşanacağını hep birlikte yakından takip ederek görebileceğiz.