Yaşı yeten meslekdaşlarımızın da hatırlattıkları gibi, 5 Ekim sonrasında, AB konusunda gazetelerimizin pompaladıkları bayram havasını ilk kez yaşamıyoruz. 41 yıl önce 11 Eylül 1963'de, Ankara Anlaşmasının imzalanışının ertesi günü de bütün gazetelerimiz, "Yaşasın, AET'ye (O zamanın AB'si) girdik!" başlıklarıyla çıkmışlardı.  

Cumhuriyet'ten Özgen Acar, 11 Eylül 1963 günü, Türkiye Büyük Millet Meclisi Onur Salonu'nda, Türkiye ile 5 üyeli AET arasında imzalanan ve adına o zamanlar "Ortak Pazar" denilen anlaşmanın imza töreninde bulunan "şanslı" meslekdaşlarımızdan. O kadar şanslı ki, 1970 yılında,  Türkiye'nin AET ile müzakere koşullarıyla ilgili belgeyi yayınladığında, "devletin gizli kalması gereken belgelerini açıkladığından "dolayı aylarca yargılanmıştı.  

1963 deneyimini, kapalı kapılar arkasındaki ayrıntılarıyla yaşayan Özgen Acar, 5 Ekim İlerleme Raropu'nun yayınlanmasının ardından zil takıp oynayan meslekdaşlarının bu davranışları karşısında üzüldüğünü belirterek, "12 Eylül 1963 günü, Cumhuriyet dahil, tüm Türk gazeteleri 'Ortak Pazara Girdik' başlıkları ile çıkmışlardı, 41 yıl sonra tarih tekerrür ediyor" diyor.  

Ne acı değil mi?  

Türk toplumunu enayi, aptal yerine koyarken, medyamız itibar erozyonuna uğradığının farkında değil mi?  

Türk toplumunu böyle, gözünün içine baka baka kandırmaya yanıltmaya yeltenenlerin tiraj kaybından şikayet etmeye, Türk halkını gazete okumamakla suçlamaya hakları var mı?  

Gazetelerimizin özel bir amaçları yoksa, Türk halkını yanıltmayı hedeflemiyorlarsa, 41 yıl önceki gazete koleksiyonlarına bir göz atmayı niçin düşünemiyorlar?  

SADDAM'IN ASKERLERİYLE AYNI SAFTA YERALMAK  

Dün kadar yakın bir geçmişte AET-AB sürecinde yaşadıklarımız bilinip dururken, saygın medyamız hangi "itici güç"ün etkisiyle 5 Ekim'i "Avrupa Birliği"ne giriş Bayramı" ilan edebilmişlerdir?  

"Renksiz" kalemlerin ucundaki o saygın isimler, o saygın yönetmenler, yarın tarih mahkemesi kurulduğunda, aynı ihanet suçlamasıyla çağrılacakları Saddam'ın askerleri ile aynı safta yer olmaktan şeref mi duyacaklar?  

O günleri yaşayan ve hâlâ kalemi ile geçinme savaşı veren meslekdaşlarımız, yaşatılan bu sahte bayram havası karşısında, dünü hatırlatan yazılarıyla milleti uyarmaya çalışıyorlar.  

Okuyan, dinleyen var mı?..  

Biz bu AB törenine İnönü'nün başbakanlığı, sırasında, 11 Eylül 1963'te, TBMM Onur Salonu'nda imzalanan Ankara Anlaşması ile bindik.  

1963 Ankara Anlaşması, sevindirik olduğumuz 6 Ekim İlerleme Raporu gibi ucu açık kandırmacalar içermiyordu. Üstelik Türkiye'ye gerçek bir "takvim" de verilmişti. 5-10 yıllık bir "Hazırlık Dönemi" yaşanacak, bunu en fazla 12 yıl sürecek bir "Geçiş Dönemi" izleyecekti. Anlaşmanın son aşaması ise "Gümrük Birliği" olacaktı.  

Daha açık bir söyleyişle Türkiye 1978'de, o da olmadı, en geç 1983'de AB üyesi olacaktı.  

Ne oldu?..  

Olmadı..  

TEK SUÇLU ECEVİT Mİ?  

1978'de AB'nin Uygulama Sekreteri Fransız Emile Noel, Yunanistan'ın ortaklık başvurusu üzerine Ankara'ya da çağrı yapmıştı.  

AB üyeliği söz konusu olduğunda hep 1978 aşaması, Emile Noel'in çağrısı ve bu çağrıyı Ecevit'in, "Onlar ortak bir pazar" gerekçesiyle reddetmesi hatırlanır.  

Hatırlanmasına hatırlanır da, kimse o davetin samimi bir davet olup olmadığını tartışmaya açmaz.  

AET-AB'nin 1963 Ankara Anlaşması takvimini niçin tersten yürüttüğü, işe üçüncü aşama olan Gümrük Birliği'nden başladığı sorgulanmaz da yalnız Ecevit suçlanır.  

Biz AB (AET) ile Ankara Anlaşması ile nikahlanmıştık. Üyelik takvimi de belliydi.  

Peki, Ankara Anlaşması yürürlükten kalktı mı ki, Türkiye'nin önüne bu anlaşmayla hiç ilgisi olmayan koşullar konuyor?  

Gümrük Birliği anlaşması Ankara Anlaşması'na göre yürüyor da, Türkiye'nin üyeliği konusunda niçin hergün yeni bir koşul öne sürülüyor?  

1978'deki, "Onlar ortak, bir pazar" engellemesinden dolayı Ecevit'i suçluyoruz da, 1963'e ve 1978'e göre, ekonomik ve siyasal açıdan çok daha ileri durumda olan Türkiye'nin önüne bütünlüğünü tehlikeye sokan isteklerle çıkanların niyetlerini niçin sorgulamıyoruz?  

1978'de "Evet" deseydik, 1839 Tanzimat Fermanı, 1856 Islahat Fermanı ile hedeflenenlere ulaşılamadığı için, önümüze başka engeller konulmayacak mıydı?  

AB konusunu bir de "1978'de evet deseydik" başlığı ile tartışmaya açmakta yarar görmüyor musunuz?  

 

KÜPE: İnsanlar öğretirken öğrenirler.  

Seneca