60’lı yıllar...

“Anılara yol var mı?
Anılar zamanı taşırlar mı?
Yoksa onlarda gün gelir,
biz faniler gibi unutulurlar mı?”

Askeri okul hayatımdan geçen zaman, artık beni de, diğer arkadaşlarımı da iyiden, iyiye sarmalamış! Bu süreçte yaşadığımız zorluklar, artık o günlerimizin renkleri olmuşlardı…

O çocuk yaşlarımızda giydiğimiz askeri üniforma ve yaşadığımız askeri disiplin, her birimizin istenen kalıba girmemiz için en etkili yöntem olmuştu…
O çocukluk hayallerimizi, özlemle dolu aile hasretimizi, aile yuvasının o unutulamayan sıcaklığını, tüm bu özlemlerimizin yerini:
Koskocaman taş bir kışlanın upuzun ve yüksek duvarlı sopsoğuk koridorları, o koridorlara açılan ahşap gıcırtılı kapılarıyla, demir parmaklı pencerelerinden 'Marmara Denizine' bakan öğrenim gördüğümüz sınıflar;
Altlı, üstlü ranzaların üzerine serilmiş, kimisi kıtık, kimisi pamuk doldurulmuş yataklarla bezenmiş, her biri 100-200 kişilik koğuşlar! (yatakhanelerimiz…) Ve içerisinde her biri 10-12 kişinin yemek yiyeceği kadar onlarca büyük masaların olduğu; üzerlerinde kalaylı karavanaların, alüminyum tabakların, 'USA damgalı' çatalların, kaşıkların, madeni bardakların ve askerle özdeşleşmiş sımsıcacık tayınların (ekmeklerin…) bulunduğu yemekhanelerimiz, almıştı…
İşte 12 yaşımda başladığım yeni hayatımı, yeni ailemi ve içimden geçip gidecek olan zamanı böylesi bir ortamda yaşayacaktım…
Tam bu noktada, zamanı geriye döndürmek mümkün olsa ve bana tekrar o yılları yaşar mısın diye sorsalar?
Vereceğim tek bir yanıtım olurdu:
"Asla ve hiçbir zaman…"
Hiçbir çocuğun ailesinin çok yakınında olduğunu bile, bile o küçücük yaşlarında; aile sıcaklığından, yuvasından uzak bir mekânda ve sevgiye hasret yaşaması, asla onaylanacak bir yaşam biçimi olmamalıydı. Çocuklarım da böylesi bir durum ile karşı, karşıya kaldıklarında olmadı…
Onun içindir ki, aynı tercih ile iki kez karşı karşıya kaldığım kendi aile yaşamımda; ilkinde oğlum Hakan orta öğretime başlayacağı yıl; Kıbrıs'ta girmiş olduğu Anadolu Lisesi sınavlarını kazanmış olmasına rağmen o yıl tayinim Diyarbakır'a çıkınca; Türkiye'de ki puan sıralaması buradaki Anadolu Lisesine gitmesine yetmemişti. O nedenle Diyarbakır'a tayin olduğum dönemde Mardin'de yeni açılan Anadolu Lisesinin hazırlık sınıfına gitmesi ve bir yıl yatılı okuması, sonrasında Diyarbakır'daki Anadolu Lisesine naklinin yapılabileceği gündeme gelmişti!
Ancak yatılı okul hayatını çok iyi bilen bir baba olarak, bunu hiçbir şekilde istememiştim. Ve o yıl oğlum, iyi bir okul ortamında öğrenimine başlasın diyerek; eşimle birlikte tüm maddi imkânlarımızı seferber ederek, onu koleje yazdırmıştık.(sonrası yıllarda, kolej dönemindeki başarılarından dolayı bazen tam, bazen de yarım bursla okudu.)
Daha dün gibi hatırlarım…
Diyarbakır'da göreve başlayışımdan 2 yıl sonra da aynı durum kızım için söz konusu olmuştu.
Canım Kızım Ebuşum, o yıl kazanmış olduğu İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü için İstanbul'da okumaya gitmişti. Kızımın bizden ayrı olmasına; akrabalarımızın yanında da olsa bir başka aile ortamında yaşamasına ne o, ne annesi, ne kardeşi, ne de ben alışamamıştık…
Kızımın İstanbul'a okumaya gitmesinin ardından, onu yalnız bırakmamak adına, çok kısa bir süre sonra; Yarbay rütbesindeyken canımdan çok sevdiğim mesleğimden o yıl istifa ederek, ayrılmış, çocukluğumdan beri büyük bir gurur, onur ve şerefle taşıdığım üniformama, T.S.K'ya hiç tereddüt etmeden veda etmiştim…
Çünkü bizim için evlatlarımızın geleceği, onların iyi bir eğitim alması, vatan ve millete faydalı gençler olarak yetişmeleri, her şeyden daha önemliydi.
(Ve eminim ki, benim gibi ülke hizmetini Anadolu'nun pek çok yerinde yaparak geçiren, onlarca şehir dolaşan milyonlarca memur ailesi, anne ve baba da aynı tercihi yapmıştır.)
Zaten 1959 yılından 1967 yılına kadar öğrenim gördüğüm, 1967'den, 1990 yılına kadar, Türk Silahlı Kuvvetlerinde öylesine kritik görevlerde bulunmuştum ki.
20 Temmuz 1974 tarihinde vatan ve vazife uğruna Kıbrıs'ta seve, seve savaşmış, gerektiğinde canımızı feda eyleyeceğimize dair ettiğim yeminimi yerine de getirmemiş miydim?
Artık bundan sonrasında, sivil yaşam hayatımızın bize ne getireceğine bakmam ve bu hayatta da kendimi ispat etmem gerekiyordu.
Ömrüm elverdiği sürece, önümde upuzun bir iş ve zaman yolculuğu ola-caktı artık. Çünkü askerlik mesleğime veda ettiğimde, henüz 42 yaşındaydım…

(Devamı Yarın)